28 Haziran 2010 00:00

EVRİM/DEVRİM


Burjuva egemenliği, emeklerinin ürünlerine karşılıksız olarak el konan sömürülenlerle burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın katı nesnel gerçekliği üzerine kurulu. Ama bu egemenliğin koşulları, bir; açık zorla sağlanıyor. Vuruyor, kırıyor, hapsediyor, öldürüyor. Bu amaçla burjuvazi, önceki sömürücü sınıf1ardan devralıp geliştirdiği kurumlara sahip. Vuran, kıran ve bu vurup kırmalarla, egemenliğini zedeleyecek eylemlerin bastırılmasının ne denli adil olduğunu belirten kurumlar. Burjuvazi cellada ihtiyaç duyar.
Burjuvazinin ikinci ihtiyacı; papaza, bizdeyse hoca/imama olan ihtiyaçtır. Batıda papazın, bizdeyse imamın işlevi, sömürülenleri sömürüye katlanmaya, sömürü ve zora başkaldırmamaya, iknaya, rıza göstermeye yöneliktir. Yatıştırma, sessiz kalmayı sağlama, kadere boyun eğdirme işlevi; en başta “öte dünya”yı, alın yazısı ve kaderi ileri sürerek elde edilebildiğin için papaza atıfta bulunulmuştur. Özü; gerçeği farklılaştırma, sömürü ve haksızlıklar yalın gerçeğini yalanla sıvama ya da çıplak demiri “altın suyuna batırma”dır. Zorla olmuyorsa yatıştırmak için hak tanıyormuş gibi yapma, “kepçeyle almak için kaşıkla verme”yi de kapsar bu yöntem. Yoksa rızasız çıplak zor çabuk para etmez olur. Süngünün üzerine oturulmaz!
Şimdi medya, papazla imamın boşluklarını fazlasıyla doldurmaktadır. Doğuda henüz imamların rolü ciddi biçimde sürse de, Batıda papazlar güç yitirmiş ve daha rasyonel yalancılara ihtiyaç artmıştır. Devasa örgütleri ve finans olanaklarıyla medyanın başlıca işlevi, izleyicisini gerçek olmayan bir dünyada dolaştırmak, yalanlarla avutmaktır. Eğlendirirken, belgesellerde, hele dizilerde, haber ve tartışma programlarında… Burjuva politikacıları bu işlevi tamamlar. Baştan ayağa yalancıdırlar. Sonuçta emeğinin ürününe karşılıksız el konulanın emeğine el konulmadığını, her şeyin onun iyiliği için yapıldığını anlatırlar! Burjuvazinin değil egemenlik altında olanın, yönetilenin; aslında egemen olup yönettiğini, “halk egemenliği” altında yaşandığını, kendilerinin de bunun temsilcisi olduğunu söylerler. Silahlı birlikler halk ya da millet adına vurup kırarlar, mahkemeler halk ya da millet adına kararlar verirler; Erdoğan, parlamento, hükümetler halk ya da millet adına yönetmektedirler!
Son günlerde hükümetin ortaya atıp medyanın ballandıra ballandıra anlattığı birkaç şeyde bunu açık-seçik görmek mümkün.
Hükümet 657 sayılı Yasa’yı değiştirerek memurları en başta iş güvencesinden yoksun bırakmaya girişiyor. Halk yararınaymış! Ardından medya anlatıyor: Babalık izni varmış, hastalık izni sağlanıyormuş. Ne kadar, ne kadar iyiymiş! Oysa en az birkaç milyon memur kapının önüne konma riskiyle yüzleştiriliyor! En ileri giden “kalem”, burjuva klikleri arasındaki çekişmeden, AKP’nin “yandaş memur” üretme ihtimalinden söz ediyor.
Hükümet “aile hekimliği”ni dayatıyor. Medya anlatıyor: Ooo, her ailenin özel hekimi olacakmış, artık sağlık derdi kalmayacakmış! Zengin olanın zaten bu derdi yokken, yoksulun kandırılma ihtiyacı çok. “Hastane kuyruğundan kurtuluyoruz” denip sağlığın özelleştirilmesi için kandırılan, SSK’lı olmadan da hastanelerden yararlanılacak denip hem SSK’sı elinden alınan hem de eczanelere ödeme yapmaya mecbur kılınarak kandırılan sömürülenler, şimdi de “aile hekimliği” kıskacına alınıyor. Çünkü hastane pahalı! Çünkü “aile hekimliği” denen şey, sömürülenleri hastaneye bile gidemez kılacak “elek” olacak. Aspirin verip eve gönderecek. Hastane yükü ve masrafını azaltacak bir yeni mekanizma. Hastaneye fazla hasta gönderecek “aile hekimleri”nin maaşından kesilecek!
Ve Kürt meselesi. “Açılım” dendi; silah, top-tüfek çıktı altından. Tutuklamalar çıktı. Parti kapatmalar çıktı. Koca sorun ortada dururken “terör” edebiyatı çıktı. Şimdi “zorla çözülecek” politikasının ürünü olarak toprağa düşen genç bedenler arttıkça, gene “demokrasi” deniyor! Ne mene şeyse! Ölüm mü demek, yoksa kandırma mı?..
MUSTAFA YALÇINER

Evrensel'i Takip Et