02 Mayıs 2005 21:00

Keyfimden sinema yapmıyorum

Genç yaşında pek çok ödül sahibi yönetmen Nuray Şahin, "Tüyü Takip Et" isimli filmiyle 8. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'ne katılacak.

Paylaş
Yönetmen Nuray Şahin, "Tüyü Takip Et" isimli filmiyle 5-15 Mayıs arasında düzenlenecek olan 8. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'ne katılacak. 1994 yılında Almanya'ya yerleşerek Berlin'de Alman Film Akademisi'ni (DFFB) bitiren Şahin, 'Güneş Kadar Uzak', 'Dar+', 'Son Kurşun' ve 'Lotus Çiçeği' isimli filmlere imza attı. 2004'te 29 ülkeden 49 filmin yarıştığı Mannheim- Heidelberg Film Festivali'nde "İzleyici Ödülü"nü alarak filmin genç oyuncusu Peygah Ferydoni ile dikkatleri üzerlerine çeken yönetmen, 2005 yılında Ankara Film Festivali'nde Umut Veren Yeni Yönetmen ve Umut veren Yeni Senaryo Yazarı ödüllerinin de sahibi oldu. 28 yaşındaki Şahin, bu filmiyle Türkiye'den Almanya'ya gelen ailelerin parçalanışını konu alıyor. Genç yönetmen Nuray Şahin, sorularımızı yanıtladı.

Yönetmenliğe nasıl adım attınız? Çocukluğumdan bu yana hikâye yazmayı çok severim. Film yapmaya karar verdiğim zaman önce yönetmen kimdir, ne yapar diye sordum ve araştırmaya başladım. Berlin'de yaşıyorum. Alman Film Akademisi'ni (DFFB) bitirdim. Çok özel ve zor bir meslek olduğunu gördüm. Yani biraz da doğuştan gelen ve yetenek isteyen bir şey yönetmenlik.

Sizi kamera arkasına çeken en büyük etken neydi? Yazdığım şeyleri canlandırma ve herkesle paylaşmak arzusu. Kamera arkası, demin bahsettiğim gibi zor ama o kadar da eğlenceli ve yaratıcı bir şey. Kamera arkasında bir dünya yaratıyorsunuz. Çok büyük bir saygıyla yapılırsa o oranda da güzel seyler çıkar ortaya. Filmin çekiminde bazı trajik sahnelerde ağlamamak için kendimi zor tuttuğum anlar da oldu. Yazdığım senaryolar bazen kendi yaşadığım hikâyelerden oluştuğu için oyuncuları o havaya sokup onlara o anı yaşatmak çok etkileyici ve anlamlıydı.

Filminizin adını neden "Tüyü Takip Et" koydunuz? Tüyün bizim ailede özellikle beni çok etkileyen bir hikâyesi ve anlamı var. Dedem Alevi dedesidir. Ölüm döşeğinde hep tavana bakıp elleriyle bir şey yakalamak isteyen dedeme annem ne yapıyorsun diye sordu. Dedem de "Ben bir tüy görüyorum, eğer onu yakalayabilirsem iyileşeceğim, ama yakalayamazsam öleceğim. Ben öldükten iki gün sonra o tüy sizin yanınıza gelecek, onu alın ve saklayın" dedi. Dedem öldü ve tüy gerçekten iki gün sonra odanın içinde belirdi. Ben bu hikâyenin etkisinde kalarak yıllar sonra bu filmi çektim ve tüyü anlattım ve takip ettim. "Tüyü Takip Et!", yani kendini bul, doğru yoldan şaşma diye de açıklanabilir. Tüy bir yaşamı simge ediyor. İnsan doğduğunda aldığı ilk nefesi ölürken verirmiş. Onun simgesi. Aynı zamanda kendine yönelik bir arayış, daha doğrusu insanın kendisine yakınlaşması ve erişkinliğe giden doğru yolu takip etmesi...

Filminizden bahsedebilir misiniz? Ana fikir; Almanya'ya göç edip çocuklarını geride bırakanların çocuklarının hikâyesi. Tabii ki çok tipik bir aileyi konu almadım. İşin biraz zoruna kaçıp daha değişik, modern, karmaşık bir aileyi aldım. Başkarakter Helin, Tunceli'de babası ve ninesiyle yaşıyor. Babası ölüm döşeğindeyken ona "Ben öldükten sonra bir tüy göreceksin onu al ve Berlin'e annenin yanına git" der. Helin Tunceli'den Berlin'e annesini ve ablasını bulmaya gidiyor. Annesi bir Almanla evli, ablası lezbiyen. Annesinin sahibi olduğu İtalyan restoranında kendilerini İtalyan diye tanıtıyorlar. Filmim benim sinema okulundan mezuniyet çalışmam. Bunun için değişik bir şey olmasını istedim. Çünkü mezuniyet filmleri çekilirken öğrenciler daha özgür bırakılıyor ve ben de bu şansı kullanıp bizim Alevi kültürünü rüyalarla Berlin'den anlatmaya çalıştım. Normalde böyle bol rüyalı film yapamazdım.

Kendi hikâyenizden yola çıkarak yaptığınız bir film diyebiliriz o zaman... Helin karakterinin bana benzer yanları var. Ama ben bu filmi yazarken evrensel olmaya çalıştım. Kendimi anlatmak gibi bir şeye saplanmadım. Ben alevi kültürüyle büyüdüm. Benim küçüklüğüm Dersim'in bir köyünde geçti ve o zamanlar televizyon filan yoktu, insanlar doğadan başka bir şey de tanımıyorlardı. Yani şanslı bir ortamda büyüdüm.

Rüyalara yer vermenizin nedenini açıklayabilir misiniz? Dersim'de yaşayan Aleviler rüyalara çok önem verir, bütün doğa inançlı toplumlarda olduğu gibi. Aslında şamanist olan Anadolu toplumunun her kesiminde bunu görebilirsiniz. Ama onlar Aleviler kadar doğal kalamamışlar. "Tüyü Takip Et" deki rüya sahneleri benim gördüğüm rüyalarımın realizesi. Başkarakter Helin'in yaşındayken gördüğüm rüyalardı. Ergenlikten yetişkinliğe geçişin bir yansıması ya da bilinçaltında bu paralelle iç psikolojiyi dengede tutmak ve arayışı orada bulmak. Rüyalar bize çok şey anlatır.

Kadın ilişkileri öne çıkıyor filminizde. Sinemada kadına bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz ve kadına özel bir dil yaratmayı amaçlıyor musunuz? Bildiğiniz gibi çok kadın yönetmen yok. Zaten yönetmenin kadın olması bir çözüm değil, kadın filmi yapmış olmak için. Birçok kadın filmi izledim tam erkek kafasıyla çekilmiş. Bir fark yok. Bu bir şey getirmez. Kadın filmi bence kadın olarak düşünülen ve yapılan hikâyelerdir. Zaten dünyaya erkekler egemen. Biz kadınlar ancak bizden ne isteniliyorsa onu yapıyoruz. Tam köleler gibi... Her toplumun kadından kendi ortamına göre bir bekleyişi var. Ve biz kadınlar ne bekleniliyorsa onu veriyoruz. Bence kadınların derin bir nefes alıp düşünmeleri lazım. Ben de bunu filmlerimde göstereceğim. Ama bu demek değildir ki erkeklere karşı feminist filmler yapmak istiyorum. Ben bütün insanları ayırmadan, onları anlamaya çalışıyorum. Erkek veya kadın, iyi ya da kötü insan olarak değil.

Keyfinizden film yapmadığınızı söylüyorsunuz. Sinema sizin için ne ifade ediyor? Evet, keyfimden sinema yapmıyorum. Çok büyük yoksullukla sinema okudum. Hâlâ bir kazancım yok. Ama beni bu yoldan ayırmayan fikirlerim ve senaryolarım var. Ben kendimi sinemada güzel meyveler verecek olgunlukta hissediyorum. Ben on yıldır film işinin içindeyim, daha çocuk denilecek yaştan beri de tiyatronun. Film bir akıl işi tiyatro yürek işi diye düşünüyorum. Tiyatroya aşık olup, ona dört elle sarılmanız lazım. Filmde akıllı olup onu kullanmanız lazım. Ben ikisini birleştirip sinemaya adadım kendimi. Çoktandır tiyatro yapmıyorum, çok özledim ve bir gün tekrar yapacağım. Sinemada beni büyüleyen aklımı alan bir şey var. O da zekanın teknolojiyi kullanması. Hislerinizi rüyalarınızı alıp teknik aracılığıyla yaratıcı duruma geçiriyorsunuz. Bu inanılmaz bir şey.

Alman Yönetmen Hannes Stöhr'ün "Avrupa'da Bir Gün" isimli filminde de oyunculuk yaptınız. Bu filmde nasıl bir karakteri canlandırdınız ve Türkiye'de gösterime girecek mi? Hannes Stöhr'ün "Avrupada Bir Gün" filmi Almanya'da vizyona girdi . Yaklaşık 15 ülkede vizyona girecek, bu ülkelerden birisi ise Türkiye. Filmde bir kadın polis karekterini oynadım. İlk başta zor oldu, ama İstanbul'da bir karakola gidip bir komiserle görüştüm. Bana emrindeki kadın polislerle nasıl davranmam gerektiğini öğretti. Oyunculuğu çok seviyorum. Yaratmanın başka bir açısı var. Tiyatroyu biraz yaşayabiliyorum oynarken ve bu beni çok mutlu ediyor. Kesinlikle oyunculuğa devam etmeyi düşünüyorum.

Bir belgesel iki uzun metrajlı film hazırlığı içerisindesiniz. Bunlardan bahsedebilir misiniz? Yeni projelerim var. Aleviliğin özünü anlatan bir belgesel çekmek istiyorum, bir de İstanbul, Tunceli ve Berlin'de geçen bir macera filmim var. Daha başka projelerim de var, onları bir an önce hayata geçirmek benim için çok önemli. Senaryo yazmaya devam ediyorum ve projelerimin yapımı için uğraşıyorum. Bir de Berlin'e ilkbahar çok güzel geldi, onu yaşıyorum. Ayrıca filmimin dünya dağıtımcısı Bavaria. Umarım Türkiye'den ilgilenen bir dağıtım şirketi çıkar da film vizyona girebilir. İlgilenenler Bavaria ya başvursun. Filmin orijinal adi: " Folge der Feder!"

ÖNCEKİ HABER

Uçan Süpürge'de aşk var!

SONRAKİ HABER

Sanat aksesuar değildir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...