08 Şubat 2015 04:34

Akdeniz’in Oğlu: Ahmet Erhan

Asla kötülükle uzlaşmadı. Devletin karanlık yüzüyle adını asla yan yana getirmedi. Arkadaşlarının arkasından asla konuşmadı. Çekemezlik, ihtiras, kıskançlık gibi kelimeler uğramadı semtine. Kendi şiirine güvendi daima.

Paylaş

C. Hakkı ZARİÇ*

Hayata dair büyük laflar etmeyi sevmeyen insanlardan biriydi, Ahmet Erhan. Kendi köşesinde, kendisiyle ve anılarıyla baş başa kalarak kurguladı yaşamını. Pencerenin önündeki çalışma masasında ele avuca sığmayıncaya kadar açtığı kurşun kalemlerle şiirler yazıp itiraz etti sürekli.
Bir dönemin ayrıntıları Ahmet Erhan şiirlerinde saklıdır. Darbeci generallerin omuzlarındaki yıldızlar parlamadı onun dizelerinde. Sokaktaki insanın, gündelik hayatın, birden karşılaşılan bir arkadaşın sesiyle yazdı. Sözcükleri şaha kaldırmanın peşinde koşmadı hiç, olduğu gibi, derin, rafine, kendi halinde dizeleriyle oluşturdu şiirini.
Arkadaşlarının bir kısmı, onun ölüm yıl dönümünü anımsamıyor. Kendisi de böyle isterdi. Doğum gününde anılmaktan, anımsanıp aranmaktan, görüşüp iletişim kurmaktan hoşlanırdı. Ölüm üzerine onca şiir yazmasına rağmen, ciğerlerinden sökülen kanla şiire ulaştığını düşünmemize rağmen hayata tutunan ve karşı gelmek için ayakta duran bir şairdi. 
“Otobiyografi” şiirinde “Sana Artık Ahmet Erhan diyorlar” dizesindeki “Ahmet Erhan” aslında herkesti. O şiirde herkes kendi otobiyografisini buldu. 
Herkes gibi değildi üstelik. Akdeniz’in mavisi, portakal çiçekleri, “kenar mahallede bir pazar günü”, atlar, futbol takımları, arkadaşları dolaşıp durdu şiirlerinde. Bir de Ankara. Ankara neredeyse Akdeniz kadar temel bir izlekti şiirlerinde.
Dönem arkadaşları belediye bandosunun arkasında şiir okumak için sıraya girmiş olsa da uzaktan yakından benzerlikler taşımadı onlarla. Halkın otobüsüne binip devletin direksiyonunu sallamadı. Sonradan ucuz romanların peşine düşüp kahraman olma hevesi de gütmedi. Doğruya doğru. Bu yüzden cenazesinde sakalını yolanlar, hüzünle yere bakanlar, yazıklanıp oflayanlar arasında elbette samimi olmayanlar da vardı. “Buz Üstünde Yürür Gibi” kitabında toplu şiirleri yayımlandığında, haset ve kıskançlıkla savrulan şairlerin sayısı az değildi.
‘ANKARA’DAN 
AHMET ERHAN GELMİŞ’
Ankara’dayken Akdeniz’i özledi belki de. Ablalarının şımarık küçük kardeşi, Adana Demirspor’da Fatih Terim ile birlikte top koştururken ayağını kırdı. Oradan şiire transfer oldu. Ankara’da yaşamaktan vazgeçip İstanbul’a yerleştiğinde ufak çaplı bir edebiyat depremiydi yaşanan. “Ankara’dan Ahmet Erhan gelmiş” için bütün gazeteler ondan ve şiir kitaplarından bahsetti. Meşhur olmakla iletişim dahi kurmayan Ahmet Erhan, Ülker Sokak’taki küçücük evinde genç yaşlı şair dostlarını konuk etmekten, onlarla edebiyat üzerine konuşup ufak ufak demlenmekten her zaman keyif aldı. Kapısı her zaman açıktı, zulada içecek bir şey her zaman olurdu. “Ankara-İstanbul Kara Treni” Haydarpaşa’ya yanaştığında Ankara’yı özlemeye başladı. Arkadaşlarını bırakmıştı orada. Behçet Aysan, Uğur Kaynar, Metin Altıok devletin alevinden kurtulamadıkları için Ankara’da yatıyordu. İstanbullu olmadı hiçbir zaman. İstanbul ağırlığını hissettirmedi şiirlerinde. Hatta İstanbul’da yazılan şiirle de yakınlaşmadı. Ankara kökenli oldu, Ankara şiiri yazdı daima.    
