04 Temmuz 2020 01:00

Kadına şiddet ve sosyal medya

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Siyasi erkin asıl amacı kadına şiddeti önlemek mi, yoksa baskın seçime ya da olağan seçime giderken sosyal medyayı susturmak mı? Bu sorunun yanıtı kuşkulu dahi değildir. Şöyle ki, son medya rezaletine gelene dek sesi dahi çıkmayan siyasilerin, bardağı taşıran son damlada, konuya, “Nerede hata yaptık?” şeklinde değil de, bu rezilliği önleme görüntüsü altında, bu sinekten siyaseten nasıl yağ elde edebiliriz anlayışıyla yaklaşma eğilimi, demokratik yönetim sistemini değil, kaba gütme anlayışını yansıtmaktadır. Zirai hiçbir kasının, mevki, makam ya da ailesel ilişkisi ne olursa olsun, bir diğerinden kesinlikle farkı yoktur!  

Binlerce kadın sokak ortalarında katledilirken, binlerce kadın emniyete ya da yargıya başvurarak koruma isterken, bu cerihanın altında nasıl bir sorunun yattığını irdelemeden, kadınları kaderleri ile baş başa bırakan zihniyet, aslında özgürlüğü değil, erkek hakimiyetini açıkça savunmaktadır. Küçük yaşta evlenme ya da erkek-kız çocuklarına her nasılsa önü bir türlü alınamayan şiddet ve tecavüz yaşanırken gereği kadar ses çıkartmayan, bazı kurumları örtülü ya da açık savunan zihniyet, bu olayda da olayın organik nedenine değil, olaydan siyasal çıkarıma bakmaktadır.

AKP’nin medyaya yönelik asabiyeti anlaşılamaz değildir. Arada ekrana gelen “Oflu Hocanın Şifresi” nde ilginç bir sahne bulunmaktadır. Gülüp geçtiğimiz sahne aslında aklı olanlar için fevkalade öğreticidir. Sahne şöyle: Hoca camide cep telefonlarının kapatılmasını önermektedir. Cemaat hocanın vaazına kulak asmaz telefonu kapatmaz. Ama Oflu hoca telefonu çalanlara küfürlü tehdit savurunca kimsenin telefonu çalmaz. Bu durum, analojik olarak, AKP iktidarı döneminde insanların ahlak ve kutsallık anlayışı üzerinin nasıl para ve hırsla kaplandığının halk diliyle anlatımıdır. Sosyal medyanın AKP’nin sinirsel yapısını bozmasının ikinci nedeni de bir türlü unutulamayan şahane Gezi kalkışı, hatta İstanbul’un koparılıp alınmasının geri planındaki ağ haberleşmesi ve örgütlenmedir. Giderek oy kaybeden, kime sarılırsa sarılsın, ölüme çare olmayacağı anlaşılan durumda iktidarın daha da sertleşmesini beklemek hiç de yanlış bir öngörü olamaz. Aslında iktidarın sertleşmesi bir öngörü meselesi de olmayıp, fiilen yaşanan ve giderek koyulaşan görüntüdür.

Savunma avukatlarının siyasallaştırılması da iktidarın seçim yürüyüşünde önemli bir köşe taşıdır. Yargıya başat olmaya çalışan siyasi erk bu politikasıyla yargıyı ciddi olarak zor durumda bıraktığı gibi, politika da zeytinyağı gibi anlaşılır hale gelmiş oldu. Hal böyle olunca Ankara Baro Başkanı’nın fevkalade masum bir söylemini bahane eden siyasi erk şimdi de savunma cenahını yanına alarak, yargının yükünü hafifletmeye çalışmaktadır. Böylece artık savunmalar da AKP doğrultusunda yapılacak olacağından yargıcın eli de kolaylaşmış olacak. Yargıçlar da böylece oraya buraya sürülmekten kurtularak, siyasete besleyeceği kin duygusu hafifleyebilecektir.

Devlet erkinin müdahaleci ve baskılayıcı araçları son anda devreye girer, çünkü bu aygıtların devreye girmesi, sistem ideolojisinin artık çatırdadığının ve yama tutmaz olduğunun göstergesidir. Durum buraya gelmişse ya da AKP döneminde olduğu gibi getirilmişse, siyaset kendini kurtarmak için sertliğe ya da şiddete başvurur. İşte mesele budur; hem “Yetmez, ama evet” aymazlarının, hem de AKP’ye bu yolu açan hukukçuların Türkiye’nin bu sürüklenişinde, onun da ötesinde bugün AKP’nin de içinde debelendiği açmazın ilerletilmesinde bağışlanamaz tarihsel hatalarının rolü inanılmazdır. Çünkü bu gidişat, gerek dünya konjonktürü, gerek Selamet Partisinden kopartılan atak gurubun sözleri ve emelleri çerçevesinde öngörülemez değil idi. Hal böyle olunca, ABD kaynaklarının “tek adam yönetimi” ni yeğlediği açık beyanlardan da görüldüğü üzere, AKP’ye bu yolu açma hem ülke hem de bizzat AKP’nin hayrına olmayacak idi. Olmadı da! Bu sonuca göre, acaba iş birliğini(!) salt AKP mi yaptı, yoksa AKP’ye bu yolu açanlar da işin içinde mi idi? Bilemem!

Yazının başına dönersek, şunu görüyoruz ki, siyasi erk artık yönetim iplerini yitirmiş olup, şimdi son çare olarak elindeki baskı ve gütme dizginlerine sıkı sıkıya sarılmış bulunmaktadır. Bu ahvalde siyasetten kıl çeker gibi sıyrılıp, “onur başkanlığı” ya da belki de hayal ediliyordur ki, “ikinci kuruculuk!” makamına, zira hayalde sınır olmaz ki, belki de umulur ki, dini liderlik vb. gibi sorumsuz bir üst makama geçişin manevraları üzerinde eskiz yapılıyor olabilir. Keşke, bu koşullarda, etik-siyaset anlayışıyla halkın oyları doğrultusunda dürüstçe siyaseti terk etmenin lügatte yeri olsa idi! 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa