5 Eylül 2006 21:00
'Eşim sustu ben susmayacağım'
GÜNÜN YAZILARI
Tuzla tersanelerinin 16 yıllık işçisi İbrahim Levent, Dearsan Tersanesi'nde geçtiğimiz hafta salı günü yaşanan patlamada hayatını kaybetti. Beyin kanaması geçirdi, kafatasında kocaman bir kırık oluştu; ciğerleri ve bedeni yandı.
Tersane patronu ailesine baş sağlığı bile dilemedi. Halbuki İbrahim Usta, bugüne kadar çok çalışmış, fazla mesailere kalmış, nereye gönderilirse gitmiş, ne para verilirse almış; sorgulamamış, başkaldırmamış, susmuş ve sadece çalışmıştı.
O kadar çalışıyordu yorgunluktan uyuya kalıyordu. Ailesiyle bir pazar kahvaltısı bile edememişti ne zamandır. Buna rağmen öldüğü için tersanede isyan eden eşine müdür "Sen provokatörsün, İbrahim'in eşi değilsin" diyebilmişti.
Eşi, "Susma, hakkını ara, sendikaya üye ol" dedikçe susmuştu. Örgütlenmemişti. Her patronun isteyeceği kadar "örnek" bir işçi olmasına rağmen her gün yaşanan iş kazalarından birinde hayatını kaybetti.
Şimdi eşi Ruhiye Levent, "Ben susmayacağım" diyor. Kendisine susmasını söyleyen başka tersane işçisi eşlerine de aldırış etmiyor ve "Ben başkaldırırsam belki bana katılırlar" diyor.
16 yıllık emek Levent Ailesi'nin Tuzla'daki evinde, İbrahim Usta'nın üzerinde "Sıra kimde?" yazılmış resmine bakarak oturma odasına geçiyoruz. Eşi Ruhiye Levent üzgün, ama daha çok da kızgın. En baştan başlıyor anlatmaya; "Eşim 1990 yılında çalışmaya başlamıştı. 16 senesi bitmişti. Bursa'da yaşıyorduk. Ailem buradaydı ve çok ısrar ettiler. Eşim Bursa'da mermer fabrikasında çalışıyordu. Eniştem tersanede taşeron sahibiydi. Zaten tersaneye gireceği için geldik İstanbul'a. O zamanın parasıyla 500 bin lira maaş ve 250 bin lira kiraya geldik İstanbul'a." - 16 yıl önce İstanbul'a gelirken beklediklerinizi bulabildiniz mi burada? Hiç istediğimiz gibi olmadı. Geldik bir yıl sonra 10 yaşında evladımızı kaybettik, beyin kanamasından. İbrahim sürekli yurtdışına çıkartılıyordu. Kanada'ya, Amerika'ya, Avusturya'ya gönderdiler; her yere her yere gönderdiler. Bizimki de gideceksin dedikleri zaman hiç sormadı kaç para vereceksiniz diye. Valizini toplayıp gidiyordu. Dubai'de 40 gün rehin bile kaldı bunların yüzünden. Neler çektik neler... - Nasıl yaşar bir tersane işçisinin ailesi? Hep hesapla kitapla yaşadık. Asla hesabımızın dışına 5 milyon bile çıkamadık. 16-17 yıl çalıştı da bir "oh" demedik. Bir şeye sahip olmadık. Sadece ağlama, üzüntü... - Eşiniz hiç evine zaman ayırabilir miydi? Benim eşim kadar tersanede fazla mesaiye kalan olmamıştır. Pazar, bayram nedir bilmezdi. Ama hiç tedbir yoktu. Kaynak ateşi üzerine düştüğü zaman ne yapıyorsun derdim. Üstünü silkelediğini göstererek "Bundan başka bir şey yapamıyorum" derdi. Hiç bize, evine zaman ayıramazdı. Adam yorgunluktan elini kaldıramıyordu. - Aile olarak sizi yıpratmadı mı? Ne tartışmalar yaşadık. Ben çık diyordum tersaneden. O da diyordu ki "Eniştene ayıp olur." 1 milyonu harcarken bile hesap yapmak zorundaydık. Gezmeye gidemezsiniz, bir kıyafeti üç sene giymek zorundayız. - Tersanelerdeki kazalardan haberiniz oluyor muydu? Olmaz mı? Bırak işçiyi, tersane sahibi bile kaza geçirdi. Ama o zaman "hastane masrafı var" diye işçilerin ücretini ödemezdi. İbrahim'in de ufak tefek kazaları oluyordu. Genelde başı kurdeleli gezerdi (Gülümsüyor). Kafasını çarpıyordu, tamponla gezerdi kafasında. Kazalar hiç bitmiyordu. Sürekli duyuyorduk o ölmüş bu ölmüş diye. - Siz endişelenmiyor muydunuz peki ciddi bir kaza geçirmesinden? Ben her zaman diyordum, gidişiniz var da dönüşünüz var mı? Tersanelerde çalışanların aileleri arasında her zaman "Bu kadar kelle koltukta çalışıyorlar da bunlar bu kadar mı vicdansız insanlar. Gelin biz eşleri olarak tersaneleri basalım" derdim. Pazartesi günü emekli maaşını aldı. Emekli olalı dört ay olmuştu, ama maaşını almaya pazartesi başlamıştı. Çalışmaya devam edecekti. Etmek orundaydı zaten 400-450 milyon maaşla geçinmek mümkün mü? - Kaza günü neler oldu? Ben sabahları ondan erken çıkıyorum. En son sesini duydum. Kız banyodan sesleniyor, böcek görmüş "Baba, baba" diye bağırıyor. Ben de dinliyorum. "Ne oldu kızım?" diyen sesini duydum en son. Yani ondan son duyduğum "Ne oldu kızım?" oldu. - Nasıl haber aldınız patlamayı? Kazayı 3 saat sonra haber aldım. Büyük oğlumu buluyorlar. İlk, "elinde ampul patlamış, elleri ile yüzü biraz yanmış" dediler. O yüzden rahattık, fazla hasar yok diye. Sonra oğlum gitti. Sonra bana telefon açtı. Ama GATA'da da almamışlar içeriye iki saat bekletmişler sağlık karnesi yanında olmadığı için. 600 milyon para istemişler. Karneyi yetiştirdik öyle tedaviye başladılar. Yani bu insanların hiçbir yerde değeri yok. O gün benim işyerimin önünden geçti ambulans. Dedim "Eyvah yine biri öldü. Meğer bu sefer benim ölümmüş!" - Tersane önünde yapılan eylemde "Sen eşi değilsin, provokatörsün" dediler. Onların insan olmadığını düşündüm. O esnada eşimin çalıştığı yere, onu oraya kapatıp ateşe verebilirdim, eşimin hissettiklerini, yaşadıklarını yaşasın diye. Şu anda kafamdan atamadığım tek şey o patlama anında eşim ne düşündü, ne yaptı, ne kadar acı çekti. Eşim yıllarca emek verdi halbuki. onların ekmeğini yiyoruz, anlaşırız" derdi. Onlar bundan yararlandılar. Onlar sandılar ki şimdi eşi de suskundur. Ama değilim! Limter-İş ile görüşüyoruz. Bu işin peşini bırakmayı hiç düşünmüyorum. Ben hep diyordum, "Yapma. Sessiz kaldıkça bunlar senin tepene çıkıyorlar. Hakkını ara diye. Bu kavgalarımız hep oluyordu. "Emekliliğime az kaldı" diyordu. Ama bunlar zaten sürekli giriş çıkış yapıyorlardı. Sırf bunun için arada bir adamı başka tersaneye gönderiyorlardı. Ben sürekli diyordum, "Niçin sen de katılmıyorsun sendikaya? Katıl hakların olsun." O da "Katılırsam işten atacaklar" diyordu. Hepsi böyle düşünüyorlardı. Ama ne oldu şimdi? - Gelecek için ne düşünüyorsunuz? Bundan sonra ne yapacaksınız? Geleceğe dair plan yapabilecek durumda değiliz. Bebek gelince ben de işten çıkmak zorunda kalacağım. Ersan'ın (büyük oğlu) aldığı 500 milyonla geçineceğiz.
