07 Kasım 2014 01:04

Koktu bu algı ayakları

Koktu bu algı ayakları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Psikolojik operasyon, algı savaşları ve enformasyon bombardımanı...   Sadece askeri aklın değil, aynı zamanda sivil siyasetin ateşsiz silahları.

Ateşli silahlar bedenimizi ele geçirebilir, etkisiz hale getirebilir,  bize zorla istemediğimiz bir şeyi yaptırabilir veya son kertede bizi öldürebilir. Psikolojik savaş silahları dediğimiz propaganda ve algı yönetimi ise bizi yanıltarak, kandırarak irademizi ele geçirir, bizi yanlış kanaatler edinmeye, yanlış kararlar vermeye iter. Toplumların olmakta olan olaylara ve hakikate ilişkin algısını yönetmekte medya önemli rol oynar. Sadece haber medyasında izlediğimiz olaylara ilişkin bilgi üretim süreçleri değil, televizyon dizilerinin senaryolarından sinema filmlerinde kurgulanan karakterlere, çok dinlenen müzik videolarında yer alan imgelerden reklam metinlerindeki mesajlara kadar pek çok şey propaganda ve psikolojik operasyon için kullanılabilir.

20. yüzyılda ordular psikolojik savaş taktiklerinde uzmanlaştılar. Asker artık sadece silahla savaşmıyor. Hem savaşa girmek, hem de girdiği savaştan galip çıkmak için toplumun rızasını alması gerekiyor. Toplumların savaşa ikna edilebilmesi için ona az çok akla yatkın gelen ve savunulabilecek bir gerekçe sunmak gerekir. Aklı başında olan hiç kimse, kendisinin ve sevdiklerinin can güvenliği tehdit altında olmadıkça savaş istemez. Ama her savaş haklı savaş değildir. Her savaş etik savaş değildir. Ama savaşı çıkartan ve yöneten akıl isterse en haksız savaşı bile haklıymış gösterebilecek bir iletişim becerisi sergileyebilir. Savaşın ahlaki boyutunu ve savaşta sivillerin rolünü sorgulamak felsefecilerin işi. Asker ve siyasetçinin toplumu savaşa itmekte kullandığı ikna yöntemlerini sorgulamak ise sosyal bilimcilerin.
Türkiye’de de son 10 yıldır bir enformasyon savaşına tanıklık ediyoruz.

AKP iktidarında bilgi yönetimi, propaganda ve algı taktiklerinde çağ atladık.

AKP’giller maniple ettikleri kitlenin kültürünü, değerlerini, tutumlarını ve hassasiyetlerini iyi biliyor.
Onlara duymayı istedikleri şeyleri söylüyor.

Görmek istedikleri şeyleri gösteriyor.

Göz ardı etmek istediklerini saklıyor.

Çoğunluğun değerler sistemini kullanarak öncelikleri belirliyor.

Semboller ve sözlerle kendi büyük anlatısını örüyor.

Duygulara hitap ediyor.

Türkiye’de milli ve dini duyguları kaşımak toplumsal rızayı üretmede en iyi yol. Bunu biliyor.

Dini ve milli duyguları galibiyet için siyasi söyleminde kullanmaktan çekinmiyor.

Dostla düşmanı belirliyor.

Düşman karşıtı söylemini tekrar tekrar üreterek onunla savaş için rızayı üretiyor.

AKP’giller cicim aylarında Gülen Cemaatinin çokbilmiş kadrosuyla birlikte algı yönetimi ve psikolojik savaş taktiklerinde kol kola büyük zaferler elde ettiler. Bunu yaparken önce medyaya yeniden şekil verdiler, medya içeriğini kontrol edebilecek ekonomik ve yasal zemini hazırladılar, medya patronlarını rant ekonomisinin kölesi yaptılar, köle olmak istemeyenin televizyon kanalını, gazetesini, dergisini elinden alıp başkasına verdiler, medya çalışanlarının bir kısmını satın aldılar, bir kısmını işlevsiz hale getirdiler. İşlevsiz bıraktıkları ahlaklı, muhalif gazetecilerin yerine doğru düzgün gazetecilik bilmeyen ama gazetecilikten büyük paralar kazanan bir yalaka ordusunu koydular. Ön cephede, bu yalaka gazeteci ordusunu her gün büyük televizyon kanallarına çıkartarak savunma gücü olarak kullandılar. Seçme saçmaları aklı başında laflarmış gibi topluma dinlettiler. Bütün bunları yaparken toplumun çoğunluğunu aslında doğru ve iyi bir şey yaptıklarına inandırdılar. Toplumun çoğunluğunu ikna etmek için, tanınan, sevilen, güvenilen popüler ve entelektüel figürlerden de destek aldılar. Sağdan, soldan, neoliberallerden, merkezden devşirdikleri aydınları da kendi propagandaları için “kullandılar.” Bunu sadece ben demiyorum, son günlerde kendileri de aynı şeyi diyor.

