1 Temmuz 2007 00:00

şükrü erbaş,ankara’dan türkiye’ye yürüyor


Geçenlerde bir gazetede, bir başlık dikkatimi çekti: “Kenan Evren’in resimlerini alan yok.” (Radikal, 23.6.2007) Haberde, Kenan Evren’in çok yakın dostu, eski bir Meclis üyesine 3 tablosunu armağan ettiği, onun da bu resimleri oteline astığı, ölünce ortaklar arasında anlaşmazlık çıktığı ve işin hacze ve arkasından da icraya dayandığı yazılıydı. İcrada satışa çıkmış bu tablolar ve tek bir kişi bile almamış…
Acıdım koskoca 12 Eylül Fatihi’ne. Sen tut, 12 Eylül’de Türkiye’yi kurtar, arkasından sanata başla, Picasso’yu bile ressam saymayacak bir çizgiye gel. Sabancılar, Mabancılar bir tablonu almak için peşinden koşsunlar, sonra da bu duruma gel. Üzücü bir olay…
Neyse… Sanatçı olmak kolay değil. Sen ürettiğin yapıtlarınla emeğin yanında yer alıyorsan, barışı, kardeşliği, özgürlüğü destekliyorsan, yarına kalırsın. Yoksa daha sağken unutulur gidersin ve kimse önemsemez yapıtlarını.
İşte bana göre yarına kalacak bir şair kardeşim var: Şükrü Erbaş. Çeşitli kitaplarını okumuştum. Yıllarca önce, Emek Partisi’nin Ankara’daki Genel Kurulu’nda karşılaşmıştım, son olarak. Şimdi de gazetelerde görüyorum, sık sık adını, Ankara 1. Bölge Bağımsız Adayı olarak. Açık söyleyeyim, içim bir hoş oldu. Çünkü yazar-çizer takımından bir güçlü şair Meclis’e giriyordu. Başkasının şiirlerini okuyup, ahkâm kesenlerden değil, gerçek bir şair…
Geçenlerde, Ankara’da, Yüksel Caddesi’nde bir etkinlik düzenlemiş Ankara 1. Bölge Adayı Şükrü Erbaş ve 2. Bölge Adayı Sırrı Keleş.
Şükrü Erbaş şöyle diyor: “Bizler, emeğin en yüce değer olduğuna inananlar; ülkeyi sevmek için kimsenin korkutmasına ihtiyacı olmayanlar, emeğin, özgürlüğün, barışın adaylarıyız…”
Bilet kalpazanlığı iddiasının lekesini alnında taşıyanlar, zimmet ya da sahte fatura gibi iddiaları omuzlarında taşıyanlar, yargıdan kaçtıkları için “dokunulmazlık zırhı”na bürünmek için eğer Meclis’e giriyorlarsa, “Emek, barış, özgürlük” savunucusu Şükrü Erbaş, 1000 kere daha fazla hak sahibi, Meclis’e girmek için. Çünkü o Clemenceau’nun dediği gibi “Bugünü ve kendini düşünen bir politikacı değil, yarını ve ülkeyi, insanlarını düşünen bir devlet adamı” hüviyetinde.
Onun bilet kalpazanlığı, sahte fatura gibi işleri olmamış. İlk şiiri 1978’de Varlık’ta yayınlanmış. Daha sonra çeşitli dergilerde şiirleri, yazıları yer almış. Bir ara Edebiyatçılar Derneği’nin yönetim ve yürütme kurullarında görev almış ve bir dönem de Genel Başkanlığı’nı yapmış.
1987 yılında “Yolculuk” adlı kitabıyla Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü alan Şükrü Erbaş, “Dicle üstü ay bulanık”la 1996 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nü aldı. Değerli şairlerimizden Aydın Şimşek onun şiirleri hakkında şöyle diyor: “Erbaş şiirinde kitaptan kitaba görülen, izlenen değişimlerin, yeniliklerin ana kaynağı hep aynıdır: İnsan.” İşte Şükrü Erbaş’ın referansı bu. Başka bazılarının ise, oğluna askerlik yapmaması için çürük raporu aldırması ya da başka bazıları da oğlunun köşe olduğu yem genelgeleri çıkarması… Şimdi elinizi vicdanınıza koyun, hangisi Meclis’e daha lâyık: “İnsan’ı düşünen mi, yoksa oğullarını düşünenler mi?”
“Küçük acılar”, “Aykırı yaşamak”, “Yolculuk”, “Kimliksiz değişim”, “Bütün mevsimler güz”, “Dicle üstü ay bulanık”, “Kül uzun sürer”, “Derin kesik”, “İnsan sevmezse ölür”, “İyimser ve kederli”, “Cam ve taş”, “Üç nokta beş harf”, “Yalnızlık heceleri”, adlarındaki şiir kitaplarının dışında, denemelerinin yer aldığı iki kitabı da var: “İnsanın acısını insan anlar” ve “Gülün sesi gül kokar…”
Evet, 22 Temmuz’da Ankara’dan Türkiye’ye yürüyecek, Şükrü Erbaş. Eminim…
Bülent Habora

Evrensel'i Takip Et