4 Şubat 2003 22:00
Kürt sinemasının iki yakası
Kürt sineması ile ilgili olarak düşündüğünüzde kurşunların yağdığı İran Kürdistan'ındaki katliamın Samira Makhmallaf'ın Karatahtası'nda işlenmesi, veya Bahman Ghobadi'nin "Sarhoş Atlar Zamanı"nda sıfırın altında sıcaklıkta katledilen öksüz ve yetimlerin İran-Irak savaşında öldürülmesini aklınıza getirebilirsiniz. Ya da Jano Rosebiani'nin "Jiyan" adlı filminde 1988'de Saddam'ın Halepçe'de kimyasal, biyolojik silahlarla öldürülme konusunu işlediğini şaşkınlıkla karşılamayabilirsiniz. Fakat kesinlikle Türk Filmi "Büyük Adam Küçük Aşk"ın kurgusunu beklenmedik bulmuşsunuzdur. "Büyük Adam Küçük Aşk" aralarında hiçbir bağ olmayan huysuz yaşlı bir adam ile dik başlı 5 yaşında bir kızın hikâyesini işliyor. Fakat bazıları yine de filmin Türkiye'nin güvenliğini tehdit ettiğini düşündü. Daha geçtiğimiz yıl, polisin isteği üzerine, Kürt sorununa politik olarak nasıl yaklaşıldığını gösteren filmin gösterimi Türkiye'de yasaklandı. Filmin yönetmeni Handan İpekçi, Türkler ve Kürtlerin Anadolu'da yüzyıllardır yan yana barış içinde yaşadıklarını ifade ediyor. Ve hâlâ bölge illerinde bu durumun genel olarak sürdüğünü de söylüyor. "O kadar birbirlerine karışmış toplumlardır ki, gerçekten Türk halkı ve Kürt halkı diye bir şey söyleyemezsiniz" diyor İpekçi. Ama, son yıllarda ülkenin güneydoğusunda devlet güçleri ile Kürt gerillalar arasındaki savaşın Türkiye'nin kurulduğu tarihlerden kalma "bir politik hata"dan kalma olduğunu anlatıyor İpekçi. Bölgenin o tarihten bu yana ihmal edildiğini Kürt köylülerinin feodal sisteme mahkûm bırakıldıklarını kastediyor. Bir diğer önemli faktör ise Kürt dilinin Türkiye'de yasaklı olması. İpekçi sonuç olarak "Benim için Kürtler ile ilgili film yapmamak mümkün değildi" diyor.
Genel olarak optimistik bir film olmasına rağmen filmin polis baskını sahnesinde yargısız bir şekilde suçsuz bir kadının öldürülmesi ile ilgili olarak filmin yasaklanması gündeme geldi. Bu sahne filmin Ocak 2001'de gösterime girdikten sonra yasaklanması için yeterli bir sebep olmuştur. Festivallerde ödüller almasına ve Akademi ödülleri için Türkiye'nin adayı olsa bile!
İpekçi dava açarak en sonunda kararın değişmesini sağladı sağlamasına ama bu favori gösterildiği İstanbul Festivali'nde ulusal ödül için katılma fırsatını yitirmesini engelleyemedi. İpekçi bu düşkırıklığı ile ilgili hayli düşünceli. "Büyük adam küçük aşk" onun gösterimi için mücadele verdiği ilk film değil. 1980 askeri darbesini bir çocuğun gözüyle anlattığı "Babam askerde" adlı filmi hiçbir Türk şirketi tarafından kabul edilmediği için gösterime girememişti. İpekçi sonuç olarak olan bitenleri "trajikomik" olarak değerlendiriyor.
