30 Ağustos 2015 05:21

‘Ama’sız, koşulsuz, şartsız barış istiyoruz…

Paylaş

Nilüfer Altunkaya 

Bugün içinde bulunduğumuz savaş ortamının ilk işaretleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Kürt sorununun silahsız çözülmesine ilişkin müzakerelerin sürdüğü bir ortamda, taraflar arasında gerçekleştirilen Dolmabahçe Protokolü’nü tanımadığını açıklamasında aranabilir.

Gerilimli bir ortamda süren 7 Haziran Seçimleri’nde oyunu her türlü engellemeye maruz kalan,  mitingleri bombalanan HDP’ye veren hemen herkesin ‘Seni Başkan Yaptırmayacağız’ sloganında birleşmesi de bir savaş nedeni olarak gündemdeki yerini korumaktadır. 

Nedenini niçinini sorgulayamadan seçimlerin ardından süren koalisyon görüşmeleri arasında bir de baktık ki savaş başlamış. Böylece sürüyor olduğunu sandığımız, gizli kapılar ardında nelerin olup bittiğine ise aklımızın ermediği ‘Barış Süreci’nden ‘vatan uğruna daha çok ölümün gerektiği’ söylemlerine hızla geçmiş olduk. 

Sıcaktan bunaldığımız yaz ayları çok acı haberlere gebeydi artık.

Daha dün ‘terör bir sonuçtur’, diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç dağa çıkmanın nedenlerini arasında ret ve inkâr politikalarının olduğunu söylemiş miydi? İnsanların etnik kimliklerinden dolayı kendilerine yapılan işkencelere karşı isyan ettiğini anlatırken ‘ben de dağa çıkardım’ diyerek kimliğini tanımlamanın önemini vurgulamamış mıydı? 

Daha dün barış sürecinin kazanımlarını her fırsatta siyasi bir argümana dönüştüren AKP Hükümeti ‘askeri vesayeti biz kaldırdık’, ‘Kürt sorununu biz çözdük’ mesajları vermiyor muydu?

Düne bakıp bugün birden bire bu derece keskinleşen savaş söylemlerini anlamak için çabalayacak zamanımız bile olmadı. Ardı arkası kesilmeyen çatışma haberleri, şehit cenazeleri, gerilla cesetlerine yapılan insanlık dışı muameleler…

Biraz da olsa vicdanıyla düşünebilen herkes barıştan yana tavrını güçlendirdi. Karşılıklı ateşkes hiç yaşanmamışçasına kaldığı yerden tüm acımasızlığıyla sürdürüldü savaş. HDP’ye oy veren herkes terörist ilan edilirken barış için çağrılarda bulunanlar neredeyse vatan hainliğiyle suçlanmaya başlandı. 

Haber bültenleri 90’lı yıllardaki savaş söylemiyle dolup taşarken şehit cenazeleri iktidarın propaganda aracına dönüştürülmeye çalışıldı. 

Cumhurbaşkanı’nın bir eli bayrak sarılı tabutun üstünde diğer elinde mikrofon, şehit cenazelerinde savaşı körükleyici konuşmalar yapması içler acısı bir tablo olarak sızlattı yüreğimizi. Diğer yandan yaşanan dramların sonrasında kanın hiç de iktidarın istediği yönde akmadığı anlaşıldı.  

Ne tür önlemler alınırsa alınsın şehit cenazeleri iktidara yönelik tepkilerle belleklere kazındı. Çünkü bu hıncahınç başlayan savaş kamunun vicdanında bir karşılık bulmadı. Şehit yakınları çaresizlik ve öfke içinde ‘vatan sağ olsun’ demek yerine savaşı lanetledi.  

Erzurum’da toprağa verilen er Recep Beycur’un akrabası “Bunu yazın Allah rızası için yazın. Cumhurbaşkanı gurur duysun. Kardeşi kardeşe kırdırıyor. Bu yaşa getirene kadar ne çektik” diyerek isyan ederken, Erdoğan’a atfen “O’nun oğlu olsa böyle olur muydu” diye sorarak feryat etti. 

Yüzbaşı Ali Alkan’ın cenaze namazı sırasında AKP milletvekillerine ön safta yer açtığı için şehit yakınları Osmaniye Müftüsü Ramazan Çortul’a tepki göstererek, “Kula kulluk yapma, makamına saygı göster” diye bağırdı. Ardından bir türlü sakinleştirilemeyen Yarbay Mehmet Alkan şehit kardeşine “Ali’m” diye seslendi ve şapkasını çıkarıp bağırarak, “Buradaki vatan evladı daha 32 yaşında. Vatanına, sevdiklerine doyamadı. Bunun katili kim? Bunun sebebi kim? Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonradan savaş diyor” diye feryat etti.

Bütün bunlardan sonra karalama kampanyalarıyla bu acılı insanları yaralamaya devam etseniz de artık hiç de istemediğiniz bir gerçekle yüzleşmek zorundasınız: Halklar barış yoluyla çözülemeyecek hiçbir şeyin olmadığının farkındadır. Akan kanın bir çözüm getirmeyeceğinin, ölenlerin hep kendisi gibi yoksul çocukları olduğunun da…

Kardeşi kardeşe kırdıran bu savaşı istemiyoruz!

Yediğimiz her lokma ekmekte içtiğimiz her yudum suda evlat acısıyla dolu anaların feryadına dokunmak istemiyoruz!
Ölen gencecik insanların, sönen yuvaların yasıyla içimiz dağlanırken hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istemiyoruz!

Kürt coğrafyasında sürüp giden bunca acıyı içimize sindiremiyoruz! 

Bulanık suda balık avlamak için yarattığınız kaos ortamında barış için yapılan çağrılar elbette karşılık bulacaktır. 
Çünkü artık savaş için bir neden yaratamıyorsunuz. 

Çünkü kardeşi kardeşe kırdırmak için bir halk desteği bulamıyorsunuz. 

Çünkü hiçbir ölüm bir diğerinden daha vahim, daha kutsal, daha önemli değil. 

Biz barışa gönül vermiş insanların her fırsatta yenilediği çağrımızdır: Bir an önce ‘ama’sız, koşulsuz şartsız bir şekilde bırakın silahları! Dünya Barış Günü’ne savaşın acı gölgesi düşmesin.

@nilaltunkaya

ÖNCEKİ HABER

Almanya’ya sığınmak mı?

SONRAKİ HABER

İrlandalı turist ve Kürtler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...