30 Ağustos 2015 05:19

Almanya’ya sığınmak mı?

Savaşın, yoksulluğun ve sefaletin yaşandığı ülkelerden kaçarak, tehlikeli yollardan geçerek Avrupa’ya doğru yola çıkanların gitmek istediği ülkelerin başında Almanya geliyor. Peki Almanya’da onları neler bekliyor?

Paylaş

Yücel ÖZDEMİR

Hitler faşizminin iktidarda olduğu “Üçüncü Rayş” döneminde (1933-1945) milyonlarca insanın siyasi düşünceleri ve etnik kökenlerinden dolayı katledildiği, sürgün edildiği Almanya’da, savaştan sonra “sığınma hakkı” en temel hakların başında geliyordu. Çünkü, Hitler faşizminin takibatına uğrayan onbinlerce Alman, canını kurtarmak için Hitler’in elinin uzanmadığı ülkelere sığınmak zorunda kalmış, pek çok ülke de kapılarını sonuna kadar açmıştı. Bunların arasında Türkiye’de var.
Bu arka plan nedenle 8 Mayıs 1949’da ilan edilen Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda (Grundgesetz) sığınma hakkı tek bir cümleyle ifade edilmişti: “Politisch Verfolgte genießen Asylrecht / Politik nedenlerle takibata uğrayanlar sığınma hakkına sahiptir” (Madde 16a). 

Almanca’dan Türkçe’ye bire bir çevrildiğinde maddedeki “genießen”, “tadını çıkarmak”, “zevkini çıkarmak” anlamına da geliyor. Dolayısıyla, bu madde aynı zamanda başka ülkelerde siyasi nedenlerle kovuşturmaya uğrayanlara bir davetiye mahiyetini de taşıyordu. Ne var ki bu en doğal hak daha sonra “kuşa çevrildi”. 

28 Haziran 1993’te Anayasa’nın 16a. Maddesi’ne eklenen eklenen bendlerde doğrudan Almanya’ya gelip sığınma hakkı talep etmeye önemli sınırlandırmalar getirildi, sınırdışılar kolaylaştırıldı. Savaşlardan, işkencelerden kaçarak gelenler, böylece “sığınma hakkının zevkini” çıkarma yerine çilesini çekmeye başladılar. Toplama kamplarını anımsatan, ücra köy ve kasabalardaki sığınmacı yurtları, kumanyalar, para yerine sadece belli yerlerde geçerli sayılan kuponlar devri öylece başladı.
1990”lı yıllarda toplumun geniş kesiminin tepkisini çeken Anayasa’daki bu değişikliğin altında bugün “büyük koalisyon” ortağı olan Hıristiyan Demokratlarla (CDU/CSU) Sosyal Demokratların (SPD) imzası bulunuyor.

Bundan 22 yıl önce Anayasa’da yapılan bu değişikliğin, aynı zamanda ülkeye sığınmacı akının zirveye çıktığı yıla denk gelmesi elbette tesadüf değil. Almanya’nın çomak sokmasıyla Yugoslavya’da yaşanan içsavaş aynı zamanda yüzbinlerce insanı “güvenli bir liman” bulmaya zorlamıştı. Rakamlara göre 1990’dan önce Almanya için yıllık sığınmacı sayısı 100 bin civarındayken, 1990’lı yılların başında hızla yükseliş gösterdi ve 1992’de 438 binle bugüne kadar ki en yüksek “rekor” kırıldı.
90’ların başı, başta Balkanlar olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde artan savaşlar, çatışmalar, insan hakları ihlalleri nedeniyle yükselen sığınmacı sayısına paralel olarak, sığınmacılara, göçmenlere yönelik ırkçı saldırıların, ayrımcı söylemin yükseldiği yıllardı aynı zamanda. Ve adından Mölln, Hoyerswerder, Solingen, Rostocklar yaşandı.

DÜNDEN DERS ÇIKARILMADI

90’ların başında olup bitenlerin bir benzerini şu günlerde yaşıyoruz. Aradan çeyrek asır geçmesine rağmen, sermaye basını ve sözcüleri tarafından kullanılan argümanlar aynı. Sermaye politikacıları ve basını hep bir ağızdan bu yılın ilk yarısında ülkeye gelen sığınmacı sayısının 200 bine yaklaştığını belirterek, bu gidişle yıl sonunda kadar sayının 400 bine ulaşacağını ifade ederek “önlem” çağrıları yapıyor. 

