16 Eylül 2011 10:52

Mücadeleci bir anlayış tek seçenektir

Erkan Karaca*

İşçi sınıfına en yoğun saldırıların olduğu, elimizdeki kazanılmış hakların ortadan kaldırıldığı, torba yasa, Ulusal İstihdam Paketi, çalışma yaşamının esnekleştirilmesi, kıdem tazminatlarının fona devredilmesi gibi yasaların uygulamaya konulmak istendiği bir dönemde, kongrelerinde keskin konuşan sendikacılar ne yapıyor diye bakmak gerek. İş kolumuzda torba yasa ile birlikte 52 bin 301 işçi norm kadro fazlası olarak işini kaybetme ve sürgünle karşı karşıya. Bu yasa Mecliste görüşülürken ben şube başkanıydım. Bütün işyerlerimizde işyeri işyeri eylemlerle hem işçileri hem kamuoyunu bilgilendirme amaçlı açıklamalar ve eylemler yaptık. Bu eylemleri yaparken Genel-İş Genel Sekreteri Kani Beko beni arayarak, “Kafana göre bu tür eylemler yapma, biz belediye başkanları ile bu işi çözeriz” dedi. Ben de, “Bu yasa yalnızca bir belediye başkanıyla çözülecek bir sorun değil, iş kolumuzda sendikalar için var olma-yok olma sorunudur. Biz her türlü mücadeleye hazırlık yapıyoruz” dedim. Kani Beko’nun bu tutumu aslında Genel-İş’teki hakim sendikacılık anlayışıdır; basına keskin mesajlar verip, sorunların çözümünde işverenin icazetini alarak hareket etmektir.

İŞVERENİN İCAZETİ İLE SENDİKACILIK

Ne yazık ki bugün sendikalar belediye başkanlarının izin verdiği ölçüde örgütlenebiliyor, eylem yapıyor. Böyle olduğu için belediye başkanları değiştiği zaman sendika değişiklikleri yaşanıyor. Bundan şikayet eden sendikacılar, sendikayı işyerinde işçiler içerisinde çalışarak, işçilere güvenerek örgütlemek yerine belediye başkanının icazeti ile örgütlediklerini unutuyorlar. Sendikacıların işi belediye başkanlarına “işçi dostu” diyerek plaket vermek olmuş. Karşıyaka’da, Kent AŞ’de 278 işçiyi 1 Mayıs günü işten atan, işçilerin aileleriyle birlikte, aylarca şantiyede yatarak, Ankara’ya kadar yürüyerek yaptığı eylemleri ve seslerini duymazlıktan gelen Belediye Başkanı Cevat Durak’a bile sendikacılar basının önünde emek dostu belediye başkanı diyerek plaket verdi. Sendikaları sendikacılar işçiler değil, belediye başkanları, müdürler, amirler yönetiyor.
Biz şube başkanıyken bunlara izin vermediğimiz için, bütün kararları örgütlü olduğumuz, işyerlerinde işçilerle birlikte aldığımız için, Koyundere Belediyesinde olduğu gibi belediye başkanlarının saldırısına uğradık. Sendika merkez yöneticileri bizi sevmedi.

2008 yılında merkez yöneticilerinin ve bölge temsilcisinin konfederasyon ayrımcılığı yaparak, Genel-İş şubelerinin İzmir’de 1 Mayıs alanına gitmesini yasaklayan kararına rağmen üyelerimiz ve pankartımızla, 40-50 bin işçi ve emekçinin kutlama yaptığı 1 Mayıs alanında yerimizi aldık. Bu yüzden sendika genel merkezince disipline sevk edildik.

En son yaptığımız şube kongresinde biz bütün işçilerle yaptığımız toplantılarda ortak irade ile en geniş birliği sağlayıp tek listeyle kongreye hazırlanırken, son 1 haftada sendika merkez yöneticileri ve belediye yöneticileri, işçileri zorlayarak karşımıza bizimle birlikte olan bir işçiyi aday çıkardılar. Kongre salonunda delegeler üzerinde nasıl bir baskı kurduklarını herkes gördü. 3-4 oyla şube kongresinde seçimi kaybettik ama asıl kaybeden bürokratik sendikal anlayış oldu. Dokuz Eylül taşeron işçilerinin, Foça Belediyesi işçilerinin, Kent AŞ işçilerinin divanı işgal eden ve açık taraf olan sendika merkez yöneticilerine yönelttiği sorular cevapsız kaldı. İşçiler açıktan hesap sordu. Bunu işçiler her platformda yapabilmelidir. Şimdi genel merkez kongresi de biz işçiler için böyle bir platformdur, genel merkez yönetimi tabana hesap vermeye hazırlanmalıdır.