Bu kuşkusuz bir siyasal iletişim başarısıdır.

Bu başarının (!) arkasında halka söylenen yalanlar ve rant temelli müşterici ilişkiler yatıyor.
Lakin, algı yönetiminde çağ atlatan AKP, Gülen Cemaatiyle gemileri yaktıktan sonra etkili mesaj üretiminde sınıfta kalmaya başladı. Bunun bir nedeni son dönemde Cemaatin medya kadrolarının yalan ve iftira üretimindeki ustalıklarından mahrum kalmaları olabileceği gibi, standart “düşman” algısında aniden ortaya çıkan sapma da olabilir. AKP’nin cesur, ahlaklı, dürüst polisi nasıl birden bire hain olur? AKP’nin adil yargısı nasıl olup da kaleyi içten fetheden paralel güç olur? Bize yıllardır legal olarak anlatılan şey aniden nasıl illegal, dost olan düşman olur? Birlikte ortak bir “düşmana” karşı savaşan müttefik güçler aniden nasıl olup da savaşan iki taraf haline gelir? Bu soruların yanıtı zor olsa da, çoğunluğun -başka bir deyişle rant temelli müşterici ilişkinin aktörü AKP’gillerin- ikna olma kabiliyeti yüksek.

Bu kadar lafı neden ettim? İstanbul Cumhuriyet Savcısı Vedat Bilgin, Milliyet Gazetesi Muhabiri Kemal Göktaş hakkında dava açmış. Göktaş’ın iki yıla kadar hapsi isteniyor. Davanın gerekçesi, Göktaş’ın bir haberinde yargının işkenceci polisleri kayırdığını anlatması. Bir karakolda sorgulanırken dövülen kadın adalete başvuruyor, hakkını arıyor. Savcı, işkenceye direnen kadına işkenceci polislerden daha çok ceza istiyor. Normal koşullar altında işkence suç; işkenceye direnmek ise insanlık onuru. Gazetecinin gözaltında işkence görmüş vatandaşın hakkını savunması mesleğinin bir gereği. Milliyet Gazetesinin Deneyimli Muhabiri Kemal Göktaş da bu olayı başından beri kamuya duyuran ve fikri takiple yargı sürecini izleyen gazeteci. Şimdi işkenceci polislere işkence gören kadından daha az ceza isteyen savcı, Kemal Göktaş’ı “algı yönetimiyle” suçluyor. Göktaş aleyhine düzenlenen fezlekede şunlar denmiş: “…mütalaanın kamuoyunda farklı algılanmasına, bir anlamda görevli savcı olan müştekinin polis memurlarına ayrıcalık gözeterek hakkaniyete uygun hareket etmediği yönünde algı oluşturmaya yol açacak şekilde AİHM ve Yargıtay yerleşik içtihatlarına göre hakaret suçunu işlediği…”

AKP Türkiye’sinde algı yöneteceğiz diye her şeyin cılkını çıkardılar. İşkenceciyle, işkence mağduru arasındaki hak ve adalet algısını bile maniple edilebilir bir şey olarak görmeye başladılar. Halkın da doğruyla yanlışı ayırt edemeyecek kapasitede olduğuna adeta eminler. Kişi herkesi kendi gibi bilir derler.  Kamu yararı gözeterek görevini yapan Gazeteci Kemal Göktaş’a gözdağı verirken şunu demek istiyorlar: “Polis memuruna ayrıcalık yaptık ama, sen yapmadık gibi yazacaksın… Yazarsan, algı yönetimi yapıyor deriz. Senin güvenilirliğini sorgularız, itibarını yok ederiz. Haberini hakaret kabul ederiz. Seni dava ederiz. Düşman sayarız. Savaşırız. Gerekirse yok ederiz.”

Şaka gibi.

Ama gerçek.

Algının yönetimi mi, yoksa yönetimin algısı mı neyse ne, ama artık gerçekten koktu bu ayaklar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa