13 Ocak 2003 22:00
Dış politikaya asker müdahalesi
Son birkaç gün boyunca yoğun olarak 'ordunun politikaya müdahalesi' konuşuldu. 'Yüksek Askeri Şûra kararları' ve 'türban' konusunda yeni kayıkçı dövüşlerinin fitilinin ateşlendiğini gösteren 8 Ocak tarihli kokteyl ve Genelkurmay yönetimince yapılan açıklamalar bir başka gerçeği; ordunun dış politikaya 'dolaysız müdahalesini' de ortaya koyuyordu.
Orgeneral Hilmi Özkök ve Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Kıbrıs'tan Türkmenlere, AB'den Irak müdahalesine kadar geniş bir çerçevede 'olması gerekenleri tavsiye ederken' kendilerinin dış politika süreçlerindeki ağırlıklarını 'mütevazı' cümlelerle ifade ettiler.
Oysa ordunun iç politikaya yönelik olduğu gibi, Milli Güvenlik konseptleri ekseninde tanımladığı dış politikaya dönük anlayışlarının da mevcut olduğu ve zaman zaman konseptin ötesine taşarak 'özel inisiyatifler' dahi geliştirdiği (Bosna'ya gizli askeri yardım, İsrail'le gizli ittifak, Orgeneral Kıvrıkoğlu'nun Rusya ile imzaladığı gizli işbirliği protokolleri gibi) biliniyor. Bu noktada ordunun siyasete dair etkinliğini, güncel olması bakımından Türkiye-Suriye arasında gelişen ilişkiler ve örnek olaylar üzerinden yeniden tespit ederek açmak gerekli görünmekte.
Suriye ile 'zinde' işbirliği Suriye Dışişleri Bakanı Faruk El Şara, Irak'a emperyalist müdahale ve Türkiye-Suriye ikili ilişkilerinin seyrini ele almak için Türkiye'deydi. Sessiz sedasız yapılan ziyaret, bir yönüyle hükümetin Ortadoğu'ya ilişkin 'şekilsiz diplomasisini' başlattığı ülkeden geliyor olmasıyla önem taşırken, diğer yönüyle de Genelkurmay'ın dış politikanın belirlenmesindeki etkinliğinin sonuçlarını göstermesi bakımından da -dolaylı- bir önem yükleniyor. Birinci önemli yönü yakın plana aldığımızda, Suriye-Türkiye arasında son yıllarda gelişen ilişkilerin artık 'açık ortaklık' olarak tanımlanabilecek bir aşamaya geçtiği tespitini yapmak mümkün. Abdullah Gül ve 'bakanlığa yakışmayan Yakış'ın' inisiyatifleriyle izah edilemeyecek yönelim, Kürt sorunu ve AB'ye yakınlaşma boyutlarını da kapsayan -Ortadoğu bölgesi ve Kafkasya'ya dönük, zorunlu- bir ortak anlayışın pratik sonucu olarak kaydedilmeli. Nitekim Kanal 7 dış politika editörü Sefer Turan'ın kendisiyle yaptığı özel röportajda (Hürriyet, 10 Ocak) Şara; "Ortadoğu'nun kaderini Ortadoğu belirlemeli" cümlesiyle bölgesel iradenin ortaya koyulması gerekliliğini vurgularken, bunun Türkiye'siz olamayacağını eklemeyi ihmal etmiyor: "Türkiye ile Suriye ilişkileri bölge ülkeleri arasındaki ikili ilişkilere örnek olacak düzeye getirilecek. Ortak sınırımız, ortak yatırımların yer aldığı bir sınır haline gelecek ve dostluk sınırı olacaktır."
AB bağlantısı Geçmişte Türkiye-Suriye ikili ilişkilerinde başat iki sorunu oluşturan "Öcalan ve su sorunlarının" karşılıklı 'değiş tokuşla' çözümlenmesi, geleneksel Türk Milli Güvenlik konseptindeki önemli bir düzenlemeye denk düşüyordu. Onyıllar boyu düşman olarak sunulan Suriye'nin kırmızı kitapçıklardan çıkarılmasından, 'karşılıklı subay değişimi' düzeyine ulaşılmasına kadar geçen kısa sürede alınan yol ve bugün alınmaya çalışılan ortak tavır, Pentagon'un yerel vericisi gibi davranan medyanın Hatay ve Kürt sorunlarını defalarca ısıtmasına karşın vücut bulmasıyla da ilginçlik taşımaktaydı. Son dönemde AB ile yakınlaşan ve ülkeyi 'Alman-Fransız sermayesinin' hizmetine açan Suriye yönetimi gerçekte, Türkiye'nin AB'ye üye olmasıyla birlikte elde edebileceği 'doğal ve sağlam' coğrafi pozisyonu şimdiden garanti altına alma çabası içinde olduğu görünümü de vermekte.
Diplomat komutanlar Öte yandan, Türkiye karar alıcılarının da ikili yakınlaşmadan çeşitli beklentileri bulunmakta. İran ile birlikte Suriye'nin de desteğini alarak Kürtlerin taleplerini uzun vadeli maniple etmek birinci hedefi tanımlıyor. Ayrıca, Suriye ile gerçekleşebilecek ticaret hacmi ve Arap birliği üzerinde elde edilebilecek nüfuz da 'ek kategoriler' olarak Türkiye'nin tavrında etkili oluyorlar. Bu noktada ABD'nin bölgedeki hedeflerinden bağımsız hareket edemeyen Türkiye'nin politikalarında, ABD'nin Suriye kartını AB'ye kaptırmamak üzere geliştirdiği baskı motiflerinin ve manevraların (İsrail'e rağmen) da etkili olduğu söylenebilir. Bütünlüksüz AB projesine tam olarak 'güven duyamayan' Suriye'nin Güvenlik Konseyi kararlarında İsrail dışındaki konularda ABD'ye karşı oy kullanmaması (Irak'a denetim kararını hatırlayalım) bu saptamayı destekler nitelikte. Belirtilen bu doğrudan bağlantıların yanında, Faruk El Şara'nın ziyaretine kadar geçen süre içindeki asker inisiyatifini de göz ardı etmemek gerekiyor. Hatırlanacağı üzere, Kara Kuvvetleri Komutanı'nın savaş tehditleriyle başlayan gerginlikler sonrasında çözülen çelişkinin, -olumlu yönde- bir başka biçimde yeniden kurulması yine bir Kuvvet Komutanı eliyle olmuştu. Tesadüfi olmayan bu süreç, gerçekte çok dikkat edilmeyen bir 'yön'e, ordunun 'dış politika belirleme sürecindeki' ağırlığına bakmak gerektiğini de göstermekte.
Dış politikada asker ağırlığı Geçtiğimiz günlerde Genelkurmay Genel Sekreterliği tarafından verilen kokteylde bizzat ordu yönetimince 'açıkça ifade edilen' Irak, Türkmenler, AB ve Kıbrıs'a dair- dış politika projeksiyonları, dış politika belirleme sürecinde ordu desteğini almadan adım atılamayacağını kanıtlar nitelikteydi. Buradaki politika belirleme sürecinde, Dışişleri Bakanlığı'na 'gerekli gördüğünde' tavsiye gönderme yetkisine sahip olan MGK Genel Sekreterliği, -şeklen Başbakan'a bağlı bir kurum olmasına karşın büyük ölçüde subaylardan ve askeri görevlilerden müteşekkil bir kurum olarak- belirleyici işlev yükleniyor. Suriye'nin Milli Güvenlik Belgesi'nde artık 'düşman' olarak yer almaması da yine MGK Genel Sekreterliği'nin inisiyatifi ile olmuştu. Bu noktada, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un geçtiğimiz aylarda gerçekleşen uzun süreli ziyareti ve Suriyeli üst düzey komutanların Türkiye'ye yaptıkları ziyaretlerle olgunlaşan ikili ilişkilerin ardından gerçekleşen Abdulah Gül'ün ziyaretinde siyasi iktidarın konumunun 'figüranlıktan' öteye geçmediğini söylemek yanlış olmayacak. AKP'nin işine gelen (tabana İslam ve Arap ülkelerinin göz ardı edilmediği mesajı veriliyor) bu durum -gerçekte AKP'nin muhtemel tercihlerinden biri olması beklenebilecek- Suriye ile karşılıklı ilişkileri besleyen bir avantajı da taşıyor doğrusu.
