30 Ağustos 2015 05:20

Başlarken belirtelim: Bu yıl Kongre Karaburun’da değil İzmir Tepekule Kongre ve Sergi Merkezinde yapılacaktır. Hem kongre düzenleyicileri hem de katılımcılar olarak hepimizin kendimizi evimizde hissettiğimiz Karaburun’dan ayrılma gerekçelerimizi daha önce kamuoyu ile paylaşmıştık. Yerel kamu görevlilerinin bilimsel üretim süreçlerine müdahale edebilecekleri yönündeki yanlış bilinçleri sonucu ortaya çıkan bu duruma rağmen herhangi bir AB fonu, ticari destekçi vs. kullanmadan her zamanki gibi yalnızca demokratik kitle örgütlerinin desteğiyle eleştirel bir kongre düzenlemekte ısrar ettik. Sonuç: (1) 10 yıllık mekânımız olan Karaburun’dan sürgün edildik! (2) Buna rağmen kongreyi yapıyoruz!

Kongrenin düzenleyicileri olarak böyle bir kongreyi ortaya çıkarma amacımız aslında başından beri bu topraklarda konuşulamayan, üzeri örtülmeye çalışılan konuları bilimsel yöntemlerden taviz vermeden tartışmaya açmak ve bunu yapmaya çalışan insanları bir araya getirmekti. Bunun için iktidarın bilimsel üretim süreçlerini nasıl kendisine tâbi kıldığını tartıştığımız ilk kongremizden başlayarak, son otuz beş yılımızı belirleyen 12 Eylül faşizmine ve kapitalizmin kendi varoluş biçimlerine yabancılaştırıp metalaştırdığı doğa, toplum ve teknolojiye kadar birçok konuyu tartışmaya açtık. Sistematik olarak engellenmeye çalışılsa da son on yıllık deneyimimiz gösterdi ki Türkiye’de eleştirel düşüncenin kökleri sökülüp atılamayacak kadar derinlerdedir. Kongremizin adı ve gerçek mekânı da bu derin tarihsel kökenleri işaret etmektedir.

Bilindiği üzere, ne herhangi bir sosyal bilim dalının ne de sosyal bilimlerin pek çok dalının müdahil olduğu/olması gerektiği tarih biliminin tek bir yorumu vardır. Akla hemen çoğulculuğun ya da fikirlerin çarpışmasının, itiraz edilemeyecek ve hatta teşvike mazhar olması gereken bir durum olduğu düşüncesi gelebilir. Ne var ki, varlığımızı sürdürmeye çalıştığımız kapitalist sistem içinde karşılaştığımız hâl “Yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın!” şiarının gerçekleşmesinden ziyade egemen paradigmanın izin verdiği sınırlar içinde birbirinden farklıymış gibi görünen, ancak gerçeklikte birbirinden niteliksel anlamda farkı ol(a)mayan ve kapitalist sistemin bizatihi kendisini ve doğurduğu sonuçları tartışmayan sözde bilimsel  bir sosyal bilimin yaratılmış olmasıdır.

Muhafazakârlık konusunda birbirleriyle yarışa koşulan Türkiye üniversiteleri de eleştirel düşünceye beşiklik yapmak şöyle dursun, düşünce dünyasında “mümkünün sınırları”nı belirlemeye çalışmakta ve bu sınırlar her geçen gün daraltılmaktadır. Sonuç olarak, egemen sosyal bilim anlayışı tüm azametiyle varlığını sürdürmektedir.

Doğal olarak, tarih bilimi ve tarihsel gerçekliğin yorumlanması da bu sözde bilimsel anlayıştan kendini muaf kılamamıştır. Tarihin her yirmi yılda bir yeniden yorumlandığına ve yazıldığına dair yaygın bir akademik kanaat vardır. Aslında içinde yaşadığımız, son on yılda bu yönde bir çabanın var olduğunu ve yaşadığımız coğrafyaya ilişkin yeni bir “düşünce kalıbının” üretilmeye çalışıldığı argümanına kim hayır diyebilir? Bu paradigma inşa uğraşı, sistem için, sadece belirli bir parti ve onun özgül amaçlarına indirgenemeyecek kadar yaşamsal bir çabadır; kendi mezarını kazan egemen sistem yaşamını ancak başka bir biçimde sürdürebileceğini anladığı anda eski paradigmanın azgın savunucuları yeni bir paradigma inşasının sözde kahramanlarına dönüşüverirler. Ana akım yazılı ve görsel basının Türkiye’nin ve dünyanın geçtiği çok önemli dönemeçlerde takındığı tutum buna çok iyi örnek teşkil etmektedir. 

Eleştirel sosyal bilimciler olarak bizlere düşen en önemli görevlerden biri de kanaatimizce şudur: Bu yeni paradigma inşası sözde kahramanlara bırakılamaz! Tarihsel/toplumsal olaylar boşlukta oluşmazlar, her bir olayın kendi için yakın neden(ler)i olduğu gibi uzak neden(ler)i de vardır. Yakın neden(ler)i her bir olayın kendine özgülüğünde tespit edilmesi gerekirken, uzak neden(ler)i ya da yapısal nedenler sermayenin doğasında aranmalıdır. “Sözde kahramanlar” olarak işaret ettiklerimiz işte bu “sermayenin doğası”nı tartışmaktan kaçınırlar. Tam da bu yüzden “soykırımlar, katliamlar ve savaşlar”ı eleştirel bir yaklaşımla yeniden tartışmaya açmak gerekiyordu. Öyle de yaptık.

SOYKIRIMLAR, KATLİAMLAR VE SAVAŞLAR

Her yıl olduğu gibi bu yıl da temamızı düzenleme kurulumuzun gerçekleştirdiği bir dizi tartışma neticesinde titizlikle seçtik ve çağrımızı yaptık. Karaburun’dan sürgün edilişimizin zemini oluşturulurken bir yandan mekân için mücadelemizi sürdürdük, bir yandan da bu yılın kongresini örgütlemeye devam ettik. Kongrenin yapılmayabileceğine ilişkin söylentiler, başta bizlere ulaşan tebliğ sayısını azaltmış gibi görünse de biz içinde bulunduğumuz durumu kamuoyuyla paylaştıkça kongremizi sahiplenen tüm dostlarımızın yanımızda olduğunu ve bilgiyi üretme sürecinin aynı güçlü motivasyonlarla devam ettiğini/edeceğini gördük.
“Sermayenin doğası” olarak tanımladığımız “soykırımlar, katliamlar ve savaşlar” temasına ilişkin ve meseleyi çok farklı yönleriyle ele alan çok sayıda bildiri özeti bize ulaştı. Toplumun farklı kesimlerinden, akademi içi ve dışından birçok araştırmacının temamıza iltifat etmesi ve hâkim aklın kongreyi mekânından etmiş olması bir araya gelince “konuşulamamış olanın konuşulması” yolunda ne kadar isabetli bir karar verdiğimize bir kez daha ikna olduk. Şimdi kongrenin başlamasına günler kala on yıl öncesinin heyecanı ve isteğiyle son hazırlıklarımızı yapmaya devam ediyoruz.

PROGRAMDA NELER VAR?

Kesinleşen programdan bir kaç oturuma değinerek bitirelim: Kongremizi “Soykırımlar, Katliamlar, Savaşlar” başlığını taşıyan oturum ile açacağız. Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse’nin başkanlığında gerçekleşecek bu oturumda Nevzat Onaran “1915’ten Kamp Armen’e”, Fethiye Çetin “İnsanlığa Karşı Suçlar: Hükmetmenin Kurucu ve Koruyucu Aracı”, Türkcan Baykal “Devlet Şiddeti ve Savaşların Psikososyal Sonuçları” ve Nuray Sancar “Siyasetin ‘Başka’ Aracı Olarak Süren Savaş ve Barışı ‘İnşa Etme’” başlıklı sunumlarını yapacaklar.

Kapanış oturumda ise Halkların Umudu’nu tartışmaya açıyoruz. Dr. Zeki Gül’ün başkanlığında gerçekleşecek oturumun konuşmacıları ve konuşma başlıkları, sırasıyla, Sibel Özbudun “Kapitalizm Neden Şiddetsiz Olamaz”, Süreyya Karacabey “Bellek ile Unutuş Arasında” ve Pakrat Estukyan “Yarın Daha İyi Olacak.”

Bu iki oturum arasında, işçi sınıfının, doğanın, halkların, Alevilerin, Romanların, kadınların, yerinden yurdundan edilmişlerin, devrimcilerin uğradığı katliamlar, kıyımlar, soykırımlar 23 oturumda 93 bildiri ve konuşma ile tartışılacaktır.
2-6 Eylül tarihleri arasında bu kez İzmir/Tepekule’de buluşmak umuduyla.

Karaburun Bilim Kongresi 
Düzenleme Kurulu

1 http://www.kongrekaraburun.org/index.php/tr/component/content/article/54/274-kamuoyuna-zorunlu-aciklama-ii

Evrensel'i Takip Et