05 Ocak 2013 12:27

Boşluk (=Barış)

Boşluk (=Barış)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu haliyle hayal edildiğinde, sözcük ve ona dair verilen çabalar, insanı, sonsuzluğun içinde dönenip duran “beyhudelik” imgeleriyle baş başa bırakır.
Gelin görün ki, bu acı veren düşünüş “Boş,” “Boşluk” gibi kavramları derinlemesine tanımayan insanlara özgüdür dememek elde değil.
(Kendi yazılarımdan örnek vermek bana da hoş gelmiyor ama, bu kavramı derinlemesine merak edenlerin, Evrensel gazetesinde 1 Aralık 2012’de yayımladığımız “Boşluk, Sanat Ve Politika” başlıklı yazıya bir kez daha bakmalarını öneririm. Bir gazete yazısı olarak, kavramı bütün boyutlarıyla açıklamaktan elbette uzaktır. Ama bir girizgah olarak işe yarayabilir.)
“Boşluk” kavramını -ister muhafaza etmek; isterseniz doldurmak ve eylem atomunu oraya yönlendirmek için- tanımayan ve üzerinde yeterince düşünmeyen, bu kavramı eylem planının içinde değerlendirip eritmeyen politika da, sanat da rastlantıların vereceği şansları bekleyerek huysuzluklar silsilesi içinde didinir durur diye düşünüyorum.
***
Öte yandan, “Barış” sözcüğü ve sözcüğe bağlı olarak gelişen hareketler handiyse doğdukları andan itibaren, insanoğlunun selamlaşma biçimi olmuştur.
Giorgio Agamben, Nesir Fikri’nde şu çarpıcı pasajı yazmış: “Komünyon reformunun, müminler arasında değiş tokuş edilecek bir barış işaretini tekrardan kiliseye sokmasıyla, müminlerin bir ‘Barış İşareti’nin ne olabileceğini bilmedikleri utanç verici bir biçimde ortaya çıktı. Olanca cahillikleriyle, aşina oldukları tek harekete razı oldular. Bir müddet kafa karışıklığının ardından, çok da ikna olmadan el sıkıştılar. Barış hareketi olarak seçtikleri, pazarlarda alışverişi sonlandırmak için yapılan hareketten başka şey değildi.”
Anadolu hayvan pazarlarını bilenler, buradaki hareketin ne olduğunu kolayca anlayacaktır. Üstelik pazarlık sona ermeye yakın alıcının ve satıcının yanında bir üçüncü kişi daha vardır; bu da “arabulucudur.” El sıkışmakta zorlanan iki kişinin tokalaşmasını sağlar ve ellerini onların ellerinin üzerine koyarak, “Haydi, hayırlı uğurlu olsun” diye bağırır.
***
Kilise ya da İslam müminlerine kadar selamlaşma işareti ve sözcüğü olarak “Barışı/ boşluğu” seçenler, aslında bildik anlamda, hayal gücü dar olanların tuzağına düştükleri bir “Boşluğu” seçmiyor. Çünkü ancak eli silahsız, boş olanlar tokalaşabilir. Sıkılmış iki yumruk el sıkışamaz; çünkü sıkılmış iki yumruğun içi, öfke, kindarlık ve saldırganlık gibi taşınması güç belalarla doludur.
***
İnsanlar gibi sözcükler, kavramlar da doğdukları gibi kalamıyor. İçinden çıktıkları, eklendikleri anlamlar evreninde, yenileniyor, birer gösteren olarak gösterdikleri anlam/lar/ın çağrışımlarıyla büyüyor ve ihtiyaç duyulan veçheleriyle yeni boyutlar kazanıyor...
***
Edward Hicks, “Barışçı Krallık” adını verdiği tablosunu yaparken. İşaya kitabının temel tezinden yola çıkmış. İri ve mühür gözlü hayvanlar, meleksi çocuklar, yırtıcılarla av olabilecek canlılar bir arada, olağanüstü bir huzur içindeler. Aynı sahneleri İncil’in kimi bölümlerinde de görürüz. Kurtla kuzu, avla avcı tanrının sonsuz barışı içinde yaşayacaklardır.