Bir hatırlatma Geçmişte yaşanan bir olayı yeniden aktararak, ordunun dış politika kurumlarına müdahalesini ve etkinliğini daha açık bir şekilde ortaya koymak da mümkün. 1997 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından Dışişleri bürokrasisine verilen bir brifingde Orgeneral Çevik Bir -bakanlık üstü konuşmasında!- şunları söylemişti: "Bakanınız, Dışişleri Bakanlığı'yla ilgilenmedi. Yurtdışına ikili temaslar için iki kere çıktı... Bu durum ülkemizi zaafa düşürmektedir. Bakanınız Avrupa'yla ilişkilerinde sözlerini tutmadı. Bu da Türkiye'nin dışarıda güvenilirliğini azalttı." 28 Şubat sürecinde, 'görev alanı dışındaki bir politikayı' yargılama hakkını kendinde bulan Orgeneral Bir'e cevap vermek zorunda kalan dönemin Dışişleri Bakanı Tansu Çiller -güçler dengesini hesaba katmayarak yaptığı değerlendirmesinde- şöyle savunuyordu kendini:; "Bakanlık büyük ve çalışkan bir kurumdur. Türk Ordusu muvaffak, ama komutanlar başarısız diyemezsiniz. Askerler siyasetin dışına çekilmelidir!" Beklenen yanıt gecikmedi: "Bakanın tutumu, 'ülkenin laik ve demokratik yapısını' (tartışma konusuyla ne ilgisi varsa!) gözetmekten çok, kendisinin tamamen kontrolden çıkmış iktidar hırsıyla ilgilidir." (Alıntılar: Doç. Dr. Gencer Özcan, Günümüzde Türkiye'nin Dış Politikası, Boğaziçi Üniv. Yay, 2002). Benzer müdahaleleri yaptıklarını ve dış politikalara nüfuz ettiklerini Doğan Güreş de, çeşitli defalar verdiği röportajlarda ifade etmekten çekinmedi. Ayrıca yakın dönemde 'sabık' MGK Genel Sekreteri'nin bir ekiple birlikte AB ülkelerine gerçekleştirdiği 'lobi oluşturma amaçlı' gezileri (Dışişleri Bakanlığı'nın yetersizliği gerekçe gösterilmiş ve bakanlıkla sekreterlik arasında polemik yaşanmıştı) ve dışişleri bakanlarının gazetecilerden öğrendikleri 'sınır ötesi operasyonları' da ekleyebiliriz. Yine 28 Şubat sürecinde İsrail'le yapılan ikili anlaşmaların büyük ölçüde 'ordunun tercihleriyle' oluşturulduğunu da unutmamak gerekiyor.
Siyasi karar alma sorunu Olumlu görünen Suriye ile yakınlaşma projesini kısa sürede planlayıp yönlendirenlerin, yıllardır esasları oluşturulan ve geleceği belli olan bir savaşa karşı aynı bağımsız tavrı alamamalarının sorumluluğunu 'ne yaptığını kendisi de bilmeyen, basiretsiz bir kliğin' üzerine atmaları ve onları 'akademinin basit karar alma süreçlerinin gerisinde kalmakla itham etmeleri' ("En kötü karar kararsızlıktan iyidir! Bunları öğretiyoruz akademide", Org. Yaşar Büyükanıt, 9 Ocak) çok da inandırıcı değil. Nitekim 'emperyalizme üslerin açılması' konusunda Abdullah Gül'den sözlü onay alındıktan sonra (bir yerlerde hazırlanan metni görmeden Gül'ün "evet" dediği anlaşılıyor) harekete geçildiğinin basına yansıması, 'ikili görüşmelerin nereden yürütüldüğünü' ve başbakanın figüratif pozisyonunu gösterir nitelikteydi. Nihayetinde Kofi Annan'ın Kıbrıs özel temsilcisi Alvaro De Soto; "Kıbrıs Planı'nın Orgeneral Özkök'ün açıklamalarıyla çelişmediğini düşünüyorum" (NTV, 10 Ocak) derken, gerçekte siyasi muhataplarını da işaret etmiş olmuyor muydu sizce de?
Hassas bir diyalog... Çevik Bir: Bakanınız, Dışişleri Bakanlığı'yla ilgilenmedi. Yurtdışına ikili temaslar için iki kere çıktı... Bu durum ülkemizi zaafa düşürmektedir. Bakanınız Avrupa'yla ilişkilerinde sözlerini tutmadı. Bu da Türkiye'nin dışarıda güvenilirliğini azalttı Dışişleri Bakanı Tansu Çiller: Bakanlık büyük ve çalışkan bir kurumdur. Türk Ordusu muvaffak, ama komutanlar başarısız diyemezsiniz. Askerler siyasetin dışına çekilmelidir! Çevik Bir: Bakanın tutumu, ülkenin laik ve demokratik yapısını gözetmekten çok, kendisinin tamamen kontrolden çıkmış iktidar hırsıyla ilgilidir.
Suriye ile 'zinde' işbirliği Suriye Dışişleri Bakanı Faruk El Şara, Irak'a emperyalist müdahale ve Türkiye-Suriye ikili ilişkilerinin seyrini ele almak için Türkiye'deydi. Sessiz sedasız yapılan ziyaret, bir yönüyle hükümetin Ortadoğu'ya ilişkin 'şekilsiz diplomasisini' başlattığı ülkeden geliyor olmasıyla önem taşırken, diğer yönüyle de Genelkurmay'ın dış politikanın belirlenmesindeki etkinliğinin sonuçlarını göstermesi bakımından da -dolaylı- bir önem yükleniyor. Birinci önemli yönü yakın plana aldığımızda, Suriye-Türkiye arasında son yıllarda gelişen ilişkilerin artık 'açık ortaklık' olarak tanımlanabilecek bir aşamaya geçtiği tespitini yapmak mümkün. Abdullah Gül ve 'bakanlığa yakışmayan Yakış'ın' inisiyatifleriyle izah edilemeyecek yönelim, Kürt sorunu ve AB'ye yakınlaşma boyutlarını da kapsayan -Ortadoğu bölgesi ve Kafkasya'ya dönük, zorunlu- bir ortak anlayışın pratik sonucu olarak kaydedilmeli. Nitekim Kanal 7 dış politika editörü Sefer Turan'ın kendisiyle yaptığı özel röportajda (Hürriyet, 10 Ocak) Şara; "Ortadoğu'nun kaderini Ortadoğu belirlemeli" cümlesiyle bölgesel iradenin ortaya koyulması gerekliliğini vurgularken, bunun Türkiye'siz olamayacağını eklemeyi ihmal etmiyor: "Türkiye ile Suriye ilişkileri bölge ülkeleri arasındaki ikili ilişkilere örnek olacak düzeye getirilecek. Ortak sınırımız, ortak yatırımların yer aldığı bir sınır haline gelecek ve dostluk sınırı olacaktır."
AB bağlantısı Geçmişte Türkiye-Suriye ikili ilişkilerinde başat iki sorunu oluşturan "Öcalan ve su sorunlarının" karşılıklı 'değiş tokuşla' çözümlenmesi, geleneksel Türk Milli Güvenlik konseptindeki önemli bir düzenlemeye denk düşüyordu. Onyıllar boyu düşman olarak sunulan Suriye'nin kırmızı kitapçıklardan çıkarılmasından, 'karşılıklı subay değişimi' düzeyine ulaşılmasına kadar geçen kısa sürede alınan yol ve bugün alınmaya çalışılan ortak tavır, Pentagon'un yerel vericisi gibi davranan medyanın Hatay ve Kürt sorunlarını defalarca ısıtmasına karşın vücut bulmasıyla da ilginçlik taşımaktaydı. Son dönemde AB ile yakınlaşan ve ülkeyi 'Alman-Fransız sermayesinin' hizmetine açan Suriye yönetimi gerçekte, Türkiye'nin AB'ye üye olmasıyla birlikte elde edebileceği 'doğal ve sağlam' coğrafi pozisyonu şimdiden garanti altına alma çabası içinde olduğu görünümü de vermekte.
Diplomat komutanlar Öte yandan, Türkiye karar alıcılarının da ikili yakınlaşmadan çeşitli beklentileri bulunmakta. İran ile birlikte Suriye'nin de desteğini alarak Kürtlerin taleplerini uzun vadeli maniple etmek birinci hedefi tanımlıyor. Ayrıca, Suriye ile gerçekleşebilecek ticaret hacmi ve Arap birliği üzerinde elde edilebilecek nüfuz da 'ek kategoriler' olarak Türkiye'nin tavrında etkili oluyorlar. Bu noktada ABD'nin bölgedeki hedeflerinden bağımsız hareket edemeyen Türkiye'nin politikalarında, ABD'nin Suriye kartını AB'ye kaptırmamak üzere geliştirdiği baskı motiflerinin ve manevraların (İsrail'e rağmen) da etkili olduğu söylenebilir. Bütünlüksüz AB projesine tam olarak 'güven duyamayan' Suriye'nin Güvenlik Konseyi kararlarında İsrail dışındaki konularda ABD'ye karşı oy kullanmaması (Irak'a denetim kararını hatırlayalım) bu saptamayı destekler nitelikte. Belirtilen bu doğrudan bağlantıların yanında, Faruk El Şara'nın ziyaretine kadar geçen süre içindeki asker inisiyatifini de göz ardı etmemek gerekiyor. Hatırlanacağı üzere, Kara Kuvvetleri Komutanı'nın savaş tehditleriyle başlayan gerginlikler sonrasında çözülen çelişkinin, -olumlu yönde- bir başka biçimde yeniden kurulması yine bir Kuvvet Komutanı eliyle olmuştu. Tesadüfi olmayan bu süreç, gerçekte çok dikkat edilmeyen bir 'yön'e, ordunun 'dış politika belirleme sürecindeki' ağırlığına bakmak gerektiğini de göstermekte.
Dış politikada asker ağırlığı Geçtiğimiz günlerde Genelkurmay Genel Sekreterliği tarafından verilen kokteylde bizzat ordu yönetimince 'açıkça ifade edilen' Irak, Türkmenler, AB ve Kıbrıs'a dair- dış politika projeksiyonları, dış politika belirleme sürecinde ordu desteğini almadan adım atılamayacağını kanıtlar nitelikteydi. Buradaki politika belirleme sürecinde, Dışişleri Bakanlığı'na 'gerekli gördüğünde' tavsiye gönderme yetkisine sahip olan MGK Genel Sekreterliği, -şeklen Başbakan'a bağlı bir kurum olmasına karşın büyük ölçüde subaylardan ve askeri görevlilerden müteşekkil bir kurum olarak- belirleyici işlev yükleniyor. Suriye'nin Milli Güvenlik Belgesi'nde artık 'düşman' olarak yer almaması da yine MGK Genel Sekreterliği'nin inisiyatifi ile olmuştu. Bu noktada, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un geçtiğimiz aylarda gerçekleşen uzun süreli ziyareti ve Suriyeli üst düzey komutanların Türkiye'ye yaptıkları ziyaretlerle olgunlaşan ikili ilişkilerin ardından gerçekleşen Abdulah Gül'ün ziyaretinde siyasi iktidarın konumunun 'figüranlıktan' öteye geçmediğini söylemek yanlış olmayacak. AKP'nin işine gelen (tabana İslam ve Arap ülkelerinin göz ardı edilmediği mesajı veriliyor) bu durum -gerçekte AKP'nin muhtemel tercihlerinden biri olması beklenebilecek- Suriye ile karşılıklı ilişkileri besleyen bir avantajı da taşıyor doğrusu.
Bir hatırlatma Geçmişte yaşanan bir olayı yeniden aktararak, ordunun dış politika kurumlarına müdahalesini ve etkinliğini daha açık bir şekilde ortaya koymak da mümkün. 1997 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından Dışişleri bürokrasisine verilen bir brifingde Orgeneral Çevik Bir -bakanlık üstü konuşmasında!- şunları söylemişti: "Bakanınız, Dışişleri Bakanlığı'yla ilgilenmedi. Yurtdışına ikili temaslar için iki kere çıktı... Bu durum ülkemizi zaafa düşürmektedir. Bakanınız Avrupa'yla ilişkilerinde sözlerini tutmadı. Bu da Türkiye'nin dışarıda güvenilirliğini azalttı." 28 Şubat sürecinde, 'görev alanı dışındaki bir politikayı' yargılama hakkını kendinde bulan Orgeneral Bir'e cevap vermek zorunda kalan dönemin Dışişleri Bakanı Tansu Çiller -güçler dengesini hesaba katmayarak yaptığı değerlendirmesinde- şöyle savunuyordu kendini:; "Bakanlık büyük ve çalışkan bir kurumdur. Türk Ordusu muvaffak, ama komutanlar başarısız diyemezsiniz. Askerler siyasetin dışına çekilmelidir!" Beklenen yanıt gecikmedi: "Bakanın tutumu, 'ülkenin laik ve demokratik yapısını' (tartışma konusuyla ne ilgisi varsa!) gözetmekten çok, kendisinin tamamen kontrolden çıkmış iktidar hırsıyla ilgilidir." (Alıntılar: Doç. Dr. Gencer Özcan, Günümüzde Türkiye'nin Dış Politikası, Boğaziçi Üniv. Yay, 2002). Benzer müdahaleleri yaptıklarını ve dış politikalara nüfuz ettiklerini Doğan Güreş de, çeşitli defalar verdiği röportajlarda ifade etmekten çekinmedi. Ayrıca yakın dönemde 'sabık' MGK Genel Sekreteri'nin bir ekiple birlikte AB ülkelerine gerçekleştirdiği 'lobi oluşturma amaçlı' gezileri (Dışişleri Bakanlığı'nın yetersizliği gerekçe gösterilmiş ve bakanlıkla sekreterlik arasında polemik yaşanmıştı) ve dışişleri bakanlarının gazetecilerden öğrendikleri 'sınır ötesi operasyonları' da ekleyebiliriz. Yine 28 Şubat sürecinde İsrail'le yapılan ikili anlaşmaların büyük ölçüde 'ordunun tercihleriyle' oluşturulduğunu da unutmamak gerekiyor.
Siyasi karar alma sorunu Olumlu görünen Suriye ile yakınlaşma projesini kısa sürede planlayıp yönlendirenlerin, yıllardır esasları oluşturulan ve geleceği belli olan bir savaşa karşı aynı bağımsız tavrı alamamalarının sorumluluğunu 'ne yaptığını kendisi de bilmeyen, basiretsiz bir kliğin' üzerine atmaları ve onları 'akademinin basit karar alma süreçlerinin gerisinde kalmakla itham etmeleri' ("En kötü karar kararsızlıktan iyidir! Bunları öğretiyoruz akademide", Org. Yaşar Büyükanıt, 9 Ocak) çok da inandırıcı değil. Nitekim 'emperyalizme üslerin açılması' konusunda Abdullah Gül'den sözlü onay alındıktan sonra (bir yerlerde hazırlanan metni görmeden Gül'ün "evet" dediği anlaşılıyor) harekete geçildiğinin basına yansıması, 'ikili görüşmelerin nereden yürütüldüğünü' ve başbakanın figüratif pozisyonunu gösterir nitelikteydi. Nihayetinde Kofi Annan'ın Kıbrıs özel temsilcisi Alvaro De Soto; "Kıbrıs Planı'nın Orgeneral Özkök'ün açıklamalarıyla çelişmediğini düşünüyorum" (NTV, 10 Ocak) derken, gerçekte siyasi muhataplarını da işaret etmiş olmuyor muydu sizce de?
Hassas bir diyalog... Çevik Bir: Bakanınız, Dışişleri Bakanlığı'yla ilgilenmedi. Yurtdışına ikili temaslar için iki kere çıktı... Bu durum ülkemizi zaafa düşürmektedir. Bakanınız Avrupa'yla ilişkilerinde sözlerini tutmadı. Bu da Türkiye'nin dışarıda güvenilirliğini azalttı Dışişleri Bakanı Tansu Çiller: Bakanlık büyük ve çalışkan bir kurumdur. Türk Ordusu muvaffak, ama komutanlar başarısız diyemezsiniz. Askerler siyasetin dışına çekilmelidir! Çevik Bir: Bakanın tutumu, ülkenin laik ve demokratik yapısını gözetmekten çok, kendisinin tamamen kontrolden çıkmış iktidar hırsıyla ilgilidir.
Evrensel'i Takip Et