29 Ekim 2020 00:42

Kendine karşı devrim, gölgelere savaş, emeğe darbe

Fotoğraflar: AA&Freepik Kolaj: Evrensel

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa mallarını boykot çağrısı ve yine Avrupa’ya diklenme halleriyle…

Birkaç gündür sürdürdüğümüz…

Türkiye ekonomik bağımsızlık kavgası veriyor”…

“…‘Türkiye ucuz TL, değerli ekonomi’ devrimi yapıyor”.

Şeklinde bugünlerde sıkça yapılan propagandaları değerlendirdiğimiz yazılarımız çakıştı.

Tesadüf değil! O propaganda ile Erdoğan’ın tutumu arasında bir paralellik var sonuçta.

Dün yayımlanan yazıda…

Türkiye ekonomisinin krizini sadece kapitalizmin kriz üreten yapısıyla açıklamanın yeterli olmayacağını…

Kapitalist işleyişin kaçınılmaz yasalarının yanı sıra iki unsurun Türkiye’de krizi tetiklediğini…

Bunlardan birinin… Hiç azaltılmayan sanayi, pazar ve finansal açıdan dışa bağımlılık olduğunu... Diğerinin ise… İktidarın uyguladığı (Rant, sürekli savaş ve gerilim politikasını da içeren) icraatlar olduğunu...

Ve bunlara dokunmadan atılacak zorunlu birkaç adımın da çözüm olmayacağını… Krizin bedelini topluma daha çok yıkarak yol almak anlamına geleceğini vurgulamıştık.

Süreç iktidara bir değişimi dayatsa da…  

İnşaat ve enerji ihaleleriyle ranta tam gaz devam eden…

Kaynakları rant, savaş politikasıyla eritip yatırıma para bırakmadığı için kredi-borç sistemiyle yol almaya çalışan…

İktidarın ‘günahlarının’ değişime izin vermediğini belirtmiştik.  

NE YARDAN NE SERDEN GEÇMEYİNCE!

Süreç 1929 ekonomik buhranındaki gibi…

Dışarıdan ithal edilenlerin içeride üretilmesini bir politika tercihinden ziyade bir iktisadi zorunluluk dayatsa da…

Buna yönelen, Türkiye dahil hiçbir ülkede, o zamanki gibi bir devletçilik gündeme gelmiyor. Şimdi piyasacılık vazgeçilmez, sosyal devlet tu kaka!

AKP’de de karşılığını bulan ‘postliberal’ bir anlayış bu. Özelliklerini Akademisyen Ümit Akçay’dan aktaralım1.

  1. Kısmi sermaye kontrolleri: Spekülatif ataklar olmasın diye kısıtlamalar getirilmesine, kapsamı 2018’den beri genişletilmesine rağmen kurlar durdurulamadı. Hükümet dolarda 8 TL’ye razı artık2.
  2. Yeni ithal ikamecilik: İthalatı zorlaştıran gümrük vergisi, ikame üretimi teşvik benzeri uygulamalar artıyor. Fakat yine de ortada borçlu, ithalatçılığa ya da montaja mahkum sanayiyi dönüştürmeye yönelik köklü bir program yok3.  
  3. Otoriter konsolidasyon: Cumhur İttifakının faşizmi kurumsallaştırma çabaları çok açık zaten. ‘Ekonomik sorunu çözmese de isyanı bastırır, muhalefeti susturur’ diye düşünülüyor. Lakin bazen kadınlar, bazen madenciler, bazen sosyal medyada gençler zayıf noktaları fazlasıyla ele veriyor!
  4. Emek üzerinde sömürüyü katlayan kontrol: 2001 yılından sonra ucuz, kuralsız ve örgütsüz bırakılması hızlandırılan emekçi kesimler sömürü diktası pandemi ile ağırlaştı. Geniş emekçi kesimlerin salgınına karşı önlemlerden muaf tutulmasının gösterdiği gibi!

Mersin’de grev kararı ertelenen ve ücretsiz izne çıkarılan Soda sanayi işçilerinin başına gelenler…

Güvencesiz ve esnek çalışmayı derinleştiren, emeklilik ve kıdem hakkını tırpanlayan teşvik paketi…

7 yıldır ödenmeyen tazminatlarının ödenmesi için yürüyen madencilere kolluk müdahalesi...

Sırf sendikalı oldukları için Systemair HSK fabrikası işçilerinin ücretsiz izne çıkarılmak istenmesi…

Saymakla bitmeyecek örneklerin hepsi… Patronlara ucuz ve hiçbir hakkı olmayan köle standardında işçi temin etmede kararlı bir iktidar göstergesi.

BU DEVRİM KİME KARŞI…  

Vaziyet buyken…

Hazine bakanının yaptıklarına ‘devrim’ denebiliyor. Cumhurbaşkanının gümrükten malları sokmamak kendi elindeyken halka Fransız mallarını ‘boykot’ çağrısı da Batı’ya karşı ‘dik duruş’ olarak anlatılabiliyor.

İkisi de… Yazının başında, “O propaganda ile Erdoğan’ın tutumu arasında bir paralellik var” dediğimiz bir bütünün parçası aslında.

Nedir o bütün?

‘Postliberal’ dönemin ‘dikta’ yönü her geçen gün ağırlaşan ‘popülist’ politika.

Çeşitli ülkelerde ‘ırkçı’, ‘faşist’, ‘otoriter’ vb. farklı tonlarda iktidarda olan ‘popülist’ siyasetin ortak özelliklerinden biridir… Sanki kendileri iktidar değilmiş gibi ülkedeki egemenlere karşı… Sadece kendilerinin temsil ettiklerini iddia ettikleri millet adına kavga verdikleri propagandası.

Bakan Albayrak devrim yapıyor’ iddiasında görüleceği gibi.

“Kime karşı bu devrim, önceki karşı devrimci kimdi?

Soruya, 18 yıldır kendileri iktidar değilmişçesine… Çok rahat bir şekilde şu cevap verilebiliyor.

Uluslararası finans kapitalin temsilcisi…

Ülkeyi yabancı sermayeye peşkeş çeken…

Ülkedeki iş birlikçi sermayenin göz bebeği…

Eski ekonomi bakanı, şimdinin DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ve arkasındaki güçlere karşı…

Sanırsınız ki Babacan AKP kurmaylarını şekerle kandırdı!

Kendine karşı devrim, kendini aynı zamanda karşı devrimci kıldığı için mecburen bir egemenler ve temsilcisi anlatısı kuruluyor.

Erdoğan’ın Fransa’ya boykot çağrısı, Batı’ya sürekli ‘atar gider’ yapan halleri de aynı popülizminin eseri.

Üzerine, gazetemiz dahil çokça yazıldığı için bu tutumu tartışmak yerine… Otoriter iktidarların diğer birkaç özelliğine dikkat çekelim. 

Popülist hareketler bütün sorunları dışsallaştırır. Sorunu telafi edemediği durumda, ‘Sorunu çözemiyoruz çünkü çözmemizi engelleyen dış güçler var’ söylemine sığınır.

Popülist sistemlerin bir diğer özelliği kapanma. Ama önerdikleri iktisadi bir kapanmadan çok kültürel kapanma.

‘İstikrar’ var ediyorlar ama… Sürekli savaş, sürekli saldırı, sürekli genişleme, sürekli tehdit, sürekli koruma… ‘Bunları sadece ben yapabilirim’ iddiası üzerinden sürekli bir gerilim hali devam edip duruyor. Bazen ‘gölgelerde’ bazen sahada bu süreklilik hali tekrarlanıp duruyor.

Bir gün ‘Haçlı-Hilal’ kavgası verildiği söylenir… Aklıselime davet eden, ‘vatan müdafaası veren iktidar karşısında ‘düşman saflarındaki zat’ ilan edilir.

Ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Paris’te Fransız muhatabı Macron’la dostane fotoğraflar verir. Dışişleri Bakanı, ‘Nazi kalıntısı’ suçlamaları yaptığı Alman hükümeti temsilcileriyle çay sohbetlerine katılır.

İki gün sonra tekrar, ‘faşist’, ‘Nazi’ söylemleri ile gölge savaşı tekrar başlatılır.

Ülke kendini komşu coğrafyaların tümünde savaşta bulur. İşler tıkanınca (Rayına girince değil) savaş başlarken edilen büyük laflar unutulur ‘masa ve diplomatik çözüm’ün önemi anlatılır.

Bu tarzın en büyük özelliğidir; aslında sorunu çözmez ama çözdüğünü, çözebileceğini iddia eder.

İşte bu sürekli kriz durumu demek!

EŞEKTEN DÜŞMENİN BEDELİ!

Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal dün aslında havlu attı: Döviz kurlarıyla ilgili hedefimiz yok, Türk lirası aşırı değersiz bir noktada!

Eşeğinden düşen Nasrettin Hoca’nın, ‘Ben zaten inecektim’ demesi gibi… Merkez Bankasının 100 milyar doları kurlar sabit kalsın diye harcandı, başarılamayıp merkezde para bitince de ‘Bizim için kurun bir önemi yok’ denmeye başlandı.  

Ama ülke için bir önemi var. Aynı merkez enflasyon tahmini yükseltti mesela. Kur artışının enflasyon artışı, emekçi vatandaşın gelirinin erimesi demek olduğunu hatırlatmış oldu.

Sadece enflasyon mu? Şirketlerin 170 milyar dolar borcu bulunuyor. Dolar kuru 7.85’ten 8.15 gelince… Borçları durduğu yerde 50 milyar TL arttı.

Çalışanlar için karşılığı: İşsizlik, düşük ücret!

Misal çiftçiler... Doların 8 lirayı aşmasıyla en ağır darbelerden birini aldılar. İlaç, gübre, mazot hepsi ithal. Artan maliyet yeni ekim döneminde çiftçinin belini bükecek.

Üstelik de 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’na göre...  

Çiftçinin en yaygın yararlandığı mazot, gübre ve hayvancılık desteklerinde toplam 787 milyon lira kesintiye gidildiği bir dönemde. 

Listeyi uzatmak mümkün…

Şöyle bitirelim: Eşekten düşmenin bedeli ağır.

Devrim yok ama emeğe ağır darbe var!

‘Kalkınmacılık’ devrim olur mu? Sorunun yanıtı yine başka yazıya kaldı.

Devam edeceğiz.


1 Türkiye’de rejim sorunu ile ilgili bir tartışma, Gazete Duvar, Ümit Akçay.

2 Ayrıca ithalat azaltılarak döviz ihtiyacı azaltılsa da… Pandemi nedeniyle turizm ve ihracat gelirlerinin azalacağı bir dönemde borçları ödemek için yeterli döviz nereden bulunacak. Yeniden faizle döviz çağrılırsa kimse şaşırmasın?  

3 Şu soru da elzem: Ticari ve diğer kredilerdeki takibe düşen tutar 132 milyarı aşmış olmasına rağmen hâlâ kredi sistemiyle ayakta tutulmaya çalışılan KOBİ’ler ne kadar yaşar?                                                                  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...