MERKEZ TABANA HESAP VERMELİDİR

Bugün sendika kongresine yaklaşılırken, sendikacılar içerisinde, yönetim toplantılarında yürütülen tartışma işçinin gündemi değildir. Sendikacılar isimler üzerinden koltuk pazarlığını konuşurken işçinin sorunu başkadır. Sendikacılık geçim kapısı olmuş, sendikacılar kendi arasında çocuklarının eğitimini tamamlamak, falanca evin, yazlığın borcunu bitirmek için bir dönem daha yönetimde yer alayım diye tartışıyor.

Kongre süreçlerinde sendikal mücadelenin sorunları tartışılmıyor. İşçiler kongre süreçlerinin dışında tutuluyor. Kongrelere işçilerin iradesi yansıtılmıyor. Bugün İzmir’de yalnızca bizim şubede değil bütün şubelerin kongrelerinde delege ve yönetim listelerinde sendika merkez yönetimi tabanda işçi ile bağı olmadığı için belediye yöneticileri üzerinden müdahale ettiğini herkes biliyor.
Mesele demeç vermeye bir toplantıda konuşmaya gelince herkes söz ve karar yetkisinin işçide olması gerektiğini söylüyor ama ne yapılacak eyleme, ne kongrede belirlenecek yönetime, ne de toplusözleşmeye işçiler karar veriyor. En son bütün sendikacılar ve işçilerin şahit olduğu,
3 yıl kararlı ve örnek bir mücadele veren taşeron park bahçe işçileri mücadelede kazanım elde edip, sendikalaştıklarında ilk toplusözleşmesinde belediye başkanının, “Benden bir şey isteyemezsiniz, sendika merkez yöneticileriniz bana sözleşmede sıfır zamma imza atacaklarına söz verdi” tutumu ile karşılaştılar. Bu söz hangi işçiye sorularak, işçilerin kararıyla verilmiştir? Nerede tabanın söz hakkı?

İş kolumuzun en önemli sorununun taşeronlaştırma olduğunu bütün sendikacılar dile getiriyor. İzmir’de taşeronlaştırmaya karşı kampanya ilan edildi. Pankartlar asıldı. Ama Buca Belediyesinde, Konak Belediyesinde, Bayraklı, Aliağa Belediyesinde Dokuz Eylül Hastanesinde taşeron işçiler örgütlenmek için mücadele verdiğinde sendika merkezleri nasıl tutum almıştır? Buca Belediyesi işçileri belediye önünde direnişte iken Genel Başkan İzmir Fuarında panele katılıyordu işçilerin talep etmesine rağmen, direnişteki işçileri ziyaret etmedi. Diğer belediyeler ve park bahçe taşeron işçilerinin mücadelesinde de belediye başkanları ile görüşüp olur almadan hiçbir mücadeleyi sahiplenemediler.

(*) Genel-İş İzmir
4 No’lu Şube Eski Başkanı, Foça Belediyesi işçisi


ÖRGÜTLENMEK İSTEYEN İŞÇİYİ ÖRGÜTLEMEDİLER

Biz şube olarak taşeronda işverene rağmen örgütlenilebileceğini aslında Dokuz Eylül’de gösterdik. Taşeronda Türkiye’de ilk sözleşmeyi imzaladık. Şirket değişikliği nedeniyle hastanedeki taşeron işçiler içinde yeniden örgütlendiğimiz zaman genel merkezin tutumu ibret vericidir. İşyerinde oluşturduğumuz işçi komitesi 800 işçinin 500’ünden sendika üyeliği için kimlik fotokopisi topladı. İşçilerin sendikaya üye olmak istediğini söyleyip kimlik fotokopilerini önlerine koyduk, ‘noter açın’ dedik. Aylarca noter için ödeme çıkarmadılar. İşveren sendikal çalışmayı duydu baskı yapmaya başladı. İşçiler bir an önce sendikal güvenceye kavuşmak istiyor, başka harcamalarda cömert davranan sendika merkezi üyelik için para vermiyor. “Benim kıdem tazminatımdan düşün” diyorum yine vermiyorlar. İşçiler ısrar ettiği için üyelikleri başlattık. Notere borcumuzu ödemek için eşimin bileziklerini bozdurdum. Tanıdık bazı esnaflardan işçiler borç para aldılar ve 10 bin liranın üzerinde para denkleştirip notere verdik. Bu koşullarda örgütlenmeye çalışırken genel merkez yöneticileri Kani Beko, Remzi Çalışkan, Hüseyin Yaman gelip işyeri komitesi ile görüştüler ve işçilere, “Burada sendikalaşma olmaz, başaramazsınız” diyerek işçilere güvensizlik aşıladılar. Bu toplantıdan sonra işçiler, “Sendika merkezi bize sahip çıkmıyor” diyerek sendikadan istifa etti ve 800 işçi örgütlenememiş oldu. Bu sorumluluk kimdedir? İşçiler şube kongremizde yöneticilere bunu sordular. Merkez kongresinde de soracağız. Notere ödediğimiz parayı 1 yıl sonra sendika merkezinde yolsuzlukla ilgili dava süreci başladığı dönemde bize ödediler. Üye yaptığımız ve o dönem işveren baskısına rağmen istifa etmeyen 213 işçinin üyeliğini hangi hakla bilmiyoruz ama kabul etmediler.

ÖRGÜTLÜ İŞÇİ MÜCADELECİ SENDİKACILIK

Sendika yöneticilerinin ücretleri iş kolundaki en yüksek işçi ücreti ile sınırlandırılmalıdır. İşçi gibi yaşamayanlar, işçiye yabancılaşanlar işçi mücadelesine önderlik edemez. Sendikalar her ay üyelerine düzenli mali rapor vermeli işçinin parasını nasıl kullandığını açıklamalıdır.
Sendikal rekabet yerine sendikal dayanışma esas alınmalı, konfederasyon ve sendika ayrımı yapmadan mücadele birliklerinin örgütlenmesinde öncülük yapılmalıdır.

Basın açıklaması ve protestolarla yetinen bir eylem çizgisi ile hiçbir hak elde edilemez. Her türlü yasa vb. gerekçeler bir yana bırakılarak üretimden gelen güç kullanılmalıdır. Son yıllarda Genel-İş hangi grevleri örgütlemiştir, grevle neler kazanmıştır tartışılmalıdır. Birçok belediye hizmetinin yasa ile grev kapsamı dışında olması da gerekçe yapılamaz. İşte en son Petrol-İş Aliağa Şubesi grev kapsamı dışındaki bir işyerinde nasıl fiilen grev hakkının kullanılacağını göstermiştir.
Sendikalar yetkili oldukları işyerlerinde örgütlü değiller, örgütlü olmadıkları için işçiler sendikaya güvenmiyor, itibar etmiyor. Böyle olunca da sendikacılar işçileri suçluyor. “Biz söylüyoruz işçiler eyleme gelmiyor” diyor. Oysa orada örgütlü olmadığını işverenin icazeti ile yetki aldığını dile getirmiyor. Bunun için bu kongrede şiarımız örgütlü işçi, mücadeleci sendika olmalıdır.
Genel-İş kongresini seçeneksiz mevcut anlayışa terk etmemek için adaylık da dahil hiçbir sorumluluktan kaçmayacağım. Bugüne kadar olduğu gibi bugün de sadece eleştirmek ve yakınmakla yetinilemez, sürece müdahale etmeliyiz.

