5 Ocak 2006 23:00

Nükleerciler hareketlendi

Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan doğalgaz krizi nükleer santral yanlılarını harekete geçirdi. Nükleer enerjiyi alternatif olarak savunan nükleer lobilerinin, Nükleer Güç Satralleri (NGS) kurma girişimlerine Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nu da (TAEK) alet etmeye çalıştığı belirtildi. AKP'nin kadrolaşmaya dönük atamaları sonucu TAEK de bu santrallere olur verir hale getirilirken, kurumda, nükleer santrallere karşı olan Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) üyelerine karşı sürgün ve baskı uygulandığı bildirildi. Nükleer Güç Santralleri ve TAEK'teki yapılanmaya ilişkin dün bir basın toplantısı düzenleyen ESM Genel Başkanı Kemal Bulut, Türkiye'de bu santrallerin yeniden dayatılmaya başlandığını söyledi. Türkiye'nin doğal enerji kaynakları yeterli iken, dışa bağımlı, çok daha pahalı, "al ya da öde" garantili doğalgaz çevrim santrallerini dayatan lobilerin şimdi de NGS'ni dayattığını belirten Bulut, TAEK'in de buna alet edildiğini dile getirdi.

Kurumun bağımsızlığı kaldırıldı Türkiye'nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre, NGS'ni inşa etmek ve işletmekle yükümlü kuruluş ile yer seçimi dahil her türlü aşamasının kontrol ve denetiminden sorumlu kuruluşun birbirinden bağımsız olması gerektiğini kaydeden Bulut, bu santrallerin yapım ve işletmesinin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nda; yer seçimi ve işletimi dahil tüm aşamalarındaki kontrol ve denetim görevinin ise 2690 sayılı Yasa'yla doğrudan Başbakan'a bağlı olarak TAEK'e verildiğini söyledi. Ancak TAEK'in, 22.11.2002 tarihli Başbakanlık Tezkeresi'nin Cumhurbaşkanı'nın onayı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na bağlanarak bağımsız yapının ortadan kaldırıldığını kaydeden Bulut, "TAEK'in bağımsızlığının ortadan kaldırılarak, NGS'lerin yapım ve işletmesinden sorumlu Enerji Bakanlığı'na bağlanmasının son derece yanlış ve tehlikeli bir karar olduğunu" söyledi.

Danıştay kararı uygulanmıyor TAEK Başkanı Okay Çakıroğlu'nun da NGS'nin gerekliliğinden bahsettiğine atıfta bulunan Bulut, TAEK'teki yetki devri ve icraatların Meclis gündemine de taşındığını dile getirdi. Danıştay 5 ve 11'inci dairelerinin ortak kararında, "yasayla verilen yetkinin ancak yasayla mümkün olması ve Enerji Bakanı'na yetki tanıyan bir yasal düzenleme bulunmaması karşısında, söz konusu devrin yetki yönünden hukuka uygunluğu bulunmadığı"nın belirtildiğine işaret eden Bulut, yargının bu kararına rağmen bu konuda yasal düzenleme yapılmadığı, TAEK'in tezkere ile Enerji Bakanlığı'na devir kararının uygulandığını hatırlattı. TAEK Başkanı Okay Çakıroğlu'nun, başkanlık vasıflarını taşımadığını kaydeden Bulut, Çakıroğlu tarafından işe alınan 10 kişinin de aynı şekilde usulsüz olarak göreve başlatıldığını savundu. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Raporu'nda 27 personelin kadro karşılığı sözleşmeli statüye geçirilmesinin uygun olmadığına yer verildiğine de dikkat çeken Bulut, Çakıroğlu'nun göreve geldiği günden bu yana çok sayıda personeli geçici görevlendirdiğini söyledi.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Olan yine yoksula olacak Özer Akdemir İzmir'deki sağlık ocaklarına 13 Aralık 2005 tarihinde Sağlık İl Müdürlüğü tarafından gönderilen "acele" kodlu yazı, hızla İzmirli hekimlerin gündemine oturdu. Yazı sağlık ocağında çalışan hekimlerden "aile hekimliği eğitimi" almak isteyip istemediklerini soruyor, yanıtın en geç 19 Aralık 2005'e kadar verilmesini istiyordu. Yazıyla ilgili olarak İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu ve Pratisyen Hekimlik Derneği İzmir Şubesi Yönetim Kurulu'nun çağrısı ile 15.12.2005 tarihinde 100 hekimin katılımıyla İzmir Tabip Odasında bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıda, sağlık çalışanlarına "Aile doktorluğu işletmeciliği"ne gönüllü olmamaları yönünde çağrı yapıldı. Bu toplantının ardından sağlık çalışanlarının örgütleri İzmir Tabip Odası, Pratisyen Hekimlik Derneği, SES ve Türk Hemşireler Derneği ortak bir dizi eylem ve etkinlik gerçekleştirdi. Sağlıkçılar, Sağlık İl Müdürlüğü'nün aile hekimliği ile ilgili yazısına karşı bir hamle yaparak "aile hekimliğini isteyip istemediklerini" konusunda sağlık çalışanları arasında referandum yapma kararı aldıklarını açıkladılar. Sağlıkçılar bu sistemin, soysal devletin temel görevlerinden olan sağlık hakkını referandumla, Sağlık İl Müdürlüğü'nün engelleme girişimlerine rağmen çeşitli sağlık birimlerine kurulan sandıklarla gerçekleştirdi. Tam da Başbakan'ın "Gavur İzmir" gafını yaptığı günlerde yapılan referandum sonucunu sağlıkçılar bu söze gönderme yaparak "İzmir gavurluğunu yine yaptı" biçiminde esprili bir söylemle açıkladılar. Referandumda Bornova, Dikili, Çeşme, Güzelbahçe, Urla, Gaziemir, Menemen, Balçova, Buca, Karşıyaka, Çiğli, Ödemiş, Konak, Torbalı, Kemalpaşa, Tire, Bergama, Bayındır, Menderes, Kınık ilçeleri ile İzmir Tabip Odası'nda kullanılan oyların yüzde 94.5'i 'hayır' oldu.

