07 Şubat 2014 00:06

Sansürün belgesi çıktı da ne oldu?

Sansürün belgesi çıktı da ne oldu?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hey gidi günler hey…
Eskiden ne rüşvetin ne de sansürün belgesi olurdu.
Ah, rüşvet ve yolsuzluk haberi yapan gazetecilerle, benim gibi “sansür var” diye bağrınan gazetecilik akademisyenleri, biz neler çektik neler… Kolay mı ülkenin kaynaklarını kendi çıkarları için kullanan bakanların, başbakanların, bürokratların çürümüş ilişkilerini basında belgeleriyle yazabilmek? Kolay mı, gazete yöneticilerine, ombudsmanlara sansürün varlığını itiraf ettirmek?
Meğer rüşvet de, sansür de istenirse bal gibi belgelenebiliyormuş.
Tarihe geçmiştir mesela meşhur “Rüşvetin belgesi mi olur pezevenk!” sözü.
Hey gidinin Civangate’i… Hatırlarsınız, Turgut Özal’ın prenslerinden, Emlak Bankasının Eski Genel Müdürü Engin Civan vakti zamanında Selim Edes adlı bir iş adamından rüşvet almıştı. Aldı almasına ama, Engin Civan, Edes’e söz verdiği işi yapmayınca, Özalların da araya girmesiyle işe mafya el koymuş, Dündar Kılıç’tı, Alaattin Çakıcı’ydı, işte hepsinin dahil olduğu bir yolsuzluk skandalı patlak vermişti. Mahkemede, “Hani nerede bana verdiğin rüşvetin belgesi?” diye soran Engin Civan’a Selim Edes’in yanıtıdır “Rüşvetin belgesi mi olur pezevenk!”
Aaah ah! O zamanlar işte durum böyleydi… Gazeteciler az uğraşmazdı bu yolsuzluk haberlerini ortaya çıkartmak için. Peki, bugün rüşvetin belgesi oldu da ne oldu? Tape tape inciyiz, skandalda birinciyiz şeklindeki ses kayıtları İnternet’e düşmekte. Medyanın iyiden iyiye hükümetin denetimine geçtiği ses kayıtlarıyla sabit. Başbakanımız ta Fas’tan aramış Habertürk Kanalının Yöneticisi Fatih Saraç’ı. “Bak, olmuyor böyle,” demiş. “Muhalefet liderinin konuşmasını veriyorsun kanalda…” Muhalefet lideri televizyonda konuşuyor… AKP Türkiye’sinde olacak şey değil! “Derhal kaldırıyoruz efendim,” diyor Fatih… “Emredersiniz efendim”… Vallahi biz basında sansür var filan diye 50 tane araştırma yapsak bu kadar açık, bu kadar direkt, bu kadar korkutucu, bu kadar başbakan emriyle sansüre kimseyi inandıramayız. Televizyon yöneticilerinin nasıl süt dökmüş kedi gibi verilen emirleri uyguladıklarını ispatlayamayız. Muhalefet liderinin sözlerine bile dayanamayan başbakanımız, kim bilir başka neler için, hangi medya yöneticilerini direkt arıyor veya aratıyor.
Şimdi bu sansürcü kafa, sansürün, yolsuzluğun, görevi kötüye kullanmanın belgesini yayınlayan İnternet sitelerini kafasına göre kapatacak bir başka sansür yasasına daha imza atıyor.
Büyük medyada tam bir dibe vuruş yaşanıyor. Ama hâlâ sakillikten geri adım atan yok.
Kadrolu sansürcü oldukları artık telefon tapelerine, gazeteci kitaplarına geçen yayın yönetmenleri görevlerinin başında. Pişkinlik had safhada… İleride bir gün işten atılırlarsa kitap yazıp Roboskî Katliamı’nı nasıl haber yapmadıklarını filan anlatırlarsa hiç şaşırmayalım.
Başbakanın ve aile fertlerinin sit alanı ilan edilmiş kamu arazisine yaptırdıkları kanunsuz villaların belgeleri, bulguları, bahçe düzenlemesi, ev tefrişatı için yaptıkları “çok özel” görüşmeler sosyal medyadan yayınlanmakta. Normal bir ülkede yaşıyor olsak, ortalık yer yerinden oynar, bizde tık yok. Ne suçlu utanmakta, ne suçlayan bir savcı kalmış. Yan bakan olursa görev yeri değişecek veya görevden alınacak. Önlerine gelene bin tekme. Nasıl olsa herkes “emredersiniz başbakanım” modunda.  
“Polisleri Nazlı Hanım’a soralım” diyen Abdülkadir Selvi ile, “Hırsızları da sana soralım Abdülkadir” diyen Nazlı Ilıcak hâlâ televizyonlarda program yapabiliyor. Şaka gibi bir ülke oldu Türkiye. ‘Hırsızcı’ gazeteciyle ‘polisçi’ gazeteci bile belli.
AKP ve Cemaat yanlısı kutuplaşma basında haber içeriklerini domine ediyor. Haber diye okuduğumuz şeylerin büyük bölümü kendi aralarındaki gündelik hesaplaşmadan ibaret.
Washington merkezli Freedom House adlı sivil toplum örgütü Türkiye’de basın özgürlüğü raporunu yazmış. İçler acısı durumun bir fotoğrafını da onlar çekmiş. Raporun yanında bir de kısa belgesel geçtiler sosyal medyadan. Belgeselde sadece son dönemde işini kaybetmiş köşe yazarları konuşuyor… Belli ki, Freedom House bile ülkemizde sansürün tarihini bazı ünlü yazarların işten atılmalarının tarihi olarak anlamış. Çok yazık.
AKP iktidarı döneminde direkt ve endirekt sansürün alasının büyük bir ustalıkla ve aymazlıkla yaygınlaştığını hep söyledik. Bunda iktidarın vahşi düzenlemeleri ve korkutucu yaptırımları kadar, basın çalışanlarının sansüre karşı duramamasının, medyanın tepe yöneticilerinin satılmış sallabaş tavrının ve bir şey söylediğinde dünyanın dört bir tarafında dinlenen tanınmış yazarların gerçekleri gizlemesinin rol oynadığını anlatmıştık. Basına sansür ve baskı, eğer basındaki küçük AKP ve Cemaat adacıklarının olan biteni gizleme çabası olmasaydı asla bu korkunç boyuta gelemezdi. Bazı etkili gazetecilerin sansür ve baskıyı görmezden gelmesi veya geç itiraf etmesi, kamunun da gerçekleri görme sürecini geciktirdi. Çok pis bir karşılıklı çıkar oyunu oynandı sansür konusunda.
Şimdi direkt sansürün belgesi çıktı. Eh, rüşvetin de belgesi çıktı… Peki, çıktı da ne oldu? Hırsız değil, hırsızı soruşturan cezalandırıldı, sürüldü… Sansürü itiraf eden gazeteciler işlerinden oldu, İnternet’te yazıyorlar; ama bu sefer de İnternet sansürü kapıda… İşin daha fenası, tüm bu ifşa süreçlerinin aslında kamu yararı için değil, egemenlerin hegemonya mücadelesi için ortaya çıktığının farkında olmamız. Bu hastalıklı duruma halkın tepki gösterip göstermeyeceğini ise ancak seçimlerde göreceğiz.  

Düzeltme:
Geçen haftaki yazımda BBC’nin Fethullah Gülen söyleşisini yazmıştım. BBC Muhabiri Güney Yıldız’ın Gülen’e çanak sorular sorarak İngiliz devlet televizyonunda Cemaatin reklamını yaptığını düşündüğümü söylemiştim. Yazımda, “BBC muhabiri Gülen’e barış süreci hakkındaki düşüncelerini sormak için bin dereden su getiriyor misal: ‘Efendim, siz aslında barış sürecinde elinizden geleni yaptınız... Bölgede okullar açtınız...’ diye söze başlayıp ancak sadede geliyor” demiştim. Güney Yıldız’ın bir muhabir olarak Gülen’e karşı olumlayıcı yaklaşımını genellediğim sorusunu tırnak içinde vermek doğru değildi. Çünkü, BBC Muhabiri Yıldız aslında tam olarak o cümleleri kurmamıştı. Yıldız’ın Gülen’e sorduğu sorunun tam çözümü şöyleydi: “Kürt sorunuyla ilgili belki fikirlerinizi daha netleştirmeniz açısından bir soru daha sormak istiyorum. Kürt meselesinin çözümüyle ilgili biz daha önce harekete geçtik, okullar açtık dediniz. Fakat daha sonrasında, o günlerde buna iltifat edilmediğini söylediniz. Fakat daha sonrasında, özellikle son dört beş yılda, birincisi KCK soruşturmaları, ikincisi Oslo görüşmelerinin sızdırılması konusu, daha sonra da bu 7 Şubat’ta MİT’e yönelik yapılan operasyon, bunlar hep size mal edildi. Siz bir mülakatınızda, Kürtçe anadilin tartışılmaması gerektiğini söylediniz. Sizin özellikle karşı olduğunuz şey örgütle yapılan müzakereler konusu mu?”
Keşke geçen haftaki yazımda da gazetecinin bu uzun sorusunu özetlemeden, olduğu gibi alıntılasaymışım. O zaman “bin dereden su getirmek”le ne demek istediğimi daha net ifade edebilirmişim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa