18 Kasım 2013 21:02

Fabrika düdükleri susarken

İstanbul, 18. Yüzyıl sonlarından başlayarak işçi şehriydi. Yaklaşık elli yıl öncesine, 1964 yılına, ait bilgiler Türkiye’deki büyük sanayi kuruluşlarının yüzde 42,9’u, işçilerin de yüzde 35’inin İstanbul’da olduğunu gösterir. Birçok sanayi dalında (giyim eşyası, kimya, madeni eşya, elektrik aletleri sanayi kolları) İstanbul Türkiye’deki kuruluşların yüzde 50’sinden fazlasına sahipti.

Fabrika düdükleri susarken
Paylaş

Sennur SEZER

İstanbul,  18. Yüzyıl sonlarından başlayarak işçi şehriydi. Yaklaşık elli yıl öncesine, 1964 yılına, ait bilgiler Türkiye’deki büyük sanayi kuruluşlarının yüzde 42,9’u, işçilerin de yüzde 35’inin İstanbul’da olduğunu gösterir. Birçok sanayi dalında (giyim eşyası, kimya, madeni eşya, elektrik aletleri sanayi kolları) İstanbul Türkiye’deki kuruluşların yüzde 50’sinden fazlasına sahipti.
İstanbul’un işçi şehri oluşu yalnızca büyük üretim yapan fabrikaların çevresinde kümelenen,  görünüşü de, yaşam koşulları da “şehri İstanbul’a yakışmayan” işçi mahallelerinden değil, şehrin hayatının fabrika saatlerince düzenlenmesinden geliyordu.
Bu fabrikalardan biri Beykoz Kundura fabrikasıdır. Çalışan sayısı 3000’e yaklaşır. Tesis o yöredeki Paşabahçe Cam, Tekel gibi diğer kuruluşlarla beraber Beykoz ve çevresinde apayrı ve canlı bir yaşam alanı oluşturuşunu Nazım Alpman şöyle anlatır;
 “ Beykozlular için onun adı sadece "fabrika" idi.(...) Fabrikanın düdükleri Beykoz'un hayat cıngılıydı. Sabah 06.30'daki ilk düdük işçileri yataktan kaldırıyordu. İkinci düdük 07.00'de "hadi artık evlerden çıkın" anlamına geliyordu. 07.15'de çalan üçüncü düdük işbaşı buyruğuydu.
Akşam 17.00'deki "paydos" düdüğü, Fabrika'da hayatı durdururken Beykoz'da hareket başlatıyordu. Manavlar elmaları parlatıyor, kasaplar kıyma çekmeye başlıyor, fırınlarda el yakan ekmekler tezgahlara yerleştiriliyor, ev kadınları yemeklerini ateşe koyuyorlardı.
Beykoz'un eğlence hayatının nabzı da Fabrika'da atıyordu. Ahırdan bozma "Ali Bey'in Sineması" dışında ikinci kışlık sinema ‘Fabrika'daydı. Spor salonu büyüklüğündeki yemekhanenin dev duvarından Hollywood'un parlak yıldızları geçerdi. Fabrika devamlı olarak yabancı film oynatırdı. Ali Bey'de hep yerli filmler vardı.  
Beykozlular sahnelerimizin en büyük yıldızlarını Fabrika sayesinde görebilme ayrıcalığına sahiptiler. Her yıl temmuz veya ağustos ayında Beykoz Çayırı'nda yapılan devasa ölçülerdeki sünnet düğünlerinde Beykozlular karnaval niyetine eğlenirlerdi.(...) Sünnet Düğünü tesisini hazırlamak için Fabrika'nın marangozları yaklaşık bir ay çalışırlardı. Bir futbol sahası büyüklüğündeki alanın sökümü de 15 gün alırdı. Bu şenliğin aktüalitesi de bir yıl konuşulurdu.”
Emekli bir kundura işçisi şöyle anlatır: "Dedem, babam ve annem gibi bende kundura fabrikasından emekliyim.(...) O zamanlar Beykoz'da hayat fabrika düdükleriyle başlar, fabrika düdükleriyle biterdi. İlk düdükle uyanır, son düdükle işimizi bitirirdik. Bu fabrikanın düdük sesiyle gözümü açtım, onunla büyüdüm. Şimdi o düdük artık yok. Sanki boğazlandık ama nedense kimse bizi duymadı!"
Adnan Özyalçıner de çocukluğunun Haliç çevresindeki mahallelerde geçtiğini söylerken, hayatın temposunun  fabrika düdükleriyle düzenlendiğini anlatır. Turgut Uyar’ın bir aşk şiirine bile düşer bu düdüklerin yankısı:
(...)
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç ten.
Fabrika düdükleri ötmektedir.