Köklü sorunlar Jiyan filminin yönetmeni Jano Rosebiani'nin otorite ile çok daha köklü sorunları var. Irak Kürdistan'ında film çekmek kendi ifadesiyle olanaksız. O yüzden dijital kamerasını kaçakçıların yardımıyla Türkiye'deki Kürt illerine getirmek zorunda kalıyor. Kiarostami'nin "The Wind Will Carry Us" filminde olduğu gibi Jiyan'da da köy asıllı kentli bir adam Kürdistan'da bir küçük köye gider. Rosebiani'nin kahramanı 1975'teki Kürt ayaklanmasının ardından Amerika'ya kaçmış ve olaydan sonra ilk defa geri dönmüştür. Amacı Halepçe'deki çocuklar için bir yetimler yurdu inşa etmektir. Bir Kürt-Amerikan yapımı olan filmde Rosebiani kişisel hikâyelerin üzerinde hayli durur. "Ben Kürt yaşantısı, kültürü ve Kürtlerin yaşadığı sorunlarla ilgili bir pencere açmak istedim. Bir Kürt ve film yapımcısı olarak bunun benim görevim olduğunu hissettim. Kısacası yetimler yurdu yapan karakterin yaptıkları aslında benim Jiyan'ı yapmam ile aynı amacı taşıyor" diyor Rosebiani. Rosebiani'nin Halepçe'de yaşaması 12 yaşında engellenmiş. O zamanlarda su kaynakları ve bitkiler hâlâ kimyasal, biyolojik pislikler barındırmaktaydı. Başka Kürt illerinde keşfe çıkmak yerine Halepçe'den çevresinden bilgiler alabilmiş. Herhalde şüphe yok ki, saldırının insanlığa verdiği zararlar Rosebiani'nin filmlerinin politik mücadele anlamını taşımasına neden oluyor. Kiarostami, Mohsen ve Samira Makhmalbaf gibi Kürt meslektaşlarının da aynı nedenle bu tarzı benimsediğini ifade ediyor. "İran filmleri şiirsel ve imgeseldir. Bir Kürt film yapımcısı da asıl olarak sanat yapmaya çalışmalıdır. Ama aynı zamanda bizim dünyaya bu insanların içinde oldukları durumu anlatmak gibi acil bir görevi de var" diyor Rosebiani. Bunun yanında Kürt sinemasının hâlâ bulunmadığını söylüyor. Fakat Türkiye'deki Kürt filmlerinden yükselen sinematik sesten umutlu olduğunu olduğunu da ekleyerek bunun Irak Kürdistan'ı için de olumlu etkiler yaratacığının altını çiziyor. "Onların kendi kitaplarını basma, şiirlerini yazma özgürlükleri yoktu. Ama son on yılda bu tip şeyleri yapabiliyorlar. Yüzlerce kitap bastılar ve televizyonlar, radyolar açtılar." Irak Kürdistan'ında film yapmak genel olarak video ile sınırlı. Fakat bunun yanında ulusal bir üniversitenin film akademisi bölümü açması için planlar da mevcut. "Herkes bunu onaylıyor ve önümüzdeki aylarda bunun ilk ürünlerini göreceğiz" diyor Rosebiani.
(The Guardian'dan çeviren Ziya Özışık)
Köklü sorunlar Jiyan filminin yönetmeni Jano Rosebiani'nin otorite ile çok daha köklü sorunları var. Irak Kürdistan'ında film çekmek kendi ifadesiyle olanaksız. O yüzden dijital kamerasını kaçakçıların yardımıyla Türkiye'deki Kürt illerine getirmek zorunda kalıyor. Kiarostami'nin "The Wind Will Carry Us" filminde olduğu gibi Jiyan'da da köy asıllı kentli bir adam Kürdistan'da bir küçük köye gider. Rosebiani'nin kahramanı 1975'teki Kürt ayaklanmasının ardından Amerika'ya kaçmış ve olaydan sonra ilk defa geri dönmüştür. Amacı Halepçe'deki çocuklar için bir yetimler yurdu inşa etmektir. Bir Kürt-Amerikan yapımı olan filmde Rosebiani kişisel hikâyelerin üzerinde hayli durur. "Ben Kürt yaşantısı, kültürü ve Kürtlerin yaşadığı sorunlarla ilgili bir pencere açmak istedim. Bir Kürt ve film yapımcısı olarak bunun benim görevim olduğunu hissettim. Kısacası yetimler yurdu yapan karakterin yaptıkları aslında benim Jiyan'ı yapmam ile aynı amacı taşıyor" diyor Rosebiani. Rosebiani'nin Halepçe'de yaşaması 12 yaşında engellenmiş. O zamanlarda su kaynakları ve bitkiler hâlâ kimyasal, biyolojik pislikler barındırmaktaydı. Başka Kürt illerinde keşfe çıkmak yerine Halepçe'den çevresinden bilgiler alabilmiş. Herhalde şüphe yok ki, saldırının insanlığa verdiği zararlar Rosebiani'nin filmlerinin politik mücadele anlamını taşımasına neden oluyor. Kiarostami, Mohsen ve Samira Makhmalbaf gibi Kürt meslektaşlarının da aynı nedenle bu tarzı benimsediğini ifade ediyor. "İran filmleri şiirsel ve imgeseldir. Bir Kürt film yapımcısı da asıl olarak sanat yapmaya çalışmalıdır. Ama aynı zamanda bizim dünyaya bu insanların içinde oldukları durumu anlatmak gibi acil bir görevi de var" diyor Rosebiani. Bunun yanında Kürt sinemasının hâlâ bulunmadığını söylüyor. Fakat Türkiye'deki Kürt filmlerinden yükselen sinematik sesten umutlu olduğunu olduğunu da ekleyerek bunun Irak Kürdistan'ı için de olumlu etkiler yaratacığının altını çiziyor. "Onların kendi kitaplarını basma, şiirlerini yazma özgürlükleri yoktu. Ama son on yılda bu tip şeyleri yapabiliyorlar. Yüzlerce kitap bastılar ve televizyonlar, radyolar açtılar." Irak Kürdistan'ında film yapmak genel olarak video ile sınırlı. Fakat bunun yanında ulusal bir üniversitenin film akademisi bölümü açması için planlar da mevcut. "Herkes bunu onaylıyor ve önümüzdeki aylarda bunun ilk ürünlerini göreceğiz" diyor Rosebiani.
(The Guardian'dan çeviren Ziya Özışık)
Evrensel'i Takip Et