08 Mart 2015 04:18

Berkin Çocuk için

Zamanın isyana evrildiği yerde, ağacın devlete karşı geldiği yerde, yaprağın zulme karşı geldiği yerde, insanın insanca yaşamak istediği yerde karşı gelmenin ısrarıyla direnen çocuklarız. Annemiz de bizimle, yalnız değiliz.

Paylaş

C. Hakkı ZARİÇ*

Bir çocuk hangi suçun cezasından sorumlu olabilir ki?
Hangi yangının kundaklayıcısı, hangi cinayetin tetikçisi, hangi yağmanın yol göstereni, hangi katliamın yatakçısı olabilir bir çocuk?
Hangi manşeti atabilir paçavralara, hangi köşe yazılarını yazabilir, hangi nedenle ve neden kayırılabilir devletin uzun kollarında?
Bunların yanıtı yok. Olmaması doğal. Bir çocuk evinin dar odalarında sürdürmelidir büyümesini. Parkların yeşilliğinde, göğün kardeşliğinde, aniden inen akşamın acelesinde tedirgin olmalıdır. Bunun için mahalledeki ablaları ve abilerinden ailesine, öğretmeninden dolmuş şoförüne, trafik polisinden meclisin koridorlarına kadar herkes sorumludur o çocuktan.
Çocuk kendinden sorumlu olmayandır. Kendi başına olmak isteyen, zaman zaman isyan bayrağını çekip ailesinin kendisini asla anlamadığını düşünendir, çocuk. Boş sokakların davet ettiği oyunlarda dizlerinin kanamasına, dirseklerinin çürümesine aldırış etmeyendir o.  Kimi kimsesi yokmuş gibi yaşamayı düşünen, bundan dolayı sorumluluk almayı aklına getirmeyendir. Orada oynamanın güleç yüzü gülümserken, evin loş salonunda televizyonun sesine konuk olmayı istemeyendir.
Sorandır çocuk. Yanıta soru sorandır. İkna olmayandır. Aklı almayandır çocuk. Akla zarar sorular sormaktan geri durmayandır. Kahkahadır çoğunlukla. Bazen nemli göz, bazen sümüklü burun, bazen pasaklı eldir. Şarkılarla alıp veremediği vardır bazen, bazen şakacı, bazen ciddi, bazen ne yaptığını bilmeyendir.
Derin uykuların geniş yastıklarında huzurla uyumanın bütün anahtarları onlardadır, elbette. Rüyaların delişmen yanları onlardan sorulur. Biraz daha uyumanın çapaklı gözleriyle uyanmak istemediklerinde nereye geç kalacaklarıyla zerre kadar ilgilenmemeleri ne kadar doğaldır oysaki. İki kaşık suyla yıkadıkları yüzlerinde dünden kalan toz çamura dönmüştür belki de. Olsun. İki lokma daha yemeleri için neler vermeyiz kim bilir! Biraz daha mutlu olsunlar diye sabahın seherinden akşama, geceye nasıl çalışmayız. Geleceğimizdir çocuk. Sonramızdır. Yürüyen yarınımızdır. Büyüyen çocukluğumuzdur en çok da. Kaşı gözü bize benzeyendir. Elleri biçimsizleştikçe tuhaflaşan, büyüdükçe yüzü biçimsizleşen, boy attıkça huzuru kaçan bir ağaç gibi üstümüze üstümüze gelendir.
Her şeyden ve herkesten sakınırız onu. Kalbimizin güneş gören yerinde büyüsün isteriz. Nemden, gölgeden, yoksulluktan, acıdan, geçim sıkıntısından, hayatın gündelik saçmalığından, karmaşadan uzak tutmak isteriz onu. Koruyup kollamak geçer içimizden sürekli. Zamanla reflekse döner. Farkında olmayız nasıl sakındığımızın.
Eve geldiğimizde, eve geldiğinde, günün herhangi bir saatinde, zamanın herhangi bir mevsiminde, herhangi bir günde, herhangi bir nedenle gözlerinden öpmek isteriz. Saçlarını okşayıp uzaklara bakar, sonrasında olacakları hayal ederiz. Okullar büyür gözlerimizde, saçlar uzar, elbiseler çoğalır, kitaplar kalınlaşır, defterler olduğu yerde kalmaz. Olsun. Varlığımıza armağandır. Hayata karşı duruştur. Isrardır. İnattır. Geç kalsak da erken dönmenin nedenidir onlar. Ne yapıp edip  öpmenin bir yolunu buluruz. Gerekirse uykusundan uyandırıp sevmenin nedenlerini sıralarız kendimize. Öpmeliyiz onu. Gözlerinden, gözlerinden, gözlerinden öpmeliyiz günler ve geceler boyu. Bize yazgıymışçasına öpmeliyiz gözlerinden. Gözümüzden sakınıp öpmeliyiz. Gözümüze inanmayarak, kendimize rağmen üstelik.
. . .
Burada yokuşa sürüyor kendini söz.
Zamanın isyana evrildiği yerde, ağacın devlete karşı geldiği yerde, yaprağın zulme karşı geldiği yerde, insanın insanca yaşamak istediği yerde karşı gelmenin ısrarıyla direnen çocuklarız. Annemiz de bizimle, yalnız değiliz. Olduğumuz yerle olmak istediğimiz yer arasında uzlaşmazlık yok. Biriz. Birlikteyiz. Aynı ısrarın çeşnisiyiz.
Sabahın bir yerinde öpüşlerle uyanıp yatağımızdan çarşı pazar kahvaltı için acele etmiş olabilir annemiz bize. Kim bilir elleri saçlarımızda, gezindikçe sözleri sevecen, bazen hoyrat olmaya meyilli ama asla kırıcı değil. Biz, yani ailenin ekmeğini almakla gönüllü sabahların çocukları. Bizi seven ellerin fena uysalı, gittikçe çoğalan sevme arsızı hatta. Annemizi öpmenin telaşı. Bilindik her sabah. Kar ya da yağmur. Güneş ya da bulut. Ama ısrarla kusursuz gibi.Ceplerimizde yağmur bulutları ve bilyeler.
Belki dilimizde inceden bir şarkı. Aşk işlemiş damarlarımıza. Karnımızda gezinen bir şey var adını koyamadığımız.  Ne zaman onu görsek dil tutulması, ay tutulması, güneş tutulması bütün okul. Bir düşle, bir coşkuyla, bir başka adımla gittiğimiz fırının yolu.
Ama devlet acıyı temsil eder burada. Devlet, acıya acı katmak için var eder kendisini. Umudun düşmanıdır, sevinçten tiksinir. Hırsıza hırsız desen başın belaya girer. Oysa katilden kahraman, hırsızdan “büyük adam” yaratmanın ayrıntıları zıvanadan çıkmışçasına girer hayatımıza.
Ekmek almaya gitmenin masumluğu kirlenir orada. Devlet gelir ekmeğini kanla yoğurur. Çocuğun hayatına kıyar devlet. Kendi selameti için çocuğa ateş etmekten geri durmayan bir cinnet toplamıdır o. Dehşetin kuşkusu. Sıkar kafasına mermiyi ya da gaz fişeğini. Emri veren, emri verdiğini açıklamıştır zaten. Fail aramaya ne gerek! Hacılamanın geniş ve uzun adamları korkunun telaşıyla adlandırır hayatı.
Biz sevdik, yine severiz. Masum olmanın hastanelerinde nöbet tuttuk, 15 yaşında bir çocuğun annesi, babası, ablası, abisi, kardeşi olduk aylarca. Ama zaman izin vermedi doğrulup kalkmasına. 16 kiloya kadar düşüp yoğun bakımda hayata veda etti isyanın en küçük kardeşi. Biraz daha körüklendi haksızlığa baş kaldırmanın ateşi. Kimse dokunmasın diye milyonlarca insan aktık sokaklara. Çocuğu yolcu etmenin sızısında kalbimiz. Bilyeler susmak istemedi haklı olarak. Meydanlarda kimin kimi yuhalattığı, kimin kimden korktuğu, kimin kime yamandığı yeterince açık değil mi?
Acının saltanatı nereye kadar? Ekmek almaya gönderdik bütün memleket, sonunda cansız bedenini verdiler bize.
Biz gözlerinden öpmeye kıyamıyorduk, devlet toprak doldurdu gözlerine yavrumuzun.     

*Şair/Yazar

ÖNCEKİ HABER

Bizim Nobelimiz

SONRAKİ HABER

Barışın yolu Kabataş’tan geçer

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...