12 Haziran 2012 15:39

Öğretmen yetiştirme politikası

Öğretmen yetiştirme politikası

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülkenin öğretmen yetiştirme ve atama politikalarıyla ilgili yazılması gereken çok şey var. Bunları birkaç yazıda ele almaya karar verdim. Özellikle son dönemde yaşanan ataması yapılmayan öğretmenler sorunu ve bu soruna yönelik olarak Milli Eğitim Bakanı tarafından yapılan açıklamalar, bu sorunun tarihsel bir perspektifte ele alınmasını gerektiriyor. 1997 yılında yeniden yapılandırıldığı iddia edilen eğitim fakülteleriyle başlayalım.
YÖK’ün 2007 yılında yayımladığı bir raporda  cumhuriyet döneminde öğretmen yetiştirmeye yönelik önemli gelişmeler sıralanırken vurgulananlardan biri öğretmen gereksiniminin karşılanamaması nedeniyle, sık sık geçici çözüm yollarına başvurulmuş olması ve öğretmen yetiştiren kurumların öğretim sürelerinin sürekli olarak uzatılmış ve 1739 sayılı Yasa ile yükseköğrenim düzeyine çekilmiş olmasıdır. Bulunan çözüm yollarının geçiciliği bugünkü sorunların da kaynağı. Öğretmen yetiştirmenin yükseköğrenim düzeyine çekilmiş olması ise sürecin bilimsel bir temele oturacağına ilişkin bir beklenti doğuruyor. Ama öyle mi?
Aynı raporda, 1997 yılında, öğretmen yetiştirme konusunda eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılmasından da söz ediliyor. Bu yeniden yapılandırma YÖK/Dünya Bankası Hizmet Öncesi Öğretmen Yetiştirme Projesi kapsamında gerçekleştirilen bir müdahale. Müdahalenin gerekçesi olarak gösterilen bazı sorun ve yetersizliklere odaklandığımızda eğitim fakültelerinin kuruluş amaçlarından bazılarını ihmal ettikleri bazılarını da ön plana çıkardıkları iddiasıyla karşılaşıyoruz. İhmal edildiği iddia edilen amaçlar ülkenin öğretmen gereksinimini ön plana çıkaran bir örgütlenme ve büyüme. Gereksiz yere ön plana çıkarıldığı iddia edilen amaç ise bilim ve temel araştırma yapma. Teori/pratik dengesinin teori lehine aşırı düzeyde bozulduğu da müdahaleye gerekçe olarak gösterilen bir sorun olarak vurgulanmış. Başka bir sorun da, eğitim fakültelerinde eğitim bilimleri lisans programlarının (program geliştirme, eğitim yönetimi, halk eğitimi, ölçme ve değerlendirme, vs.) çok sayıda açılmış olması. Bu bir sorun olarak tanımlanıyor çünkü bu programların mezunları raporu yazanlara göre ya işsiz kalıyorlar ya da kendi alanları dışındaki işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Dün ve bugün arasındaki fark dikkat çekici; dün alan dışındaki işlerde çalışmak bir sorunken, bugünün bakanı bunu bir sorun olarak görmeyip böyle yapılmasını öneriyor: “Başka işlerde çalışsınlar”. Proje kapsamında, 20 Mart 1997 tarihinde eğitim fakültesi dekanları toplantısında alınan kararlardan biri eğitim fakültelerinin temel işlevinin öğretmen yetiştirme olduğu ve bu fakültelerdeki öğretim elemanlarının akademik çalışmalarını bundan böyle öğretmen yetiştirme işlevi çerçevesinde yürütmeleri ve öğretmenlik becerisi ve tekniğinin öğretilmesi…
Ülkenin öğretmen açığı düşünüldüğünde yapılan bu müdahale ve verilen karar “acilen öğretmen yetiştirme” amacını güdüyor gibi görünüyor. Ancak, bu müdahaleye gerekçe oluşturduğu iddia edilen sorunlara baktığımızda bilimsel özerkliğe müdahale göze çarpıyor. Dahası eğitim bilimleri alanında yapılacak bilimsel çalışmalarla bir eğitim bilimleri felsefesinin oluşumuna müdahale. Bu karar, kararı verenlerin de bilimsel anlayışının ne düzeyde olduğunun göstergelerinden biri. Hem teori/pratik ilişkisinden habersizler hem de bunların birbirinden ayrı olduğunu düşünerek birini diğerine göre ön plana çıkarmaktan söz ediyorlar.
Bu müdahale, aslında neresinden baksanız tutarsız çünkü temel bilimsel araştırma işlevinin bütünden koparılmaya çalışılarak arka plana itildiği, dolayısıyla bir eğitim bilimleri felsefesinin gelişmediği ve yalnızca öğretim yöntem ve tekniklerine odaklanılan bir eğitim fakültesinden mezun olan öğretmen, yetişme sürecinin eğitim bilimsel temellerinden mahrum olarak yetişmiş olur. Eğitim bilimleri felsefesinin gelişmediği ve bilimsel dayanakları eksik olan bir süreçten çıkan öğretmen ise bilim insanı yetiştiremez. Çünkü bilimsel kültürün tohumlarının atılmadığı bir yapıdan mezun olmuştur. Böyle bir kültürün egemen olduğu yapıda da bilim insanı yetişmez. Yetişmiş gibi görünenler de, ne bilim yapmayı bilirler, ne de özgün bilimsel üretim yaparlar; intihale (başkalarının eserlerini çalmaya) başvururlar. Tabii ki istisnalar hariç. Halbuki bilim insanları yetiştirme arzusu ve politikaları, politikacıların ve bürokratların dilindedir hep.
Bu müdahale, hizmet ettiği amaç düşünüldüğünde ise gayet tutarlıdır çünkü yeni dünya düzeni, sorgulayan bilim insanından hazzetmez. Bu düzen, eğitim fakültelerinde eğitimsel gerçeklikleri sorgulayan ve bu gerçeklikleri dönüştürmeye çalışan bilimsel etkinlik yürütmekten ziyade beceri geliştirmeye ya da davranış çıktısı kazandırmaya dönük ders programları geliştiren ve dolayısıyla eğitimci ordusu yetiştirmeye çalışan emir eri öğretim üyeleri ile fakülte komutanları ya da bölük dekanları görmeyi arzular. Bu arzu, bugün itibariyle büyük çoğunlukla yerine gelmiştir de… Dolayısıyla, denilebilir ki, neoliberal politikaların eğitim sistemi kanalıyla tohumları bu müdahale ile atılmıştır. Çünkü en kolay, eğitim sistemi sayesinde bu tohumlar tutar. Çünkü toplum bu eğitim sistemi içinde şekillenir. Böyle bir müdahale de iktidarda olan her siyasi partinin rüyası bir biçimlendirme makinesi işlevi görür.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...