16 Eylül 2016 01:00

Yönetememe krizi

Yönetememe krizi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye Cumhuriyeti, seçilmiş iktidarın bariz hatalarından kaynaklı bir yönetim krizi yaşıyor nicedir.
Milli irade ve demokrasi arasındaki ilişki iğdiş edilmiş.
Anayasada yer alan özgürlükler sadece yöneten sınıfın ayrıcalıklı elitlerine tanınıyor ve demokratik özgürlüklerini kullanan her kesimden vatandaş sadece bu nedenle cezalandırılabiliyor.
Mutlak gücün tacizine uğratılmış geniş bir halk kitlesi var.
Adalet sistemi altüst olmuş, hukukun üstünlüğü ilkesi askıya alınmış.
Basında, iktidar yanlısı bir tek seslilik hakim.
Muhalif basın, yayın yasaklarıyla, tehdit ve korkutmayla denetim altına alınmaya çalışılıyor. Hapisteki gazeteci sayısı yine 100’ü geçmiş durumda. Her gün bir gazeteci görevi başındayken gözaltına alınıyor, OHAL gerekçesiyle gözaltılar süresiz tutukluluk gibi yaşanıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri “dost” ve “düşman” askerler olarak ikiye ayrılmış. Darbeciler ve darbeci olmayan kimler belli değil. Farklı darbe girişimleri nedeniyle ordu içindeki düşmanın tanımı konjonktüre göre değişebiliyor. Kimin iyi, kimin kötü asker olduğu henüz kesinlik kazanmamış olan bir ordu sınır ötesi operasyonlara girişiyor, komşu ülke topraklarını bombalıyor. Eskiden darbeci olduğu iddiasıyla cezaevine atılmış askerler bugün kahraman asker olarak hükümete yakın kanallarda akıl veriyor.
Ülkenin neredeyse tüm kurumları ve bürokrasisi İslamcı ve Türkçü bir cemaatin seçilmiş iktidar eliyle beslenip büyütülmüş neferleri tarafından işgal edilmiş. Beslenip büyütülen çocuk göz oymaya başlayınca yönetim krizi daha da içinden çıkılmaz bir hal almış. Bu hali tedavi etmeye çalışan muktedir kendi bekası uğruna yaralı hayvan gibi önüne gelene saldırma stratejisini seçmiş. Önüne gelene saldırma stratejisinin kimseye faydası olmadığını göremeyecek kadar kendinden geçmiş.
İktidar kendi tutarsızlıklarını kendisinden önceki iktidarlara atarak sorumluluktan sıyrılmaya çalışırken, bir başbakanla bir sürü bakanı görevden alıyor. Yerlerine atananların kriz yönetme başarısı ve feraseti de ayrıca tartışılır.
Okullar açılırken Milli Eğitim Bakanlığı ve ona bağlı kurumlar tam bir çöküş içinde. On binlerce öğretmen şu ya da bu suçlamayla kamu görevinden ihraç edilmiş. Dersim’in Ovacık ilçesinde var olan tek ilkokulun tüm öğretmenleri görevden alınmış mesela. Öğrenciler bayram sonrası öğretmensiz bir okulda eğitime başlayacak. İşin aslı, Ovacık’ta milli eğitim krizi yaşanacak.
Muhalif akademisyenler birer birer üniversitelerden tasfiye ediliyor. Kamu hizmetinden ihraç edilen akademisyenler barış yanlısı, militarizm ve darbe karşıtı hocalar. Oysa iktidar darbe yanlılarını cezalandırdığını iddia ediyor. Barış, eşitlik ve adaletten başka talebi olmayan akademisyenleri şeytanlaştırırken, aynı talepleri yıllardır bıkmadan usanmadan dile getiren aydınları da cezaevlerine yolluyor. Tutarsızlık diz boyu.
Bir sürü üniversitenin kapısına kilit vurulmuş; öğrencileri sokakta. Bu üniversitelere kuruluş iznini veren de, açılışlarını da yapan da, destek kredileri ve devlet fonlarıyla büyümelerine, Kanunî, Süleyman Şah, Melik Şah, Fatih gibi isimlerle eğitim yapmalarına olanak tanıyan da mevcut iktidardı. Şimdi aynı iktidar bu üniversiteleri şeytanlaştırıp, orada çalışan akademisyenleri işsiz bırakarak açlığa mahkum ediyor.
Başından beri seçilmişlerin iktidarını savunan hükümet, bir yandan seçilmişlere ve parlamentoya darbe yapıldı gerekçesiyle ülkede demokrasiyi askıya alırken, güneydoğuda seçilmiş belediye başkanlarını hapse atıp, belediyelere kayyum atıyor. Hem de “Seçilmişler bal gibi de görevden alınabilir” gerekçesiyle.
Ankara Üniversitesinden hukukçu akademisyen arkadaşım Kerem Altıparmak da haklı olarak soruyor, “Darbe karşıtlığını güçlü bir ahlaki talep haline getiren temel ilke nedir?” diye. Anlaşılan o ki, Türkiye’yi yönetenlerde de böyle bir temel ilke yok; onlar için sadece darbenin kime yapıldığı önemli. Darbe onlara yapılmışsa kötü, muhaliflere yapılmışsa iyi. Bu basbayağı ilkesizlik. Biz bu iktidarın söylediği neye inanalım?
Önüne geleni hapse atarak problem çözeceğini sanmak, düşman gördüğün kuruma kayyum atayarak malına mülküne, seçilmiş mikro iktidarlara el koymak, adaletsizliği ve insafsızlığı demokrasinin gereğiymiş gibi yutturmaya çalışmak, sahte bir demokrasi kahramanlığı destanı yaratarak milli duyguları ajite ederek kirli işlerine meşruiyet kazandırmaya çalışmak, nefret söylemi ve linci günlük yaşamın bir parçası haline getirerek toplumu bölmek, düşmanlaştırmak geri dönülmesi zor bir yönetim krizinin göstergeleridir.
Bu kriz bütün ülkeyi etkiliyor ve kalıcı zararlar veriyor.
Bu kriz ülkenin itibarını yerle bir ediyor.
Bu kriz hepimizi tekinsizlikler içinde tehdit ediyor ve geleceğe ilişkin kaygılarımızı büyütüyor.
Bu ülke normal bir işleyişle yönetilmiyor. Bu sadece olağanüstü hal koşullarına mahkum edildiğimiz için değil, olağanüstü koşullarla nasıl başa çıkılması gerektiğini bilmeyen bir iktidarla yönetildiğimiz için böyle. Geçmişten deneyimlerle bugünkü krizle nasıl başa çıkılması gerektiğine karar veremeyen, ahlaklı ve tutarlı bir öngörüyle geleceği tasarlamaktan aciz bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Krizin kaynağı olan şeyi doğru tespit edip ona uygun önlemler alması gerekirken, kendisine muhalif olan herkesi ve her şeyi yok etmeye çalışan bir yöneticinin psikolojisi olsa olsa paniktir. Panikle kriz yönetilemez, doğru strateji kurulamaz.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu hal tam anlamıyla bir yönetememe krizidir.
Bu noktadan sonra artık krizin asıl kaynağı değil, onu akılcı, adil ve hukuki çerçevede çözemeyen ve ülkeyi yönetim krizine sokan yöneticiler sorumlu tutulacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...