İŞÇİLERİN GERÇEK SORUNLARI TARTIŞILMALI

Kongreye giderken işçi sınıfına yönelik saldırılar, ülkedeki siyasi sorunlar, sendikal mücadele anlayışı, sendika içi yaşanan sorunlar tartışılmıyor. Kimlerin yerine kim aday olacak bu tartışılıyor, bunun pazarlığı yapılıyor. Sanayi havzalarında yapılan işçi kurultayları, sendikal konferanslarda, yerel sendikal platformlarda sendikal mücadeleye ilişkin çıkış arayışları ve tartışmalarının olduğu bir dönemde, İzmir Sendikalar Birliğinin oluşumunda 850 işçi ile bir araya gelip sendikal hareketin sorunlarını tartışmıştık. Bugün İzmir’de örgütlenme açısından Çiğli Organize’de, Menemen’de, Torbalı’da, Kemalpaşa’da işyerlerinde örgütlenme girişimlerinin yaygınlaşmasında bu kurultayların etkisi olduğunu düşünüyorum. Sendika kongreleri de bu kurultaylar gibi işçilerin kürsüyü rahatlıkla kullandığı mücadelenin sorunlarının tartışıldığı platformlar olmalıdır. Biz şube kongremizde olduğu gibi genel merkez kongresinde de işçilerin gerçek sorunlarının tartışılmasını sağlamaya çaba göstereceğiz. Bundan kazanan işçiler olur, sendika olur. Birçok ilden şube başkanları, işyeri temsilcileri, İzmir’in son 3 yılına mücadele damgasını vuran park-bahçe ve Kent AŞ işçileri bizlere genel kurulda nasıl bir çıkış olabileceğini sorarak mevcut yöneticilerden ve anlayıştan rahatsızlıklarını güvensizliklerini dile getiriyorlar. Bütün olumsuzluklara rağmen işçi tabanında, samimi bir arayış ve sorgulama var. Bu arayışa duyarsız kalmayacağız. Örgütümüze ve geleceğimize sahip çıkmak için tabanda mevcut anlayışın alternatifsiz olduğuna ilişkin propagandaya izin vermeyeceğiz. Seçenek işçidir, kendimiziz. Buradan bütün mücadeleci şubelere ve işçilere şunu söylemek isterim delege hesabı yapmadan, yalnızca seçilme kaygısı gütmeden, yeni ve mücadeleci bir anlayış ortaya koymak bunu tartıştırmak, bunu kararlıca savunmak bu sendikanın geleceği için tek seçenektir. Sendikalar tabanda işyerlerinde işçiler içinde örgütlülüğe dayanmalıdır. Bunun için işyeri komiteleri sendikal işleyişte temsilcilik, şube ve diğer organlar kadar hayatidir.

Tabanın tam söz ve karar sahibi olması da bu yolla mümkündür. Bütün kararlar işçilerle alınmalı, işverenler sendikaya müdahalesine izin verilmemeli, işçinin kendi örgütünü yönetmesinin önü açılmalıdır.

İDDİALARA YANIT VERİLMEDİ

Şube başkanı olduğum dönemde son Genel-İş Başkanlar Kurulunda Genel-İş merkezinde yolsuzlukla ilgili basında çıkan haberler ve yargıya yansıyan olayla ilgili tabana tatmin edici açıklama verilmesi gerektiğini üyelerde güvensizlik oluştuğunu dile getirmiştim. Hâlâ şubelere bu konuda tatmin edici bilgi verilmiş değil. Sendika üyelerinin çok da yararlandırılmadığı sosyal tesislerin onarım ve bakımı için bankadan 3.5 trilyon lira kredi çekildiği konuşuluyor. Bu büyüklükte bir kredi borcu hem sosyal tesislerin daha da önemlisi sendikanın geleceğinin ipotek altına alınması anlamına gelir. Bu kadar büyük borcun altına sendika sokulurken o tesislerin ve sendikanın gerçek sahibi olan işçilere soruldu mu?

41 bin liraya eski genel başkana anıt mezar yapıldığına dair fatura var. Bugün birçok işçi bu paranın yarısına gece kondu ev yapıyor. Nasıl bir harcamadır bu? Sendika genel merkezi çalışanı yolsuzluk yaptığı gerekçesi ile sendika ile davalık oluyor. O işçinin mahkemedeki savunması ve iddialarına ilişkin genel merkezin açıklaması nedir?

Bu paraların örgütlenme faaliyetleri için harcanması gündeme gelince böyle cömert olunmuyor. Geçmişte 70 olan şube sayısı 43’e düşürüldü. Şimdi bunların bir kısmının daha birleştirme yoluyla kapatılması konuşuluyor. Bununla şube başkanları baskı altında tutuluyor. 43 şubenin yıllık harcaması ile genel merkezin yıllık harcaması nasıl eşit oluyor anlamıyoruz. Şubeler işyerlerini dolaşıp örgütlenme çalışmalarını, eylemleri örgütleyen organlar olduğu halde harcamaları aylık 4 depo benzinle kısıtlanıyor. Her harcaması merkez tarafından denetlenip sınırlanıyor. Genel merkez harcamalarında tasarruf, kısıtlama ve denetim kim tarafından nasıl yapılacak bunları genel kurulda soracağız.

Evrensel'i Takip Et