Bu çerçevede Balkanlar’da azınlıklara yönelik ayrımcılığın, insan haklarının ihlal edildiği ülkeler “güvenli” ilan edildi. Böylece bu ülkelerden geleceklere sığınma hakkı tanınmayacak. Gelip sığınma başvurusunda bulunanlar ise peyderpey sınırdışı edilecek.

Olup bitenler çeyrek asır önce yaşananlardan ders çıkarılmadığını gösteriyor. Çünkü, 80 milyonluk Avrupa’nın en büyük ülkesinde bir kaç yüz bin sığınmacıya yer olmadığından, “geminin dolduğundan” dem vuruluyor. Gelenlere insanca davranma yerine aşağılama, hedef gösterme yaklaşımı egemen. 

GELENLER GELDİKLERİNE PİŞMAN EDİLİYOR

Geride yerlerini yurtlarını, bütün birikimlerini, sevdiklerini bırakarak, nice tehlikelerden geçerek Almanya’ya ulaşmayı başaranlara görülen reva, adeta geldiklerine bin pişman etme politikasından başka bir şey değil: Bochum’da bir mezarlıkta kurulan çadırlara, Augsburg ve Schwerte’de eski toplama kampına, Hamburg’da itfaiye binasına yerleştirilen sığınmacıların durumu sadece örneklerden bazıları. Erfurt’ta ise genelev binasının kiralanarak sığınmacı yurdu yapılması bile önerildi.
Bunlar yetmiyormuş gibi bir de sığınmacı yurtlarına yönelik saldırılar artmaya başladı. En son Heidenau kasabasında sığınmacılara yönelik yapılan saldırı, 90’lı yıllarda yapılanları aratmıyordu.

Sermaye temsilcileri asıl olarak, Suriye başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinden gelen sığınmacıları geldiklerine pişman etmenin politikasını yapıyorlar. Bu aynı zamanda ülke içerisinde sığınmacılara karşı düşmanlık ve önyargıları körükleme, farklı uluslardan ve inançlardan haklar ve ezilenler arasında kamplaşmayı derinleştirme üzerinden yapılıyor.
Hükümet başta olmak üzere çeşitli çevreler sığınmacılara karşı olumsuz bir havanın yaratılarak, yeni kısıtlamalara zemin yaratmaya çalışırken, halk arasında sığınmacılara yardım konusunda sayısız örnek ortaya çıktı. 

Çeşitli dernek ve kuruluşların yanı sıra tek tek bireyler de sosyal medya üzerinde sığınmacılara yiyecek ve giyecek kampanyaları açtı ve kısa sürede büyük destek gördü. Denilebilir ki, hükümet ve güvenlikten sorumlu kurumlar sınırları kapatmaya çalışırken halkın önemli bir bölümü “gönül kapılarını” bu zor dönemde sığınmacılara açarak destek olmakta. 

GERÇEKLERİN ÜZERİ ÖRTÜLEMEZ

Sığınmacıları adeta ‘veba salgını’ gibi gösteren ve  polisiye tedbirlerle göçü durdurmaya çalışan Almanya ve diğer Batılı devletler, bu göç ve sığınma dalgasının arkasında yatan nedenin, Ortadoğu ve Afrika’da uyguladıkları emperyalist politikalar olduğu gerçeğinin üzerini örtmeye çalışıyorlar. 

ABD, Avrupalı emperyalist devletler ve Türkiye, Suudi Arabistan gibi savaş politikası izleyen bölge ülkeleri, bugün Suriye ve Irak başta olmak üzere milyonlarca insanın sığınmacı durumuna düşmesinin baş sorumlularıdır. Resmi rakamların, en büyük sığınmacı grubunun Suriyeliler olduğunu göstermesi de, sığınmacı sayısının neden arttığını yeterince ortaya koyuyor. 
Bu nedenle bugün sığınmacılara yönelik izlenen gayrı insani politikalarla, savaşa ve işgallere karşı verilen mücadelenin birleştirilmesi önem taşıyor.

 

ÖNCEKİ HABER

Linç ve vicdan

SONRAKİ HABER

‘Ama’sız, koşulsuz, şartsız barış istiyoruz…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...