Asla kötülükle uzlaşmadı. Devletin karanlık yüzüyle adını asla yan yana getirmedi. Arkadaşlarının arkasından asla konuşmadı. Çekemezlik, ihtiras, kıskançlık gibi kelimeler uğramadı semtine. Kendi şiirine güvendi daima. Başkalarının ne kadar iyi ya da kötü olduğu değil, kendi yazdığı ilgilendirdi onu daha çok. Gözü gibi baktığı kitaplığında her zaman genç şairlerin kitapları oldu, onları ilgiyle okudu ve ilişkilerinde asla yukarıdan bakmadı. Paralel bir ilişki kurdu insanlarla. Yukarıdan bakanlara aşağıdan yukarıya doğru bakmadı. Aşağıdan bakanlara elini uzatıp yanına çağırdı. Bugün sağda solda kitapları yayımlanan nice genç şaire hedefleri için yardımcı oldu. Kimini dergilerin genel yayın yönetmenleriyle tanıştırdı ama bakmayın şimdi onların “büyük şair” olduklarına. Verilmiş sözü yoktu kimsenin ona. 
Soğuk ve uzak bir şiir değildi yazdığı. Akdenizli bir şairin kuşatma altındaki ülkesini yazdı. İçten kuşatılmış ülkesinde kurşunlanan gençlerin ceplerinde kitaplarının çıktığını öğrendiğinde “vatansız şiir yazmak alçaklıktır” önermesini haklı çıkardı. Hayatın kendisiyle sınandı şiirleri. Çürük çarık fiyakayla değil, ağzı bozuk, arabesk değil bizzat şair olmanın erdemi ve namusuyla yazdı.
‘SİNOPLU 
BİR BALIKÇI KADAR...’
Yenilgiden bahsetti ama yenilenlerin feryadı yükselmedi dizelerinden. İnsana karşı insan için bir destandı anlattığı. Hayatı savunmanın, iyinin yanında yer almanın, emekten yana olmanın yenilgisini yazarken yıkıldığı, kalesinin istila edildiği değildi yazdığı. Sivas’taki kandan bahsetti ve ülkesini “Sinoplu bir balıkçı kadar” sevdiğini anlatmayı tercih etti.
Kendisini kendi şiirlerine konu ettiği için arkasından atıp tutacak insanlara da peşin peşin onları umursamadığını dile getirmiş oldu. Kendisini şiirin acımasız hedefinden geri tutmadı. Çok incelikli bir humor vardı kendisine dair yazdıklarında. Adıyla, çocukluğuyla, futbol hayatıyla, içmesiyle, yazdıklarıyla, kitaplarıyla da şiirlerinde dalga geçti. 
Ödüllerin peşinden koşan şairlerden değildi, Ahmet Erhan. Ödül jürileriyle lobi yapacak adam hiç değildi. Annesinin hayırsız oğlu bazen bir kasabalı kadar mahcup, bazen bir çocuk kadar muzip, bazen bir delikanlı kadar bıçkın; çoğunlukla arkadaş, bazen şair, genelde alkolle ilgili, nadiren sokakta, kendisinden kalacak soruyu kurguladı.
Tabutların ışık geçirmediğine mi yanmalı, “her yol ağzında kendine rastlayan” şairlerin hayattan çekilmesine mi? Silivri’nin kar yağışlı günleri, Beylikdüzü’nün bitimsiz rüzgârı da girdi şiirine ama uzun uzun yürümek istedi hep. Sabahın olmayan diliyle sustu sonra. Ses tellerine veda ettikten sonra akşama yaslandı sesi. Telefonlarda sözü uzatmadı. 
Bugün doğum günü. 8 Şubat 1958’de dünyaya gelmiş. “hoca, bu demiş ya katil olur ya büyük adam/ ikisinin arasında zati bir soğan zarı” Kırmızı Kedi ne güzel bir araya getirdi iki ciltte bütün şiirlerini.
Mersin Lirikleri gibi yaşadı. Sustu sonra, çok sustu. İçine katlandı. İçine katlandı. İçine katlandı.

*Şair
@CHakkiZaric

ÖNCEKİ HABER

Çoğaltılan çaresizlikler

SONRAKİ HABER

Küstüğün dağın odunu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...