Fakat bu sonsuz barış kıyametten sonra gelecektir.
Hicks’in tablosunun ön planındaki olağanüstü doğayı, uyumu tamamlayan bir de arka plan vardır... Tablonun bu bölümündeki sükûnet de öndeki doğal sahneyi aratmayacak niteliktedir. Oysa tablonun yaslandığı tarihsel gerçeklik bizi, bu sükûnet, “Barış” konusunda kötü kötü düşünmeye zorlamaktadır. Çünkü bu kesitte, ABD’nin Pennsylvania eyaletinin kurucusu William Penn, Yerlilerle anlaşma yapmaktadır. Yani soykırıma uğramış olanların topraklarının ellerinden alınmasının son işlemleri yapılmaktadır.
Hicks bir Quaker din adamı, vaiz ve misyonerdir. Yaşadığı topraklarda olup bitene, “İncil’in kelamının ulaştığı kara parçaları böylece daha da genişlemiştir. Bu bir işgal değildir, Hristiyanlığın genişlemesidir” diye bakması normaldir. Ne var ki tarih ve Barış kavramları, iyi bir tabloya bakarken de bize, o muazzam “Boşluğun” nerede olduğunu sormayı ilham ediyor.
***
Bir Hicks’in tablosunun arka planındaki sahnenin tarihsel gerçeğine, bir de bugün kendisini “Müslüman dindarlar” olarak tanımlayan yönetici kesimin barıştan, selamdan, el sıkışmaktan anladığına bakın. Ama yetinmeyin, çünkü bizim bunun çok ötesini, çok başka boyutlarını, çok derinlemesine düşünmemiz gerekiyor.
***
Agamben haklı olarak bir noktaya daha bakıyor:
“Ancak gerçek şu ki bir barış işareti yoktur, daha doğrusu olamaz; çünkü gerçek barış tüm işaretlerin tüketildiği yerde olabilir ancak. İnsanlar arasındaki her mücadele, aslında bir tanınma mücadelesidir. Böyle bir mücadelenin ardından gelecek barış, karşılıklı kırılgan bir tanınmayı kurumsallaştıran bir uzlaşmadan ibarettir. Böyle bir barış her durumda devletlerin ve hukukun barışıdır. Bir kimliğin dil içinde tanınmasının kurmacasıdır, ki bu da savaşla gelir ve savaşla son bulur.”
***
Alışverişin ve dinlerin başka anlamlarla da yüklü işaretlerinin ötesini düşünmeye başladığımızda, bugün neyi, neleri ve neden kabul edebileceğimizi anlarız. Dahası bunların hangi yanlarını, neden ve nasıl aşacağımızı da düşünmeye başlarız...
Devrimci bir “Barış” düşüncesinin nerelerden besleneceğini, neleri çıkarıp neleri ekleyeceğini bulmaya yönelik çabalar zenginleşerek mücadele sahasına girdikçe politika yapmış olacağız. Yoksa geçmişin yargıları ve işaretleriyle yüklü karabasanlarıyla oyalanmayı politika zannedenlerin kervanında yitip gitmek içten bile değildir.
***
Bir yıl bitiyor. Ömrümüz vefa eder, sever ve sevilebilirsek evrenin küçücük bu zerresinde, bir de Marx’a bakarız... Bakarız kavramların arka planlarını nasıl okumuş, “Barış” dendiğinde metaların alınıp satılmasından gelen anlaşma biçimlerinin, işaretlerinin ve sözcüklerinin ötesini nasıl düşünmüş ustamız... Arar, sorar, yürürüz.
Barış, bugünün bütün barışlarının sonrasındadır.
Barış üstünüzde olsun.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...