SEMTLERİN KİMLİK DEĞİŞTİRİMİ

   İstanbul’un işçi şehri oluşu uzun bir süreçte tamamlandı. Sosyalbilimci-tarihçi Kemal Karpat, 1943’de üniversite öğrenciliği sırasında Beykoz Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikasında bir buçuk yıl işçi statüsünde çalıştı.: “(...) Şişe Cam’da çalışanların bir kısmı köylerden gelmişti, bir kısmı da o bölgenin halkından oluşuyordu. Fakir, çoğu eğitim görmemiş ve verilen düşük ücretlerle yetinip geçiniyorlar. Fakat için için bundan memnun olmadıklarını, ilk fırsatta memnuniyetsizliklerini ortaya atacaklarını da seziyordum”. 1960’lardaki grevlerde, grevle ilgili bildiriler Özyalçıner’e göre minarelerden okunacaktır.
   Semtlerin geleceği fabrikalardaki işçilerin geleceğine bağlıdır. Haliç çevresinde tersaneler, yanında uzun süre kayıkhaneler, Feshane, battaniye fabrikası, maden eşya, çamaşır makinesi, kalem fabrikaları, şehrin etini hazırlayan kesim yeri Salhane uzanır.
   Topkapı ve çevresinde irili ufaklı fabrikalar boy atmıştır. Eski Türk filmlerindeki kadar olmasa da iş arayanın işsiz kalması söz konusu değildir. İlaç fabrikaları, sigara fabrikaları, tütün atölyeleri,   trikotaj atölyeleri, yazın naylon çorap kışın mayo üreten yapım yerleri, matbaalar, ciltçiler,  belirli bölgelere işçi semti kimliğini verdi. Sümerbank fabrikaları yanında “askeri dikim evleri”  terziliği bir geçim yolu haline getiriyordu.
   Dericilik bir endüstri dalı olarak umulmadık öykücülerin sayfalarına yansır. Mesela  Sait Faik’in İnsanlığın Haline Doğru öykülerine. Bu arada eski semtlerde değişen endüstri dalları tarihlerini sokak adlarına sığdırmışlardı. Bir örnek verelim Kasımpaşa’dan: Tabakhane Meydanı, Tabaklar Loncası Sokak, Kasımpaşa Yağhanesi, Un fabrikası. Ama Kasımpaşa’nın denizci/ tersaneci kimliği  “Bahriye Caddesi”yle tamirhane semti Dolapdere’ye uzuyordu.
   İşçi sınıfının, kentsel değişim/dönüşüm gerekçesiyle İstanbul’dan dışarı, özellikle Trakya’ya sürülmesinin kararı belki de 15-16 Haziran’da alındı. Köy ve mülkiyet ilişkileri sağlam, deneysiz ve ucuz yeni bir işçi sınıfı yaratılmak istendi. Sermayenin ne kadar başarılı olacağını, İstanbul’da geliştirilen “hizmet işçileri” katmanının gelişimini hep birlikte göreceğiz.    

 

ÖNCEKİ HABER

Trafik sorununa yanlış tedavi

SONRAKİ HABER

Dev bütçeye rağmen büyük borç!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...