23 Şubat 2014 06:00

Parıldayan metalara inat 'aşk örgütlenmektir*'

Aşkı kapitalizmin parıldayan metalarına indirgeyenlere inat, Ece Ayhan’a kulak vermek, aşkın metalaştırılışına belki de en iyi yanıt: “Aşk örgütlenmektir bir düşününün abiler [ve de ablalar]”.

Parıldayan metalara inat \'aşk örgütlenmektir*\'
Paylaş

Tolga TÖREN

Aşklar da bakım ister öğrenemedin gitti” der Cemal Süreyya ünlü şiirinde. Bakım, yeniden üretmektir ya da emektir. Dolayısıyla, aşklar da emek istiyor demektedir, şairimiz. Oysa, aşkın emekle anıldığı zamanları geride bırakalı çok oldu. Değil mi ki her şeyin fiyatının bilindiği ama değerinin bilinmediği bir zaman bu, aşk da bundan nasibini alıyor elbet. Tüketime dayalı, günlere sıkıştırılan ve dahası, Marks’ın kavramları ile konuşacak olursak, kullanım değeri olmayan ama değişim değeri yüksek altın, elmas, pırlanta gibi metalara indirgenerek, onlarla ölçülerek. Bir başka ifadeyle, aş(ı)klar! bakım / emek değil ama altın, pırlanta ya da elmas istiyor…

PARILDAYAN MADENLER: KAPİTALİZMİN KİRLİ YÜZÜ

Ne kadar parıldarlarsa parıldasınlar, bahsi geçen metaların kısa tarihçeleri -Güney Afrika coğrafyası bu tarihçede önemli bir rol oynar- aşk ve emekten çok kapitalizmin kirli yüzünü ortaya koyar nitelikte. Tam da bu nedenle, “Amerika’da altın ve gümüşün bulunması” der ve ekler Marks Kapital’de, “yerli halkın kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmesi… kapitalist üretim çağının pembe renkli şafak işaretiydi”. Aynı nedenle, ünlü kitabı Sermaye Birikimi’nde “1869-70 tarihinde Kimberley’de elmas yatakları, 1882-5 tarihinde de Transvaal’da altın yataklarının bulunması Güney Afrika tarihinde yeni bir dönem açtı”  der ve devam eder Rosa Luxemburg, “…Elmas ve altın yataklarının bulunmasıyla Güney Afrika kolonilerindeki beyazların sayısı sıçramalarla artış gösterdi… Mütevazı köylü ekonomisi derhal geri plana itilmiş; madencilik sermayesi ön plana çıkmıştı”.

G. AFRİKA MADENCİLİĞİ: EMPERYALİZMİN İLK ADIMI

19. yüzyılın sonlarında, Güney Afrika’da madenciliğin başlangıç dönemlerinde, Witwatersrand’de madencilik yapan az sayıda firma vardır. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise bölge dünya altın üretiminin yüzde yirmisinden fazlasının gerçekleştirildiği bir coğrafya haline gelir. Üretimin yarısı, söz konusu dönemde atılan piyasa ve rekabet çığlıklarının aksine, tek bir konsorsiyumun elinde toplanır. Dahası, bu dönemde faaliyet gösteren madencilik firmalarının toplam bütçeleri Güney Afrika’da Natal ve Orange Free State’te kurulmuş kolonilerin bütçelerinden daha büyüktür. Madencilik ülkedeki en büyük endüstriyi oluşturur, dört eyaletteki demiryolları ve limanlardakinin toplamından daha fazla kar elde eder.

‘YA İÇ SAVAŞ YA EMPERYALİZM’

Coğrafyadaki en önemli madencilik firması İngiltere’nin Cape’te kurduğu koloninin valisi olan ve Cape’in Napolyon’u olarak adlandırılan Cecil Rhodes’in sahibi olduğu De Beers Consolidated’tir. Firma 1888 yılı itibarıyla Kimberley’deki elmas üretimini tek başına kontrol eder duruma gelir. Nitekim Lenin ünlü Emperyalizm kitabında, Rhodes’in yakın dostu olan bir gazetecinin, 1895 yılında Rhodes’in aşağıdaki ifadeleri aktardığını belirtir: “Dün Londra’nın East Rand’indeydim (işçi semti) ve işsizlerin düzenledikleri bir toplantıya katıldım. Ekmek için çığlıktan ibaret olan ateşli konuşmaları dinledikten sonra eve gittiğimde, emperyalizmin önemine daha da inandım… Birleşik Krallığın 40 milyonluk nüfusunu ölümcül bir iç savaştan koruyabilmek için, biz sömürge politikacıları, fazla nüfusu yerleştirebileceğimiz, fabrika ve madenlerde üretilen ürünler için yeni pazar oluşturacak yeni topraklar kazanmak zorundayız… Eğer iç savaş istemiyorsanız, emperyalist olmak zorundasınızdır.”

KARA KITAYA ZORUNLU GÖÇ

Bölgedeki madencilik firmaları, ilerleyen dönemlerde madencilik alanındaki kalifiye işlerde istihdam etmek üzere Carnwill ve California gibi şehirlerden bölgeye maden işçileri getirirler. Sanayi devrimi sonrasının “yedek işgücü ordusu”nu, bugünkü Güney Afrika’nın ise beyaz nüfusunun bir kısmını oluşturan bu işçilerden farklı olarak, Mozambik, Malawi, Leshoto, Swaziland gibi coğrafyalardan, elbette topraklarından zorla koparılarak, getirilen siyah işçiler ise madencilik sanayisinin gereksinim duyduğu ucuz emek gücünü oluşturur. Dahası, Rhodes, bu ikincisini sürekli kılabilmek için bugünkü Botswana, Zimbabwe, Zambia, Malawi gibi ülkeleri kapsayan alanda bir beylik kurar. 1887 yılında Witwatersrand’deki maden ocaklarında çalışan işçi sayısı 3000 civarındadır. Kısa bir süre sonra, 1880’in sonunda, sadece elmas madenlerinde çalışan siyah sayısı, 9000’i sürekli yerleşimci olmak üzere, yaklaşık 22000’dir. Yüzyılın sonuna gelindiğinde ise Witwatersrand’de çalışan siyah maden işçilerinin sayısı 97000’e beyaz maden işçilerinin sayısı ise 12000’e ulaşır. Bölgede çalışan maden işçisi sayısı 1960’larda 2,5 milyona ulaşır.

‘KIYMETLİ’! MADEN, ‘İLKEL BİRİKİM’

1913 yılında çıkarılan bir yasa, Arazi Yasası, yukarıdaki manzaranın en önemli tamamlayıcısıdır. Yasayla, coğrafyadaki toprakların yüzde 7,3’ü siyah rezervleri olarak tanımlanır, siyah nüfusun bu topraklar dışındaki bölgelerde, yani kentlerde, toprak satın alması ve yaşaması yasaklanır. Benzer şekilde beyaz nüfus da rezerv alanlarından toprak satın alamayacaktır. Coğrafyanın yaklaşık yüzde doksanını oluşturan nüfusu toprakların sadece yüzde yedisine sıkıştıran bu yasanın getirilerinden ilki, siyah nüfusun beyaz nüfustan ayrışan bir kitle haline gelmesidir. Dolayısıyla yasa Güney Afrika’daki kurumsallaşmış ırk ayrımcılığının başlangıcını oluşturur. Bununla birlikte yasanın asli amacı, rezerv topraklarında yaşayan siyah nüfusu işçileştirerek, maden üretiminin gerekli kıldığı ucuz ve kalifiye olmayan işgücünü sürekli kılmaktır. Ancak, rezervlerde, kendi topraklarında geçimlik tarım yapan siyah nüfus başlangıçta bu toprakların dışında yaşamak, hele de madenlerde çalışmak, yani işçileşmek konusunda hiç istekli değildir. Sadece devletin toprak üzerine koyduğu vergileri ödeyebilmek için ücretlerine ihtiyaç duyulan bekâr ve genç erkekler, şeflerin zorlamasıyla madenlerde çalışmaya giderler. Rezerv topraklarının siyah nüfus için yetersiz hale gelmeye başlaması ise, daha çok siyahın kent merkezinde bulunan madenlerde çalışmak zorunda kalmasına yol açar. Zaten yasayla amaçlanan tam da budur.

GÖÇMEN EMEĞİ VE KURUMSAL IRKÇILIK

Siyah nüfusun kentlerde sürekli yaşaması ve çalışmaya geldikleri dönemlerde ailelerini beraberinde getirmeleri yasaklandığından, madenlerde ancak mevsimlik işçi olarak çalışabilecekler, işleri bittiğinde köylerine (rezervlerine) geri döneceklerdir. Güney Afrika emek tarihi literatüründe göçmen işçilik olarak adlandırılan bu sistem, madencilik sermayesinin elde ettiği artı değerin artmasında oldukça önemli rol oynar. Çünkü, söz konusu yasa, emek gücünün yeniden üretim maliyetlerinin, işçinin rezerv topraklarındaki ailesi tarafından karşılanması/üstlenilmesi anlamına gelir. Bir başka ifadeyle madene giden işçinin, çocuk/yaşlı bakımı, tarımsal üretimin sürdürülmesi gibi geride kalan işleri ya da işçinin, örneğin, madenden hastalanarak dönmesi sonrasında oluşan bakım maliyetleri rezervdeki aile tarafından üstlenilmektedir. Tüm bunların sermayeye getirisi ise, istihdam ettiği işçiler için, konut, sosyal güvenlik, kreş ve benzeri maliyet öğelerinden kurtulmaktır. Tam da bu nedenle aynı dönemlerde Güney Afrika Madenciler Odası madenlerde çalışan siyah işçilerin işlerinin bitmesinin ardından rezervlerine dönmelerinin teşvik edilmesi gerektiği, aksi takdirde, madencilerin artan ihtiyaçları ile birlikte kent merkezlerinde kalıcı olacakları yönünde açıklamalar yapar. Kuşkusuz bunun en önemli sonucu ücretlerin yükselmesi olacaktır.

‘ÇALIŞMA KAMPLARI’

Göçmen emeği sisteminin madenlerin kurulu bulunduğu yerleşim bölgelerindeki tamamlayıcı öğesi ise çalışma kampları sistemidir. Bu sistem madenlerde çalışmak üzere rezerv bölgelerinden göç eden işçilerin, çalışma dönemleri boyunca, madenlerin yakınına inşa edilen barakalarda toplu olarak konaklamasına dayanır. Işıksız ve penceresiz olan, genelde sadece mekânın ortasına yakılan bir kömür yığını ile ısıtılan, tuvalet, yıkanma, temizlik benzeri ihtiyaçlar için ayrı bir yeri olmayan bu barakalarda, çoğu zaman 20 ile 50 arasında işçi konaklar. İşçilerin çoğu zaman beton üzerinde uyuduğu, özel eşyaları için ayrı alanlarının bulunmadığı, dolayısıyla sıklıkla hırsızlık ve benzeri sorunlarla karşılaştığı, farklı kabilelerden gelen işçiler arasında çatışmaların yaşanabildiği barakalarda, kamp yöneticisi, kamp yönetici yardımcısı, kamp polisi, oda sorumluları gibi statüler de bulunur. Söz konusu statülerin en önemli fonksiyonu ise, kamplarda bulunan işçilerin birbirleri ile ya da çalıştıkları şirket ile sorun yaşamalarının önüne geçmek suretiyle denetim altında tutulmasıdır. İşçilerin başta dayak olmak üzere cezalandırılması ise, çalışma kamplarında işçileri kontrol altında tutmak için kullanılan bir başka yöntemdir. Sadece 1903 yılında yüzde 59’u kamplardaki kalabalık, ani hava değişimi ve benzeri nedenlerle ortaya çıkan menenjit ve zatürree; yüzde 11’i kötü beslenmeden dolayı ortaya çıkan bağırsak enfeksiyonu; kalan kısmı da iş kazası, vitamin eksikliği, tüberküloz nedeniyle olmak üzere 5022 siyah işçi hayatını kaybeder. 1911 yılında ise her bin işçinin 67’den daha fazlası zatürree nedeniyle hayatını kaybeder.

‘AŞK ÖRGÜTLENMEKTİR’

Peki ya bugünkü durum mu? Yazının başında da belirtildiği gibi, aşkın indirgenmeye çalışıldığı o “kıymetli” madenlerin parıltısı, kapitalizmin karanlık yüzünü gizlemenin de, hayatımızın her alanının ve dolayısıyla aşkın da metalaşmasının en önemli simgelerini oluşturuyor. Nitekim, “aşk”ın göstergesi olarak parmaklara ya da boyunlara takılan kıymetli madenler uğruna ya da egemenlerin yarattığı halenin diliyle konuşacak olursak “kalkınma” uğruna ne Bergama’nın ve Kazdağlarının başına gelenleri unutmak mümkün ne de Güney Afrika’da ya da altın üretimi yapılan diğer coğrafyalarda, kaçak madenlerden gelen patlama ve ölüm haberlerine kulakları tıkamak… Aşkı kapitalizmin parıldayan metalarına indirgeyenlere inat,  Ece Ayhan’a kulak vermek, aşkın metalaştırılışına belki de en iyi yanıt: “Aşk örgütlenmektir bir düşününün abiler [ve de ablalar]”.

* Yazıdaki tüm alıntılar ve veriler için bkz. Tolga Tören (2014) Yeni Güney Afrika: Kararan Kapitalizm Güney Afrika’da Kapitalizm, Irk, Sınıf, İstanbul: SAV.

ÖNCEKİ HABER

Komplo ve iktidar

SONRAKİ HABER

Köpürt bakalım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...