25 Eylül 2009 00:00

BAŞYAZI


“Kürt Açılımı” diye başlandı, Kürtlerin istemlerinin yerine getirileceği propagandası ile açılım şişirildi. Yandaş basın, AKP’ye gönülden bağlı liberaller takımı ve AKP propagandası, hükümetin, “Kürtlerin isteklerini dikkate aldığı, her sorunu da bu çerçevede çözeceği” havasını yarattılar. İçişleri bakanı, çeşitli çevrelerden “görüşler” alırken herkese mavi boncuk dağıttı, sanki bu görüşleri dikkate almayan bir “çözüm planı” yaptıkları duygusu uyandırmak için her çabayı gösterdi. Ama sonuçta, “Kürt Açılımı değil Demokratik Açılım diyoruz biz” diyerek açılım belirsizleştirilip, her derde deva bir reçete olarak piyasaya sürüldü. Sonra, “Demokratik Açılım” da yeterince tatminkar görülmedi; “Bunun aslında, Kürtlerin talepleriyle de ilgisi yoktur. Bu Türkiye’nin ‘Milli Birlik Projesi’dir” vurgusuyla, açılımın üstü, bir yandan Genelkurmay, öte yandan da AKP tarafından aynı “koyu kırmızı çizgiler”le çizildi. Öyle çizildi ki, iki kat “kırmızı”nın altında kalan “açılım” okunamaz hale geldi.
Sonuçta; bir Anayasa değişikliğine bile ihtiyaç duyulmayacak, sıradan ve yüzeysel düzenlemelere indirgenen “açılım”, bir oyalamacaya dönüştü. Dahası, PKK ve DTP’ye yönelik operasyonlar ve açılımın tarafı olan Kürtlerin üstündeki baskılar olağanüstü artırıldı.
Açılımdan geriye doğru atılan adımlara karşın Genelkurmay Başkanı Başbuğ, hafta başında Mardin’e gidip sınır karakollarını denetlerken yaptığı konuşmada, “açılımın zararsız” olduğunu söyledi ve herhangi bir “tehlikeli gidiş” durumunda “Biz görevimizin başındayız, korkmayın!” açıklamasıyla, çözüm doğrultusunda atılacak adımların (eğer olursa tabii) önüne bir barikat daha çekti.
Tam da böyle bir ortamda Başbakan Erdoğan, ABD’den seslendi. “Biz Kürt Açılımı değil demokratik bir açılım yapıyoruz. Azınlık hakları da var açılımın içinde. Böyle konularda acele edilemez, hazmettire hazmettire ilerleyeceğiz” diye ipe un sermeyi iyice idealize etti. Oysa aynı Başbakan, daha 10 gün önce “Kürt sorununun çözümüne çok yakınız” açıklaması yapmıştı. Daha önce de Başbakan; “Meclis açıldığında açılımla ilgili düzenlemeleri Meclis’e getireceğiz, sorunu bir an önce çözeceğiz. Yılbaşına kalmadan bu en önemli sorunu çözeceğiz” gibi açıklamalar yapmıştı.
ABD’den Türkiye’ye mesajlar ileten Başbakan (tabii en başta ABD yönetimine mesaj veriyor), “Ermenistan’la yapılan protokolün 11 Ekim’de Meclis’ten geçirileceği”ni söylüyor.
Öyle anlaşılıyor ki; Ermeni sorununu da “Demokratik Açılım” içine alan Erdoğan, Ermenistan’la ilişkilerin iyileştirilmesini “açılımın zaferi” ilan ederken Kürtlerin taleplerini “hazmettire hazmettire ilerlenecekler”, dolayısıyla “çözümü için ipe serilmek üzere un ufak edilen talepler” kategorisine almış görünüyor.
Elbette ki hükümet, Ermenistan’la ilişkileri iyileştirsin, halklar arasındaki düşmanlıkları azaltacak adımlar atsın. Yine hükümet, Süryaniler, Ermeniler ve Rumlarla (veya Araplar, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler gibi diğer azınlıklarla) ilgili de iyileştirmeler yapsın. Bu elbette Türkiye’de halkların kardeşliğini destekler. Ama bunlar, Kürt sorununun büyüklüğünün üstünü örtmek için kullanılırsa; ya da Kürtlerin taleplerinin belirsizleştirilip reddedilmesi, Kürt halkının oyalanmasının vesilesi olarak kullanılırsa, bu türden “açılımların” da bir işe yaraması beklenmez. Ayrıca Kürtleri oyalama, Kürt sorununun daha tehlikeli, provokasyonlara daha çok açık bir sürece girmesine yol açar.
Görünen o ki; AKP Hükümeti, Kürt sorununda adım atmayı “hazmettirmeye” bırakırken, kamuoyunu kimi eften püften düzenlemelerle oyalayacaktır. Bu ise sözcük olarak terk edilen “Kürt Açılımı”nın düzenleme düzeyinde de gündemden çıkarıldığı anlamına gelmektedir.
Bunların nedenlerini biliyoruz. Bu köşede bunlara çok değinildi. Ama olanlara nasıl bir kılıf uydurulacağını yakında açıkça göreceğiz.
İHSAN ÇARALAN

Evrensel'i Takip Et