02 Aralık 2014 00:58

Kürt sorunu ve ben (3)

Kürt sorunu ve ben (3)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Göriz köyündeki toplumsal/ekonomik yaşam, birçok yönüyle neolitik dönemi andırıyordu. Bu yaşam biçimi, yoksulluğun da ötesindeydi: Çoğu insan, para kullanmıyor, hatta parayı tanımıyordu: Bir teneke peyniri takasa götürüp, kasabadan keçiler için tuz, kadınlar için bez ve aydınlanma için gaz getiriyordu. Gaz lambası çoğu evde yoktu. Çoluk çocuk sığındıkları toprak odayı, “çıra” denen fitilli bir küçük gazyağı haznesiyle aydınlatıyorlardı. 
Bu insanların hayatları boyunca hiçbir ilaç almadığı belliydi: Yüksek ateşli bir hastaya, ateşinin düşmesi ve ağrılarının kesilmesi için, bir Aspirin tableti yetiyordu. Öte yandan, parazitli ve mikroplu bir ortamın içine doğan bebeklerin çoğu, daha ilk aylarda ölüyordu. Bu konuda başka bir kuşkum da vardı: Belki soğuktan ölüyordu onlar. Kimi kış aylarında baş gösteren çocuk hastalığı salgınları ise köyün bebeklerini ve çocuklarını kırıp geçirmekteydi. 
Hangi bir derde nasıl yetişeceğimi şaşırmıştım. Öğretmen miydim, sağlıkçı mıydım, akıl hocası mıydım, neydim bilemiyorum. Hayır, biliyordum: Bu köyde, insanların dertlerine yetişmeye çalışan, donanımsız, yalnız ve umarsız bir gençtim sadece.
Afrika’nın balta girmemiş ormanlarındaki ilkel kabilelerin içine girerek misyoner ve hümanist bir doktor olarak yaşayan Albert Schweitzer’den benim farkım, içinde yaşadığım toplum hakkında önceden hiçbir bilgi ve hazırlığımın olmayışıydı. Göriz köyünde Türkçe konuşanlar, nüfusun yarısı kadardı. Mehmet Şerif Efendi’nin yetişkin iki kızının dışında Türkçe bilen kadın yoktu.  
N’apalım, ben de Zazaki bilmiyordum.  
Bu koşullarda nasıl bir eğitim anlayışı uygulamalıydım? Aylar geçtikçe kafamı şu soru kurcalamaya başlamıştı: Gündüzleri çocuklara Türkçe okuma yazma, biraz hesap kitap, geceleri de köyün delikanlılarına aynı şeyleri öğretmek, ne getirecekti onlara? Böyle bir öğretim uygulaması yaparken hep ikircikliydim: Tutalım ki kimi gençler, ellerine geçtikçe gazete okumaya başlamıştı. Gazetenin resimlerine bakıp, ya da resim altlarını okumaya çalışıp da ne öğrenecekti bu insanlar? Belki hiç işe yaramaz şeyler, kötü şeyler, çirkin ve ahlaksızca şeyler öğreneceklerdi… Oysa, bu köyde inançlardan kaynaklanan, kendince insan ilişkileri ve sorumlulukları, kendince bir ahlak, hukuk, çalışma, dayanışma anlayışı vardı. Bütün bunların dışında olan şeyleri, okuma yazma öğrenerek bilmeye kalkışması, onları yoldan çıkarabilirdi. İşin bu tarafını düşünmem gerektiğini sezinliyor, ama tam olarak kararlı davranamıyordum. 
Demek ki bir çıkmazdaydım! Yoksulluk, kıtlık, açlık, hastalık, ölüm kol gezerken, “Etmişim eğitimine de, öğretimine de…” duygusuna kapılıyordum kimi günler. Farkında olmadan, eğitim sosyolojisini kurcalıyordum kafamda. Sonuç? Çaresizliğimi yenemiyordum, çünkü bana akıl verecek kimsem yoktu; yardım sağlayacak hiçbir olanağım da yoktu. Ne kötü!..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...