- Ya diğer tersane işçileri, aileleri? Diğer aileler "Aman deli misin, başına iş açacaksın, olan olmuş" diyorlar. Şimdi ben konuşmayacağım, şimdi ben isyan etmeyeceğim de bir daha ne zaman edeceğim? Daha ne olabilir ki? İnsanlar böyle düşündükçe baştakiler neler düşünmez! Ama belki ben başkaldırınca katılan olur, belki bir şeyler değişir diye düşünüyorum. Ben bu olaydan önce de ülkede her şeyin örtbas edildiğini zaten biliyordum. "Fırat'ta bir koyun ölse haberimiz olur" diyorlar ama İbrahim Levent ölüyor kimse bilmiyor. Bir kendimiz biliyoruz, biz kendimiz yanıyoruz. Hâlâ kızıyor eşine Ruhiye Levent. "Keşke" diyor, "Keşke o kadar susmasaydı. Çalış çalış, her gün kaza, ölüm, yaralanma. Hak yok hukuk yok." Yıllarca inanılmaz emeklerle değerler yaratan ve "ayağında ayakkabısı bile olmayan", taşeronları da büyük patronları da çok zengin eden tersane işçilerinin susmalarının sonucunu tek bir cümleyle özetliyor: "Onları adam ettik ama biz adam olamadık!"
'Dondurma yedik en son' Merve 9 yaşında. İbrahim Usta'nın en küçük çocuğu. Küçük oğlu Sefa çok kızdığı için sakinleşsin diye Bursa'ya gönderildi okulu açılana kadar. Ama Merve henüz babasını kaybettiğinin farkında olmadan yanıtlıyor sorularımızı. Neyseki babası üçüncü sınıfa geçen kızının karnesinin hepsinin pekiyi oluduğunu görebilmişti. En son kazadan bir gün önce. emekli maaşını aldığı gün uzun zaman sonra ilk defa gezmeye gitmişlerdi. - Nereye gittiniz babanla en son? Pendik'e gittik, dondurma yedik. Gezdik, geri döndük. Abimin maçı varmış. - Baban gezdirir miydi seni? Beni parka götürüyordu erken gelince. Annemler çalışıyordu. - Akşam geldiği zamanlar çok yorgun oluyor muydu? Oluyordu. Televizyon izliyorduk biz. O uyuyordu.
DAHA ÖNCE DE OLMUŞTU İbrahim Levent'in büyük oğlu Ersan Levent, iki aydır Deri Sanayi Bölgesi'nde çalışıyor. Hastaneye babasının yanına ilk o gitmiş. Babasının bazen iki üç gün hiç eve gelmeden çalıştığını anlatan Ersan, şunları dile getirdi: "Telefon ettiler, ama elinde ampul patladı dediler. Daha önce de olmuştu. Hastanede önümden bir sedye geçti. Anlamadım babam olduğunu. İşçiler falan ayaklanınca o zaman anladım. GATA'ya götürdük. Müdahale edilmedi, sadece sargılar söküldü ve yeniden sarıldı iki saat boyunca sağlık karnesi olmadığı için başka bir şey yapmadılar. Sağlık karnesi gelince tedavi başladı. Çok anlatıyordu bize iş kazaları olduğunu. Onun başına da böyle bir şey geleceğini düşünüyordum."
SENDİKAYLA HAREKET ETSEYDİ Daha önce iki kez İbrahim Levent ile aynı tersanede çalışan Zeki Usta, Levent'in çok çalışkan birisi olduğunu ve genç işçilere örnek gösterilen biri olduğunu anlattı. Usta, Levent'i şu şekilde anlattı. "10 yıldır kendisini tanırım. İki kez aynı tersanede çalıştık. Tersanede onun gibi çalışan çok azdır. Çalışkanlığının yanında çok sessiz birisiydi. Biz işten sonra çay ocağında oturur sohbet ederdik. Bizimle çok az otururdu, evine giderdi. Tersanede kazalara karşı, kuralsızlığa karşı onu da eylemlere çağırdığım zaman, gelemeyeceğini söylerdi. Bana 'Bırak bu işleri başın belaya girecek' derdi. İbrahim Abi gibi çalışması örnek alınan kişiler, sendikayla hareket etseler, birçok işçi kazalara, kuralsızlığa karşı mücadeleye katılırdı."
BİR GÜNDE 44 İŞ KAZASI Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) Sağlık Birimi'nin açıkladığı rakamlara göre 2005 yılında 18 bin 500 işçi müracaatta bulundu. Bunların 10 bin 500'ü iş kazası, kalanlar ise rutin rahatsızlıklardan dolayı sağlık birimine başvurmuş. Bu rakamlara göre 2005 yılında günlük ortalama 29 iş kazası meydana geldi. İş kazalarının 5 bini göze çapak kaçma, 250 tanesi yüksek bir yerden düşerek travma geçirme, diğerleri ise kesik, yanık gibi iş kazaları geçirmiş. GİSBİR sağlık birimine başvuran işçilerin 1200'ü çeşitli hastanelere sevk edilmiş. 2006 yılının ilk altı ayında ise 10 bin 500 işçi müracaat etti. Bunların 8 bini iş kazası. 2006 yılının günlük iş kazası ortalaması ise 44.
16 yıllık emek Levent Ailesi'nin Tuzla'daki evinde, İbrahim Usta'nın üzerinde "Sıra kimde?" yazılmış resmine bakarak oturma odasına geçiyoruz. Eşi Ruhiye Levent üzgün, ama daha çok da kızgın. En baştan başlıyor anlatmaya; "Eşim 1990 yılında çalışmaya başlamıştı. 16 senesi bitmişti. Bursa'da yaşıyorduk. Ailem buradaydı ve çok ısrar ettiler. Eşim Bursa'da mermer fabrikasında çalışıyordu. Eniştem tersanede taşeron sahibiydi. Zaten tersaneye gireceği için geldik İstanbul'a. O zamanın parasıyla 500 bin lira maaş ve 250 bin lira kiraya geldik İstanbul'a." - 16 yıl önce İstanbul'a gelirken beklediklerinizi bulabildiniz mi burada? Hiç istediğimiz gibi olmadı. Geldik bir yıl sonra 10 yaşında evladımızı kaybettik, beyin kanamasından. İbrahim sürekli yurtdışına çıkartılıyordu. Kanada'ya, Amerika'ya, Avusturya'ya gönderdiler; her yere her yere gönderdiler. Bizimki de gideceksin dedikleri zaman hiç sormadı kaç para vereceksiniz diye. Valizini toplayıp gidiyordu. Dubai'de 40 gün rehin bile kaldı bunların yüzünden. Neler çektik neler... - Nasıl yaşar bir tersane işçisinin ailesi? Hep hesapla kitapla yaşadık. Asla hesabımızın dışına 5 milyon bile çıkamadık. 16-17 yıl çalıştı da bir "oh" demedik. Bir şeye sahip olmadık. Sadece ağlama, üzüntü... - Eşiniz hiç evine zaman ayırabilir miydi? Benim eşim kadar tersanede fazla mesaiye kalan olmamıştır. Pazar, bayram nedir bilmezdi. Ama hiç tedbir yoktu. Kaynak ateşi üzerine düştüğü zaman ne yapıyorsun derdim. Üstünü silkelediğini göstererek "Bundan başka bir şey yapamıyorum" derdi. Hiç bize, evine zaman ayıramazdı. Adam yorgunluktan elini kaldıramıyordu. - Aile olarak sizi yıpratmadı mı? Ne tartışmalar yaşadık. Ben çık diyordum tersaneden. O da diyordu ki "Eniştene ayıp olur." 1 milyonu harcarken bile hesap yapmak zorundaydık. Gezmeye gidemezsiniz, bir kıyafeti üç sene giymek zorundayız. - Tersanelerdeki kazalardan haberiniz oluyor muydu? Olmaz mı? Bırak işçiyi, tersane sahibi bile kaza geçirdi. Ama o zaman "hastane masrafı var" diye işçilerin ücretini ödemezdi. İbrahim'in de ufak tefek kazaları oluyordu. Genelde başı kurdeleli gezerdi (Gülümsüyor). Kafasını çarpıyordu, tamponla gezerdi kafasında. Kazalar hiç bitmiyordu. Sürekli duyuyorduk o ölmüş bu ölmüş diye. - Siz endişelenmiyor muydunuz peki ciddi bir kaza geçirmesinden? Ben her zaman diyordum, gidişiniz var da dönüşünüz var mı? Tersanelerde çalışanların aileleri arasında her zaman "Bu kadar kelle koltukta çalışıyorlar da bunlar bu kadar mı vicdansız insanlar. Gelin biz eşleri olarak tersaneleri basalım" derdim. Pazartesi günü emekli maaşını aldı. Emekli olalı dört ay olmuştu, ama maaşını almaya pazartesi başlamıştı. Çalışmaya devam edecekti. Etmek orundaydı zaten 400-450 milyon maaşla geçinmek mümkün mü? - Kaza günü neler oldu? Ben sabahları ondan erken çıkıyorum. En son sesini duydum. Kız banyodan sesleniyor, böcek görmüş "Baba, baba" diye bağırıyor. Ben de dinliyorum. "Ne oldu kızım?" diyen sesini duydum en son. Yani ondan son duyduğum "Ne oldu kızım?" oldu. - Nasıl haber aldınız patlamayı? Kazayı 3 saat sonra haber aldım. Büyük oğlumu buluyorlar. İlk, "elinde ampul patlamış, elleri ile yüzü biraz yanmış" dediler. O yüzden rahattık, fazla hasar yok diye. Sonra oğlum gitti. Sonra bana telefon açtı. Ama GATA'da da almamışlar içeriye iki saat bekletmişler sağlık karnesi yanında olmadığı için. 600 milyon para istemişler. Karneyi yetiştirdik öyle tedaviye başladılar. Yani bu insanların hiçbir yerde değeri yok. O gün benim işyerimin önünden geçti ambulans. Dedim "Eyvah yine biri öldü. Meğer bu sefer benim ölümmüş!" - Tersane önünde yapılan eylemde "Sen eşi değilsin, provokatörsün" dediler. Onların insan olmadığını düşündüm. O esnada eşimin çalıştığı yere, onu oraya kapatıp ateşe verebilirdim, eşimin hissettiklerini, yaşadıklarını yaşasın diye. Şu anda kafamdan atamadığım tek şey o patlama anında eşim ne düşündü, ne yaptı, ne kadar acı çekti. Eşim yıllarca emek verdi halbuki. onların ekmeğini yiyoruz, anlaşırız" derdi. Onlar bundan yararlandılar. Onlar sandılar ki şimdi eşi de suskundur. Ama değilim! Limter-İş ile görüşüyoruz. Bu işin peşini bırakmayı hiç düşünmüyorum. Ben hep diyordum, "Yapma. Sessiz kaldıkça bunlar senin tepene çıkıyorlar. Hakkını ara diye. Bu kavgalarımız hep oluyordu. "Emekliliğime az kaldı" diyordu. Ama bunlar zaten sürekli giriş çıkış yapıyorlardı. Sırf bunun için arada bir adamı başka tersaneye gönderiyorlardı. Ben sürekli diyordum, "Niçin sen de katılmıyorsun sendikaya? Katıl hakların olsun." O da "Katılırsam işten atacaklar" diyordu. Hepsi böyle düşünüyorlardı. Ama ne oldu şimdi? - Gelecek için ne düşünüyorsunuz? Bundan sonra ne yapacaksınız? Geleceğe dair plan yapabilecek durumda değiliz. Bebek gelince ben de işten çıkmak zorunda kalacağım. Ersan'ın (büyük oğlu) aldığı 500 milyonla geçineceğiz.
- Ya diğer tersane işçileri, aileleri? Diğer aileler "Aman deli misin, başına iş açacaksın, olan olmuş" diyorlar. Şimdi ben konuşmayacağım, şimdi ben isyan etmeyeceğim de bir daha ne zaman edeceğim? Daha ne olabilir ki? İnsanlar böyle düşündükçe baştakiler neler düşünmez! Ama belki ben başkaldırınca katılan olur, belki bir şeyler değişir diye düşünüyorum. Ben bu olaydan önce de ülkede her şeyin örtbas edildiğini zaten biliyordum. "Fırat'ta bir koyun ölse haberimiz olur" diyorlar ama İbrahim Levent ölüyor kimse bilmiyor. Bir kendimiz biliyoruz, biz kendimiz yanıyoruz. Hâlâ kızıyor eşine Ruhiye Levent. "Keşke" diyor, "Keşke o kadar susmasaydı. Çalış çalış, her gün kaza, ölüm, yaralanma. Hak yok hukuk yok." Yıllarca inanılmaz emeklerle değerler yaratan ve "ayağında ayakkabısı bile olmayan", taşeronları da büyük patronları da çok zengin eden tersane işçilerinin susmalarının sonucunu tek bir cümleyle özetliyor: "Onları adam ettik ama biz adam olamadık!"
'Dondurma yedik en son' Merve 9 yaşında. İbrahim Usta'nın en küçük çocuğu. Küçük oğlu Sefa çok kızdığı için sakinleşsin diye Bursa'ya gönderildi okulu açılana kadar. Ama Merve henüz babasını kaybettiğinin farkında olmadan yanıtlıyor sorularımızı. Neyseki babası üçüncü sınıfa geçen kızının karnesinin hepsinin pekiyi oluduğunu görebilmişti. En son kazadan bir gün önce. emekli maaşını aldığı gün uzun zaman sonra ilk defa gezmeye gitmişlerdi. - Nereye gittiniz babanla en son? Pendik'e gittik, dondurma yedik. Gezdik, geri döndük. Abimin maçı varmış. - Baban gezdirir miydi seni? Beni parka götürüyordu erken gelince. Annemler çalışıyordu. - Akşam geldiği zamanlar çok yorgun oluyor muydu? Oluyordu. Televizyon izliyorduk biz. O uyuyordu.
DAHA ÖNCE DE OLMUŞTU İbrahim Levent'in büyük oğlu Ersan Levent, iki aydır Deri Sanayi Bölgesi'nde çalışıyor. Hastaneye babasının yanına ilk o gitmiş. Babasının bazen iki üç gün hiç eve gelmeden çalıştığını anlatan Ersan, şunları dile getirdi: "Telefon ettiler, ama elinde ampul patladı dediler. Daha önce de olmuştu. Hastanede önümden bir sedye geçti. Anlamadım babam olduğunu. İşçiler falan ayaklanınca o zaman anladım. GATA'ya götürdük. Müdahale edilmedi, sadece sargılar söküldü ve yeniden sarıldı iki saat boyunca sağlık karnesi olmadığı için başka bir şey yapmadılar. Sağlık karnesi gelince tedavi başladı. Çok anlatıyordu bize iş kazaları olduğunu. Onun başına da böyle bir şey geleceğini düşünüyordum."
SENDİKAYLA HAREKET ETSEYDİ Daha önce iki kez İbrahim Levent ile aynı tersanede çalışan Zeki Usta, Levent'in çok çalışkan birisi olduğunu ve genç işçilere örnek gösterilen biri olduğunu anlattı. Usta, Levent'i şu şekilde anlattı. "10 yıldır kendisini tanırım. İki kez aynı tersanede çalıştık. Tersanede onun gibi çalışan çok azdır. Çalışkanlığının yanında çok sessiz birisiydi. Biz işten sonra çay ocağında oturur sohbet ederdik. Bizimle çok az otururdu, evine giderdi. Tersanede kazalara karşı, kuralsızlığa karşı onu da eylemlere çağırdığım zaman, gelemeyeceğini söylerdi. Bana 'Bırak bu işleri başın belaya girecek' derdi. İbrahim Abi gibi çalışması örnek alınan kişiler, sendikayla hareket etseler, birçok işçi kazalara, kuralsızlığa karşı mücadeleye katılırdı."
BİR GÜNDE 44 İŞ KAZASI Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) Sağlık Birimi'nin açıkladığı rakamlara göre 2005 yılında 18 bin 500 işçi müracaatta bulundu. Bunların 10 bin 500'ü iş kazası, kalanlar ise rutin rahatsızlıklardan dolayı sağlık birimine başvurmuş. Bu rakamlara göre 2005 yılında günlük ortalama 29 iş kazası meydana geldi. İş kazalarının 5 bini göze çapak kaçma, 250 tanesi yüksek bir yerden düşerek travma geçirme, diğerleri ise kesik, yanık gibi iş kazaları geçirmiş. GİSBİR sağlık birimine başvuran işçilerin 1200'ü çeşitli hastanelere sevk edilmiş. 2006 yılının ilk altı ayında ise 10 bin 500 işçi müracaat etti. Bunların 8 bini iş kazası. 2006 yılının günlük iş kazası ortalaması ise 44.
Evrensel'i Takip Et