16 Ocak 2015 01:02

İfade özgürlüğünün sınırlarını kim çiziyor?

İfade özgürlüğünün sınırlarını kim çiziyor?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Paris’te katledilen basın emekçilerinin yası uzun süre dinmeyecek ve öyle anlaşılıyor ki Avrupa uzun süre bu katliamın nedenleriyle sonuçlarını tartışacak. Charlie Hebdo cinayetleri bir yandan Avrupa’daki göçmen azınlığı, özellikle de Müslümanları nefret söyleminin odağına çekmiş gibi görünüyor. Gerçi bu yeni bir şey değil. Fransa, Almanya gibi ülkelerde Müslüman kimliği zaten uzun yıllardır suç, suçluluk, terör, saldırganlık ve türlü çeşitli olumsuz aktiviteyle birlikte anılıyor. Danimarka’da yaşanan peygamber karikatürü krizinden beridir de Müslümanlar düşünce ve ifade özgürlüğü karşısına dikilen beton duvar gibi çerçeveleniyor.

Charlie Hebdo katliamının ardından pek çok solcu ve liberal entelektüel olan biteni salt düşünce ve ifade özgürlüğüne kanlı saldırı bağlamında ele aldı. Ne yalan söyleyeyim, ben de onlardan biriyim. Ancak son günlerde okuduğum birkaç makale bana konuyu farklı açılardan da yorumlamamız gerektiği konusunda fikir verdi.

İster mizah dergisi Charlie Hebdo için olsun, isterse İslamcı Akit gazetesi için, kamuya bir şeyler söylemek adına yayımlanan medya içeriğinde ifade özgürlüğünün sınırları nedir? Basında ifade özgürlüğünün sınırlarını çizen yasa ve düzen, toplumda hangi baskın grupların denetimindedir? Basın ve ifade özgürlüğü alanında evrensel doğrular ve kurallar var mı? Mesela, bireylere hakaret etmek, iftira atmak, onları toplumda küçük düşürecek şekilde resmetmek, ne dereceye kadar basın özgürlüğüdür, ne dereceye kadar değildir? Bunlar son zamanlarda benim de kafamı kurcalayan konulardan.

Nitekim, ABD merkezli Huffington Post İnternet gazetesinin Londra’daki Politika Editörü Mehdi Hasan da geçen gün bir yazısında aynı şeyleri soruyordu: “Eğri oturalım, doğru konuşalım. Öyle evrensel kuralları olan bir ifade özgürlüğü yok. Hepimiz biliyoruz ki her zaman hukuk ve düzenin dayattığı bazı sınırlar var. Ve bazen edep, adap adına da bu sınırları geçmeyiz. Değişen tek şey, bu sınırları kimin çizdiği.”

Doğrusu şu ki, pek çok ülkede ve kültürde ifade özgürlüğünün sınırları farklar arz ediyor. Mesela Avrupa’da “Yahudi soykırımı olmadı” demek suç. Oysa Türkiye’de “Bence Ermeni soykırımı oldu” derseniz hapsi boylayabilirsiniz. Pek çok ülkede yabancı düşmanlığını dile getirmek, azınlıklara hakaret etmek, onları en kötü şekilde resmetmek ifade özgürlüğü. Bu Türkiye’de de böyle. Bunu test etmek için son yıllarda Suriyeli göçmenlere karşı üretilen nefret söylemine bakmak yeterli. Diğer yandan yine pek çok başka ülkede yabancı düşmanlığını dile getirmek, bu konuda yayın yapmak suç. Yine Türkiye’den başka bir örnek verelim: Bir süre öncesine kadar ülkemizde siyasal İslam’a hakaret etmek, siyasal İslam’a destek veren Müslümanları aşağılamak düşünce ve ifade özgürlüğüne giriyordu. Bugün ise, AKP iktidar döneminde düzen siyasal İslam’ı eleştiren, sorgulayan gazeteciyi, Facebook kullanıcısını hapse atıyor; ama mesela artık Atatürk’e hakaret serbest… Demek ki düşünce ve ifade özgürlüğü öyle bir şey ki, onun sınırlarını çizen güç ve iktidar, aynı zamanda bir toplumda hangi düşüncelerin makbul, hangilerinin ise cezayı gerektirdiğine karar veriyor. Bu tabii demokrasinin iki yüzlü halinden başka bir şey değil.     

Huffington Post Editörü Mehdi Hasan da işte buna dikkat çekiyor. Charlie Hebdo dergisi çalışanlarının fanatik İslamcılar tarafından hunharca öldürülmesi kuşkusuz insanlık dışı, şeytani ve affedilmez bir eylem. Ama bu cinayetleri sadece düşünce ve ifade özgürlüğüne saldırı olarak tanımlamak ne kadar doğru? Şöyle diyor Hasan: “Sizin yayın, örneğin, Holokost’la dalga geçen alaycı karikatürler yayımlasa nasıl olur? Hayır mı? Veya 11 Eylül’de canhıraş ikiz kulelerden atlayan masum insanları gülünç gösteren bir yazı yayımlasanız? Bu ifade özgürlüğüne girer mi? Ben girdiğini sanmıyorum ve öyle olmadığı için de memnunum. Veya Oxford Filozofu Brian Klug tarafından ortaya atılan ‘düşünce özgürlüğü deneyini’ düşünün. Charlie Hebdo’ya saldıran adamlardan birinin ilk adı Şerif. Farz edin ki 11 Ocak’ta Paris’te düzenlenen birlik mitingine bir kişi de yakasına “Je suis Cherif” rozeti takmış olarak katılsa. Bir de Paris’te öldürülen gazetecileri konu alan alaycı bir karikatür içeren pankart taşısa. Acaba oradaki kalabalığın tepkisi nasıl olurdu? Prof. Klug bunları soruyor. Onlar düşünce ve ifade özgürlüğü için ayakta iken, yakasında “Je suis Cherif” yazan bir rozetle yürüyen kişiyi de bir ifade özgürlüğü kahramanı olarak görecekler mi? Yoksa bu durumdan gazeteciler ve ifade özgürlüğü savunucuları derinden rencide mi olurdu? Son kertede, o acılı kalabalığın elinden kurtulduğu için adamı şanslı mı saymak gerekirdi?”

İslamofobi, İslamofili, yabancı düşmanlığı, ifade özgürlüğü, basın hürriyeti gibi konular tartışılırken, Mehdi Hasan’ın sorduğu bu sorular hakkında düşünmenin çok anlamlı bir çaba olduğunu düşünüyorum. Çünkü yine onun dediği gibi, düşünce ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda hep belli grupların ve kimliklerin derisinin alay ve eleştiriye dayanıklı olmasını beklemek hayatımızı zorlaştırıyor. Avrupa’nın demokratik değerleri ve özgürlüklerinden bahsederken, Avrupa’daki azınlıklara ama özellikle de 11 Eylül sonrasında Müslümanlara karşı yükselen nefret söylemi ve ayrımcılığın da dürüstçe tartışılması gerekiyor.

Kimse masum insanlara karşı işlenen cinayet ve katliamları meşru göstermeye çalışmasın. Cinayeti savunmak da bir ifade özgürlüğü değil kuşkusuz. Ama Avrupa’da dolaşan hayaleti de sadece ifade özgürlüğüne saldırı bağlamında değerlendirmek, demokrasi sınavının sadece küçük bir bölümünü açıklamaya yetiyor kanımca.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...