18 Kasım 2014 01:00

'Kürt sorunu' ve ben (1)

'Kürt sorunu' ve ben (1)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yurdumuzun Kürt olmayan bir aydınıyım. Ama Kürt halkını yakından tanıma fırsatını buldum. Çünkü onlarla birlikte yaşadım: 1960-1963 yılları arasında, Bingöl’ün merkeze bağlı küçük bir dağ köyü olan “Göriz”de öğretmenlik yaptım. Bu köye giderken Kürt halkı konusunda hiç bilgim yoktu. Bütün Kürt köyleri gibi, Göriz’in de günümüz uygarlığının nimetlerinden bütünüyle uzakta ve çok yoksul olduğunu duymuştum, o kadar. Göriz’deki ilk günlerimde, birlikte yaşadığım halkın, “Şafiî” mezhebine derin bir inançla bağlı bulunduğunu, “Zazaca” konuştuğunu, günümüz dünyasında olup bitenden ise habersiz, üstelik, söylenenden de yoksul olduğunu anladım. Dağlar arasına sıkışmış bu köyde halk, hayvancılıkla geçiniyor, ürettiği yağ ve peyniri kente götürüp onları un, gaz, bez ve tuzla takas ediyordu.
Ben orada ne biçim bir öğretmendim, onu da anlatayım:
1935’te İstanbul’da doğmuştum. İstanbul Erkek Lisesini bitirerek 1954 yılında öğrenim için Almanya’ya gittim. Orada gazetecilik öğrenimi görürken önde gelen bir öğrenci derneği olan “Alman Sosyalist Öğrenciler Birliği”ne üye yazıldım. Dünya görüşümü Almanya’daki bu örgüt sayesinde edindim. Yurda döndükten kısa bir süre sonra, “Atatürkçü köklere dönüş” niteliğindeki 27 Mayıs 1960 Devrimi gerçekleşti ve ben bu sayede, yedek subaylığa sayılmak üzere Bingöl’e öğretmen olarak gittim. İdeolojik kavrayışım, temelde insan sevgisinden kaynaklanıyordu. İnsanların eşitliğine, insanın insanı sömürmediği bir toplum biçiminin kurulması gerektiğine inanıyordum.
Göriz köyünde okul falan yoktu. Melo adlı bir yurttaşın evinde, işe yaramaz geniş bir oda, bir de küçük oda vardı. Büyük odayı 26 öğrencim için derslik olarak kullanıyor, küçük odada ise yatıyordum. Öğretmen kimliğimle ilk işim, il merkezindeki bir okulun eski sıralarını getirerek “Melo’nun yeri”ni okula çevirmek oldu. Gündelik eğitim çalışmasının yanı sıra, akşamları köyün gençlerine burada okuma yazma öğretiyordum.
 Göriz’de, “Mehmet Şerif Efendi” adlı çok sevip saydığım ocakzade bir ihtiyar vardı. Kural olarak günde iki kez çorba içmeye, ya da bulgur pilavı yemeğe giderdim ona. Bu sırada Mehmet Şerif Efendi beni dikkatle izler, sorular sorar, benim nasıl bir insan olduğumu anlamaya çalışırdı: “Merhametli”ydim, ama namaz kılmıyordum. Yazık! Hak ettiğim halde cennete gidemezdim. Acaba Alevî miydim? Bunu da çözdü o: Bir akşam bana, “tavşan eti” olduğunu belirterek bir tabak et getirdiler. Aylardan beri et yemeğine hasret biri olarak tabağa yumuldum, kırıntı bile bırakmadım. Demek ki Alevî değildim! Peki, neden namaz kılmazdım öyleyse? Cennet cehennem tanımazdım herhal. He valla!
 Bu gün için bu kadar. Kürtleri anlatmayı gelecek hafta da sürdüreceğim.     

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa