08 Şubat 2015 05:21

Bütün değerler hızla yıpranıyordu, birinciliği Emek’e verdiler...

Emek, kentte Yılmaz Güney filmleri dışında hep yabancı film oynatmakla ünlenmiş, diğerlerinin aksine lüks fuayesi ve deri kaplı kırmızı koltuklarıyla film izlemeyi daha o dönemden zevke çevirmeyi bilmişti.

Paylaş

M. Sait Alpaslan*

Siyah beyaz yıllardı... Kentte bulunan 8 sinemadan üç buçuk tanesi kalmıştı. Sinemalar Dağkapı denen semtte eski ve yeni şehrin birleşme noktasında bulunuyordu, sur içinde dörtyolda bulunan Emek hariç... Her ne kadar parsayı 2 katı locadan oluşan, balkon ve salonuyla dört katlı Dilan Sineması götürürken, prestij her zaman kente, yoksulluğa, geleneğe ve hayata daha yakın olan Emek Sineması’nındı. Zira Emek, kentte Yılmaz Güney filmleri dışında hep yabancı film oynatmakla ünlenmiş, diğerlerinin aksine lüks fuayesi ve deri kaplı kırmızı koltuklarıyla film izlemeyi daha o dönemden zevke çevirmeyi bilmişti.
Biz Cüneyt Arkın sevenler Cınocu, Yılmaz Güney sevenler de Yılocu olarak ikiye bölünmüş, gecesi sıkıyönetim, duvar yazıları ve silah seslerine kesmiş, gündüzleri miting, grev ve siyaset, siyaset ama illa da siyasete boğulmuş bu kentte, Amed’de sinemalarla farklı bir evrene geçiyor, paramparça edilmiş olağanüstü halli çocukluğumuzdaki travmaları belki de Navajoların soy kırar gibi tüketilmesi, Kunta Kintelerin olağanlaşmış kölelikten kurtuluş hikayeleriyle atlatmaya çalışıyorduk.
Terapimiz vuran, kıran, parçalayan filmler oluyordu. Doktorumuz, bir haftalık birikimlerimizle kapısında Texas – Tommiks, Kızılmaske, Zagor kitaplarını alıp, satıp değiş – tokuş ederek ticareti öğrendiğimiz, kapıdaki A.Kadir Dayı’ya “üç kişi bi bilete almisan?” teklifiyle açık arttırmayı öğrendiğimiz, sinema sahibi Siraç Bey oralardaysa A.Kadir Dayı’nın “De gidin teresler...” eğer kimse yoksa; “De hadê parayi vêrin gêçin arkalara otırın” dediği sinemalardı.
77’lerde “Benim Adım Kerim” adlı Yılmaz Güney filmiyle başlayan Emek Sineması ile ilişkim, 86’larda tiyatro oyunlarımızı sergileyerek, 95’lerde artık sinema sahibi Siraç Bey ile başlayan samimiyet ve sohbetlerle sinemayı mecburen satması, sinemanın yakılması ve günümüzde garaj olarak kullanılmasına, üstünde bulunan Emek İşhanı ve bu hanın 2. katında bulunan Emek Sineması/Yazlık bölümünü bu günlerde kullanmaya başlayarak bu semtle ve sinema ile ilişkim hep bir şekilde devam edegeldi.
Ankara Arı Sineması’nın mühendislerinin çizdiği profille bire bir Arı Stüdyosu’nun benzeri bir salon olarak 70’lerin başında yapılan Emek Sineması, perdelerini Ziraat Bankası’nın yaptırdığı, iki ayrı kulise sahip ve kulislerinden birinin yan sokağa açıldığı bir tiyatro ve konser salonu olarak da kullanıldı 90’ların başına dek. Her iki kulisinin duvarlarında kimlerin imzası yoktu ki? Bilgesu Erenus’tan Grup Yorum’a, Amed’deki ilk konserlerini Emek Sineması’nda veren onlarca sanatçı ve grup, Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan Haldun Dormen ve ildeki Diyarbakır Sanat Tiyatrosu ya da Dicle Sanat Tiyatrosu gibi tiyatrolara... Duvarlarını kataloglamak mümkün olsaydı, kulisi başlı başına bir değer olurdu atılan imzalar ve yazılan grafittilerle...

ZORLUK 94 YILINDA BAŞLADI
Emek Sineması en zor günlerini 94 yerel seçimlerinde baskıları protesto eden DEP’in seçimlerden çekilmesinden sonra Refah Partisi’nin neredeyse Kürdistan’daki her belediyeyi yüzde 15’lerle almasından sonra, oluşan Sur Belediyesi’nin sinema binasının yanındaki bir otel binasını hizmet binası olarak kiralamasından sonra yaşadı. Her film afişinden ötürü belediyeden ceza aldı, her filmi sinemayı kapatmak için bir falso yakalamak amacıyla izlendi, not edildi ve sinemanın kapatılması için her şey yapıldı. Tesadüf bu ya ard arda 2 Tinto Brass filmini oynatması, kentte giydirilmiş afiş kavramını yarattı, bisiklet süren genç kızın havalanan eteğinin altı görülmüyordu zira 2 tane a4 kağıtla afişin yarısı sansürleniyordu. Bu dönem oynanan bazı filmler, sinemanın ömrünü ve Siraç Bey’in dayanma gücünü biraz daha arttırdı. O da Bir Ana, Özgürlüğün Bedeli, Breveheart gibi... Breveheart üç hafta vizyonda kalmış, coşkuyla, sloganlarla izlenmiş finalde William Walles’in “freedom” çığlığı Amed surlarına çarpıp “Bijî Azadî”ye dönüyordu.

BİR KENTİN BELLEĞİ SİLİNMİŞTİ
Amed’de sanatla uğraşan her insanın “tiyatroya, sergiye, etkinliğe bu kadar uygun bir salon mutlaka alınmalı, korunmalı” dediği salon 2000’li yıllarda balkon ve salon diye ikiye bölündü, 4 Katlı Dilan Sineması 6 ayrı salona bölünürken Emek de 2 ayrı salona dönüştürülmüştü. Siraç Bey sinemayı yaşatmak için her şeyi yaptı, biz dahil bütün tiyatrolarla konuşup sinemaya sahip çıkılmasını istedi. Ama savaşım özgürlük olunca, bir sanat kurumuna kimse para yatırmayı istemiyordu. Kaçınılmaz olan oldu ve 2003’te sinemanın bir müteahide satıldığını öğrendik. 2004 Yerel seçimlerinde göreve gelen Osman Baydemir’i biraz da zorlayarak Emek Sineması’nı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne aldırmaya çalıştık. Çok cüz’i bir miktarda takılan pazarlık, en sonunda çözüldüğünde “Artık Emek kurtuldu” diye sevinirken, tapuda gösterilen bedelin düşük olduğunu, belediyenin ancak o fiyat üzerinden ödeme yapabileceğini... alamadığını...yandığını...
Sinemanın yakıldığını, uzman raporuyla “sigorta parası alabilmek için yakmışlar”ın netleştiğini, harabeye çevrilmiş salonun para da alamayınca derinlemesine olan yapısı, eklenen bir geniş girişle otoparka dönüştürüldüğünü öğrendiğimizde kentteki her salonun 100-120 kişilik cep sinemasına dönüştürülen AVM sinemaları yüzünden satıldığını, ne Sur’da ne de kent merkezinde hiç bir salonun kalmadığını gördük. Bir kentin belleği bu kadar kolay silinmişti. Duvar yazıları, afişler bitmiş,  o güzel filmler, o güzel makaralara binip gitmişti. Duyardık, İstiklal’den geçerken görürdük ama oturup film izlemişliğimiz yoktu Emek Sineması’nda. Amed’deki adaşı yakılıp yıkılıp yokedilirken, İstanbul’da da Emek Sineması direnenlerin gaz yemesi pahasına alışveriş merkezine evriliyor, yıkılıyor, kubbesinde asılı kalan sesler kışkışlanıyor, tüketiliyordu. Bütün değerler hızla yıpranıyordu, birinciliği Emek’e vermişlerdi sanki. Önce taşeron sinemalar oluşturulmuş, her seans kaç bilet satıldı raporları global firmalara gönderilmeye başlanmış, ardından büyük salonlar bölünmüş, sonra sinema biletleri fast food’a dönüştürülmüştü. Emeğin horgörüldüğü topraklara dönüşürken ülke; önce Emek isimli salonlar kapatılıyordu. Bu kent ki önce Dicle’sini, Ar’ını, Emek’ini, sonra da Dilan (Halay)’ını kaybetmişti.
Oysa umut bir kardelen çiçeğidir, en zorlu anda boyverir, büyür, göğerir... Emek Sineması otoparka döndü ama üzerinde yükselen Emek İşhanı ve Yazlık Emek Sineması bugünlerde yeni bir misyonla hayat buluyor. Sur Belediyesi’nin 10 yıldır faaliyet gösteren ve eşitsizliklerle dolu sınavlara hazırlanmak için dersaneye gitme olanağı bulamayan gençlere eğitim desteği veren Mehmet Geren Eğitim Destek Merkezi ve Sur Belediyesi Sanat Tiyatrosu eski yerlerini tahliye edip Emek İşhanı’na taşınınca hem çevreye hem binaya farklı bir heyecan geldi. 300 yerli öğrenincinin yanında mecburi misafirlikte bulunan Kobanêli ve Şengal’li 350 çocuğun da katılmasıyla... Diliyle, kültürüyle, müziği ve tiyatrosuyla, matematiği ve fiziğiyle Kürtçe eğitimin gerektirdiği her nüansı bünyesinde barındıran bir eğitim kurumu oldu. Kürtçe okulun nüvesi sayılan bu girişim, bu de facto durum, eğer sinemanın yazlık bölümünün tavanı kapatılıp kışlık/yazlık bir salon da oluşturulursa, Emek Sineması tavanında asılı kalan repliklerin ruhu aşkına dört dörtlük bir eğitim, kültür ve sanat kurumu olacak, Freedom’un Azadî’ye döndüğü Emek’in ertelenen haklara ve yasaklanan grevlere inat, emeğin ve fedakarlığın parlattığı gerçek bir yıldıza dönüşecektir.
Darısı İstiklal’de dara çekilen adaşı Emek’in toprağına, taşına...

*Sur Belediyesi Sanat Tiyatrosu Sanat Yönetmeni

ÖNCEKİ HABER

Namusu temizlemek şart!

SONRAKİ HABER

Ne yapmalı kız kardeşim ? Daha az ölmek için

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa