03 Kasım 2012 10:57

Renk, evren ev acı

Renk, evren ev acı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

çoğaltmasını hayatını sonsuzca;
kudretliyi, aleladeliği aşanı,
taşların uyanışını,
derinlikleri senden yüz çeviren.

Altın yaldızlı ve kahverengi ciltlerin
şafağı kitap raflarında;
ve sen katedilmiş diyarları
düşünüyorsun,
suretleri, tekrar tekrar yitirilmiş
kadınların uzun esvaplarını.

Ve anlıyorsun ansızın: buydu o işte.
Doğruluyorsun ve karşında
buluyorsun
geçip gitmiş bir yılın
korkusunu, endamını ve duasını.”

Rilke’nin Hatırlayış’ındaki dizelerle, Mark Rothko’nun evrenine girmeye yeltenmemin asıl nedeni, bu ressamın sanat serüveninde çok az konuşulmuş kimi yanları bir kez daha konuşmayı arzu etmemdir.
Ama korkarım ki bu yazı bugün bitmeyecek.
Bitmeyecek çünkü, hem hatırlayışı konuşmak gerekiyor, hem unutma biçimlerini ve nedenlerini.
Bir de, insanın o hakikaten büyük ve sanatsal trajedisinde, her el atana ciltler dolusu kitaplar yazdıran, devasa sanat yapıtlarının yükünü çektiren bu kavramları bir de soyutlamanın alanında dolaşarak anlamaya çalışmak sözün uzamasına yol açacak...
Daha da ileri giderek, Rothko’nun serüvenine bakarak bütün bunların insan yaşamında yer alma biçimlerine sanatın nasıl etki ettiğini konuşmak, bana diğer meseleler için daha uygun bir anahtar görünüyor.
(Sırası gelmişken, ressam hakkında ansiklopedik bilgi vermekten elimden geldiğince kaçınacağım, zira bunları herkes her yerde bulabilir.)
“Resim, duyguları özgürleşmiş, açık, cesaretli gözlerin arkadaşlığıyla, dostluğuyla yaşayabilir. Eğer bir tablo ölecekse, bunların yoksunluğunda ölür.” İlk bakışta neredeyse ortalama her sanatçının söyleyebileceği bu tümcenin arkasındaki mesele/ler insanın bugünüyle derinleşebilir özelliklerle ele alınmazsa, sanat yapıtıyla olumlu ya da olumsuz bir ilişki de kurulmuş olamaz.
***
Beni Rothko’ya bu kadar çeken şey, Londra Tate’in ressama ayrılmış salonunda yaşadığım o hakikaten olağanüstü çelişkiler oldu. Kimisini çeşitli sanat kataloglarında gördüğüm bu tablolar karşısında, bunca uzaklaşmak duygusuna karşın, nasıl bu denli uzun kalabiliyordum. Giderek bu ressama karşı oluşmuş kimi yargıların beni gitmeye zorladığını, ama eserlerin kendisinin de beni onlarla olabildiği kadar zaman geçirmeye ikna ettiğini kavradım. O zaman bana düşen anlama çabasıydı. Orada, o eserlerin karşısında bulunmak, benim gibi yoksul bir gezgin için, bu bakımdan ele geçmesi en zor olanaklardan biriydi ve ben de yapabildiğim kadar bundan yararlanmayı sürdürdüm.
***
  Bu resimlerin bir bölümü, Kanadalı bir içki dağıtım şirketinin Manhattan’da yaptırdığı yeni binası, Seagram Building’in içindeki Four Seasons Restaurant’ta yer almak üzere sipariş verilmiş. Ancak, Rothko, tam resimler tamamlanmak üzereyken, bu lokantaya yemek yemeye gidiyor ve o akşam resimlerinin burada yer alamayacağına karar veriyor. O günün koşullarında çok büyük bir para karşılığında yapılmış anlaşmayı bozuyor. Ancak anlaşmayı bozmadan önce, bir geminin barında söyledikleri, bu bozma eyleminin arkasındaki düşüncenin öteki parçalarını da açığa vuruyor:
“Öyle tablolar yaptım ki o lokantaya gelen ve bir tek yemek için servet ödeyen zengin züppeler benim sanatım içinde hapsolacaklar.”
İyi de yaşamının o anına kadar dehşetli bir yoksulluğun içinde yaşayan bu adam, bu anlaşmayı bozmak için neden bu kadar dönenip durmuştur? Bu resimler, yoksul sınıfın içinde yaşamış bir adamın çıplak kindarlığından ötürü mü bu denli ağır, bu denli katlanılması güç duygulara sürüklüyor onlara bakan pek çok insanı?
Michelangelo’nun Floransa’daki Medici Kütüphanesi’ne kazandırdığı hapsediciliği, kendi resim serüvenin içinde soyutlayarak, eriterek ve yeni boyutlarda yeniden üreten Rothko’yu etkisi altında tutan tek bir duygu, tek bir trajedi olabilir mi?
Sorular... Sorular... Sorular...
Susan Sontag, “Anlamak için hatırlamak gerekse de, anlamak hatırlamaktan daha önemlidir” diyor. O zaman geçmişin içinden gelen hangi başka duyguların şavkı vardır bu resimlerde? Hangi oluş hangi yok oluşla çatışmakta ve bizi bu denli derin sevginin ve hırpalanmışlığın içine çekiyor?
Sanat alemine değişik ölçülerde emek vermiş kimi insana “Sadece renkler var” ya da “Bundan sanat olur mu?” dedirten, kimi lumpenlere Rothko’nun eserlerine siyah boya atma cesareti veren duyguları anlamak için anahtar olan yine bu eserlerden başkası değildir...
Bu resimlerin karşısında pek çok insanı bir acıyla, evreni sonsuz parçalara bölen bir acıyla yüzyüze getiren, ağlatan; bir esrime tapınağında olabilecek yoğun anlar yaşatan renkleri, geçişleri, içerdiklerini anlamak için de ilk ve büyük anahtar bu resimlerin arkasındaki geçmiş, hatırlama, reddetme ve dayanamamaktır.  
Rothko’nun resimleri, o lokantaya değil de Londra’ya, Tate’in salonuna getirilmeden bir kaç gün önce, Manhattan’daki atölyesinde ressamı ölü bulundu. İntihar etmişti.
Haftaya devam edeceğim.
(Antalya’dan bana Rothko ile ilgili düşüncelerini yazan, bilgi gönderen ressam Burhan Kum’a teşekkür ediyorum. Katkılarınızı lütfen esirgemeyin.)

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa