19 Nisan 2006 22:00

Viyana'da bahar ve tanrılar

"Viyana DİDF'in düzenlediği seminer ve kitap şöleni vesilesiyle..." Bizim vardığımız gün aniden bahar da geldi Mozart'ın Viyana'sına. Haliyle hep birlikte sevindik. Doğrusu ya o çok uzun süren kıştan bunalmıştık. Hani özel keyfi uğruna ağaçları kesip biçen kralı, ne yese doymama cezasına çarptırmıştı tanrıça Demeter. İşte emekçilerin gece gündüz kölelik koşullarında ürettiklerini yedikçe açlığı daha da kabaran o kral örneği patronlarla uğraşmaktan da bunalmış gibiydik... Hayır, bahar aniden gelmedi Viyana'ya ve dünyamıza... Latin Amerika'da, her yerde, ama özellikle Paris'te isyancı bahar çoktandır mayalanıyordu. Topraktaki tohum, kuru ağaçlardaki tomurcuk ağır ağır ısınaraktan hazırlandı isyana. İşte mayısa doğru da karanlığın ve kışın susturduğu tohum aniden sıçradı; çatlayıp filizleniverdi!.. Viyana'daki DİDF'li arkadaşlarımızla buluştuğumuzda, kışın ve umutsuzluğun coşkulu bir umuda dönüşüverdiğini gördük. Serpil arkadaş da, Aydın arkadaş da bizleri gezdirdi uzun uzun... Ne çok tanrı, ne çok tanrısal kahraman vardı Viyana'da!.. Egemenlerin köleleri olarak algıladıkları emekçilere kurdurdukları sarayların, konakların ön çatılarına, giriş kapılarına konuşlandırmışlardı onları... Sırf kendilerini güven altına almak için. Çeşmelere, tapınaklara, saraylara yerleştirmişlerdi tanrıları. Ünlerini ve güçlerini büyük kalabalıklara hissettirip onları ürkütmek ve onları direniş refleksleri kırılmış köleler olarak buyrukları altında tutmak için. Çünkü egemenler; insanlar gibi tanrıların da kendi buyrukları altında olduklarını söylüyorlardı hep!.. Hep bunu hissettirmek istiyorlardı kalabalıklara. Saltanatlarının sürekliliği için... Ne var ki yeni çağın egemenleri; tanrıların ve tanrısal kahramanların geçen zaman içinde evrilip çalışanlardan ve emekçilerden yana dönüştüklerinin henüz tam bilincinde değildiler! Tanrıça Atena elindeki kargı ve başındaki zeytin dalından çelengiyle, emekçilerin tanrıçası ve de savaşın değil barışın simgesi olarak bir meydanda yerini almıştı. Gene bir sarayın ön cephesindeki çatıdaki Tanrı Atlas; dünyamızı iki elleri üstünde tutuyordu. "Siz emekçiler, hakkınızı isteyip aldığınızda ve savaşlar bittiğinde dünyayı böyle ellerim üstünde taşımak hiç zor değil!" diyordu! Dünyanın en güçlü kahramanı ve Baştanrı Zeus'un oğlu Herakles önünde de düşündük arkadaşlarımızla. Herakles; insanlığın baş belası dokuz başlı bir canavarı öldürüyordu insanlar adına. Daha nice canavarları öldürecekti zaman içinde. Ne var ki sırtındaki ateşten gömlek onu acılar içinde kıvrandırırken ve babası Zeus'un yanına dönmeden önce çok üzülecekti. Çünkü insanların arasında yeniden türeyecek canavarlar; onların üretttiklerini ellerinden alacaklar, yiyip şişinecekler ve şişindikçe daha da doymaz, daha da acımasız canavarlara dönüşeceklerdi... İşte onları yeryüzünde yok edemediğine çok üzülecekti Herakles. Az ötedeki bir meydanda, bedenini saran çelik kafesin tellerini kopara kopara yattığı yerden doğrulmaya çalışan sakallı bir adama takılıyor gözlerimiz. Kendini sarıp sarmalayan çelik kafesin tellerini kırarken yüzündeki gülümsemeyi, gözlerindeki umudu görmek vardı Viyana'da! Adamın kırdığı çelik tellerin çatırtısınını duyar gibi olduk. Konuşmacı arkadaşlarımız Aydın Çubukçu ve Mehmet Bekaroğlu; söz konusu dokuz başlı bir yaratığın, Afganistan'dan ve Irak'tan başlayarak İran'a, Suriye'ye ve Türkiye'ye doğru yayılıp bütün Mezapotamya coğrafyasında çöreklenme amacında olduğunu bir güzel anlattılar... Güzelim ülkemiz, "kapitalizm" denen küresel canavara peşkeş çekiliyordu. Velhasıl durmadan, çekinmeden direnmek ve bütün emekçilere dayatılacak kölelik yasalarına isyan etmek kalıyordu bizlere... Bunları anlatmaya çalıştık dilimizin döndüğünce... Bizleri bir güzel ağırlayıp Viyana'yla tanıştıran ve savaşımlarıyla bütünleşmiş Aydın'ların, Kurtuluş'ların, Serpil'lerin, Meryem'lerin, Osman'ların...ve adlarını sayamayacağım arkadaşların içtenliği nasıl unutulur ki!.. Emekçilere dayatılan saldırı yasalarına ve emperyalist güçlerin yayılma eylemlerine karşı onların duydukları direniş şevkini, gözlerindeki insan sevgisini ve kardeşçe dayanışma coşkusunu da anlatamam... Kin saçmaya değil, sevgi üretip onu bölüşmek için dünyaya geldiğini söyleyen ve bu yüzden kralın keyfi yasalarına isyan kesilen Antigone'nin sıcaklığı vardı hepsinde... Viyana'dan sevinçle, çok daha çoğalmış olarak döndüm. Zaten daha dönüş yolundayken, Paris'teki gençliğin ve emekçilerin soylu direnişleriyle açan isyan güllerinin de kokusunu coşkuyla duydum...

Evrensel'i Takip Et