'Model' İzmir olmalı Referandum sonrası görüştüğümüz İzmir Tabip Odası Başkanı Zeki Gül, "Aile Hekimliği" projesinin alternatifinin İzmir'deki sistem olduğunu söylüyor. İzmir'de uygulanan modelin geliştirilmesi gerektiğini belirten Gül, sağlıkla ilgilenen yerel ve Bakanlık yetkilileri tarafından İzmir ilinin her zaman yürüttüğü çalışmalarla diğer illere örnek gösterildiğini hatırlatıyor. Gül, "Her türlü eksikliklerine rağmen eğer yeteri kadar yaygın sağlık ocağı bulunur, hekim ve diğer sağlık çalışanı ile güçlendirilir, altyapı olanakları sağlanırsa, başta doğurganlık hızları, bebek ve anne ölümleri, aşılama oranları olmak üzere gelişmiş ülkelerinkine yakın sağlık ölçütlerine ulaşılabilmektedir. Bu anlamda da mevcut sağlık ocağı sisteminin sadece geliştirilmesi ve desteklenmesi yeterlidir" diye konuşuyor. Hükümetin Düzce'nin sonuçlarına bakmadan uygulamayı 10 ile daha yaymasının bilimsel dayanaktan yoksun olduğunu söyleyen Gül, "Tıpkı hızlı tren faciasında olduğu gibi Türkiye sağlık ortamında da hazin sonuçlarla karşılaşılması olasıdır" diyor. İzmir Tabip Odası Sekreteri Dr. Zafer Şişli, Sağlık'ta Dönüşüm Programı"nın Dünya Bankası tarafından Türkiye'ye dayatılan projelerden birisi olduğunu hatırlatarak, projenin sağlık hizmetini özel sektörün vermesi, finansmanının vatandaş tarafından karşılanması ve devletin ise sadece denetimden sorumlu olmasını öngördüğünü dile getiriyor. Sağlıkta dönüşüm programının ilk kısımda herkesin verebildiği primi kadar sağlık hizmetine ulaşabileceğini dile getiren Şişli, sistemi çok kullananın bir sonraki yıl değerlendirmede daha çok prim ödeyeceğini, az kullananın ise araba kaskosunda olduğu gibi "hasarsızlık indirimi" benzeri, daha az prim vereceğini aktarıyor. Şişli "Yetersiz beslenme, barınma ve çalışma koşulları nedeniyle toplumun yoksul kesimlerinin en çok hasta olduğu göz önüne alınırsa, bu sağlık sistemine en çok başvuranların yoksullar olduğu ortaya çıkıyor. Böylece bir sonraki yıl daha çok prim ödemek zorunda kalıyorlar" diye konuşuyor.

Küçük bir azınlığın çıkarı için… Sağlıkta dönüşümün üçüncü ayağını oluşturan "Aile Doktorluğu İşletmeciliği'nin birinci basamakta bireysel işletmeler kurulması ve bunların rekabete sokulması olduğunu söyleyen Pratisyen Hekimlik Derneği İzmir Şube Başkanı Hasan Değirmenci, bu sistemle, piyasanın değer yargılarının hegemonyasına itilen bir sistem getirilmek istendiğini söylüyor. Değirmenci, ülkeyi teknoloji çöplüğüne döndüren bir anlayışın yerleştirilmek istendiğini belirtiyor. Değirmenci, "Bu sistemi getirebilmek için, 5 bin 500 sağlık ocağı, 11 bin sağlık evinin bir çırpıda yok edilmek istenmesi ise akıl ve vicdanları boğmaktadır" diye konuşuyor. Aile Hekimliği'ne karşı olduklarını açıklayan sağlık çalışanlarının bir diğer örgütü Türk Hemşireler Derneği İzmir Şube Başkanı Çiğdem Kurcan, sistemin yaşama geçirilmesiyle iş güvencesi kalmayan hemşirelerin, doktorların yanında "çalışan" sıfatıyla ve çok ağır koşullarda çalıştırılmak istendiğine dikkat çekiyor.