26 Aralık 2005 23:00

BIEDERMANN VE KUNDAKÇILAR
   İki uyarlama, bir özlem...

Yorumlamak; hele de "yorum"a açık metinlerde elbette tiyatro yönetmenleri için tercih edilen bir yol. Hatta, yorumu aşan "uyarlama"lar da, mesajı güncelleştirmek için gözardı edilemeyecek bir yöntem. Max Frisch'in faşizmin yükseliş nedenlerini sorguladığı "Biedermann ve Kundakçılar", böylesi metinlerden biri. Frisch, Nazi faşizminin yükselişine tepkisiz kalan orta sınıftan kalkarak, vurdumduymazlığı, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" fikrini, değişimden duyulan korkuyla içine düşülen aymazlığı sorguluyor. Kundakçılardan korunmak için iki kundakçıyı evine alan ve ısrarla onların kundakçı olduğunu görmek istemeyen bir orta halli yurttaşın öyküsüdür bu. Bu karagüldürü, yazıldığı dönemde de, bugün de farklı yorumlarla izleyicilerin karşısına çıkabiliyor. Oyunu sahneye koyanın bulunduğu ülkeye, ideolojik ve sanatsal tercihlerine göre; "Biedermann" kimi zaman Amerikalı bir işadamı, kimi zaman bir İngiliz aristokrat, kimi zaman da George Bush olarak yorumlanabiliyor. Bugün İstanbul sahnelerinde perde açan iki "Biedermann ve Kundakçılar" var. Biri Genco Erkal'ın uyarladığı ve yine Erkal'ın yönetiminde Dostlar Tiyatrosu'nun sahnelediği "Aymazoğlu ve Kundakçılar", diğeri Yavuz Pekman'ın uyarladığı ve Semaver Kumpanya'nın Ayşenil Şamlıoğlu yönetiminde sahnelediği "Süleyman ve Öbürsüler". Bu iki oyun arasındaki "derin uçurum", sadece bir yorum farkı olmasa gerek.

Süleyman ve Öbürsüler Geçen yıl perde açmaya başlayan "Süleyman ve Öbürsüler", Frisch'in gözler önüne serdiği "tehdit" ve "vurdumduymazlığı", soyut kavramlarla alıyor. "Korku", "iyi ve kötü" bu yorumun anahtar sözcükleri. Oyunu yeniden yazan Yavuz Pekman, "Kötülüğün en kötüsü, iyinin yozlaşmışıdır. Bugün iyi, doğru, güzel diye bildiğimiz her şeyin anlamının değiştiği bir çağda yaşıyoruz" diyerek, eleştiri oklarını bugünün yozlaşmış ilişkilerine, en kötünün en eğlenceli bulunduğu, giderek kötünün sıradanlaştığı bir çağa yöneltiyor. "Süleyman ve Öbürsüler"de, Max Frisch'in mesajı silikleştirilmiş, faşizm vurgusu soluk kalmış belki; ama "kötü" olarak algılanıp "korku" duyulan her şey yoruma dahil edilmiş. Yavuz Pekman'ın yeniden yazımı dışında, Yönetmen Ayşenil Şamlıoğlu da, oyunu bir kara güldürü olmaktan çıkarıp, canlı bir komediye dönüştürmüş. Bol oyunculu, bol müzikli, gırgırı şamatası hiç eksik olmayan tempolu bir oyun çıkarmış ortaya. Elbette, bu tutumda Semaver Kumpanya'nın genç ve yetenekli oyuncularının katkısı büyük. Müzikleri Can Atilla'ya, müzik direktörlüğü Çiğdem Erken'e, dekoru Hakan Dündar'a, kostümleri Funda Çebi'ye ait olan oyunda, Cihan Yöntem'in hareket düzeni dikkate değer. Gırgır ve şamatanın yoğunluğu, asıl mesajı yer yer örtüyor olsa da, farklı ve renkli bir yorum bu.

Aymazoğlu ve Kundakçılar Genco Erkal ise, uyarlayan ve yöneten olarak imza attığı "Aymazoğlu ve Kundakçılar"da, oyunu fazlasıyla "somut"luyor. Oyunun odağındaki tehdit algısını "şeriat"a odaklayarak, abartılı karakterler ve yer yer yeniden yazarak yaptığı müdahalelerle, bugünün Türkiye'sini doğrudan hikâyenin odağına oturtuyor. Max Frisch'in "Biedermann ve Kundakçıları"nı Amerika'nın ve Türkiye egemenlerinin "en büyük tehdit" ilan ettiği "dinci gericilik"e karşı savaşta cepheye süren bir tutum bu. Aynı zamanda, gerçeği salt görmek istediği gibi algılayan ve ırkçı rüzgarlarla ülkenin süreklenmeye çalıştığı kardeş kavgasını yok sayan bir tutum. Max Frisch, oyununu "didaktik olmayan bir öğreti" olarak tanımlamış olsa da, Genco Erkal fazlasıyla didaktik bir yorumdan kaçınmıyor. Genco Erkal, Meral Çetinkaya gibi usta oyuncuları bir araya getiren oyunun tasırımı Claude Leon'a, müziği Tolga Çebi'ye, dramaturjisi Zehra İpşiroğlu'na ait. "Şeriatçı" olarak yorumlanan Tosun karakteri ile usta bir oyunculuk sergileyen Erdem Akakçe, oyunun genç ve ağır topu olarak göz dolduruyor. Diğer kundakçı (Metin Coşkun) ise, "Madımak Oteli'nin şef garsonu" sıfatıyla oyunun ana çıkış noktalarından biri. Erkal'ın "Aydın hoca" diye hitap ettiği öğretim görevlisi karakteri ise, Genco Erkal'ın yorumundaki "iyi ve kötü" zıtlığındaki keskinliğin nerelere kadar uzandığını gösteren önemli bir unsur. Sonuç olarak, İstanbul sahnelerinde biri ana mesajı soluklaştıracak, apolitikleştirecek kadar "soyut", diğeri ana mesajı tahrif edecek kadar "somut" iki "Biedermann ve Kundakçılar" uyarlaması perde açıyor. Hangisi doğru sorusunun yanıtı hiç de zor değil. Bugünün dünyasını ve elbette ülkemizi tehdit eden "milliyetçilik" rüzgarlarını, linçleri, kardeşliğe ve demokrasiye duyduğumuz özlemi çıkış noktası olarak alan bir üçüncü uyarlama da olsa, ne güzel olur... Sorunun yanıtını da teredütsüz verebiliriz o zaman...

Evrensel'i Takip Et