31 Ağustos 2013 16:21

Devlet bir sınıf üretme ilişkisidir

Cengiz Baysoy

Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın kuramsal birikiminde, “komünizm” kavramını politik olan üzerinden düşünmenin ya da “komünizmin politiği nedir?​” sorusu üzerinden düşünmenin pek yeri olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durumun en önemli nedeni, komünist bir toplumu etik-politik bir toplum olarak düşünememektir. Sol’un düşüncesinde politik olan, sınıflı bir toplumun ürünüdür ve sınıflar kalktığında politik olan da ortadan kaldırılacaktır. Komünizm, emeğin bir geçim aracı olmaktan çıktığı, toplumsal zenginliğin gürül gürül aktığı, herkesin gereksinmesine ve ihtiyacına göre yaşadığı ekonomik bir cennettir. Bu bağlamda sınıfsız bir toplum olan komünizm, ancak iktidarın olumlanmasının diyalektiği içinden düşünülebilir. Komünizm, devletli bir sosyalizmin diyalektiği içinden bir erek olarak kurulacaktır. Bu düzlemde sınıflar mücadelesi tarihi, üretici güçlerin geliştirilmesi tarihi olarak okunacaktır. Böylece devrim kavramı ancak devlet ve iktidar kavramı üzerinden düşünülebilir hale gelir. Emek bir geçim aracı olmaya devam ettiği sürece, burjuvasız burjuva hukuku devam edecektir. Devlet ve politik olan, üretici güçlerin gelişmesi ve emeğin iktisadi kurtuluşu sağlanabildiği ölçüde sönümlenecektir. Bu yaklaşım, olanakların kısıtlı, ihtiyaçların ise çok olduğu burjuva bir paradigmadır ve bu paradigmaya göre, dayanışmanın temsili sosyalist devlettir. İktidar için dayanışma, bunun bir ifadesidir. Bundan dolayı sol, burjuva egemenlik teorisi içinde kalmış ve bunun içinden çıkamamıştır. Oysa komünizm bir erek değil komünalizme, kolektivizme ve ortak olana içkin etik-politik bir toplumsal ilişkidir. Komünalizm, komünizmin etik-politiğidir ve devrim kavramını iktidarsız ve devletsiz düşünebilmektir. Marx’ın Alman İdeolojisi’ndeki “Komünizm bize göre ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ideadır. Biz bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz”1 ifadesi üzerine düşünmek gerekiyor. Komünizm, ne yaratılması gereken bir erek, ne de bir “idea”dır. Komünizm, bugüne içkin anti-kapitalizmin etik-politiğinde komünalist bir politik oluştur.
Sol, proletarya diktatörlüğü kavramını devlet kavramıyla özdeşleştirmiştir. Bu durum önemli bir politik tıkanmaya neden olmaktadır. Proletarya diktatörlüğü kavramı, devlet kavramına değil devrim ve komün kavramına yakındır. Bu krizi gören Engels, çok önemli bir düzeltme yapmasına karşın ne yazık ki Marksistler bu değerlendirmeyi dikkate almamışlardır. Engels, 1875’te Bebel’e mektubunda “Biz devlet sözcüğünün yerine, her yerde topluluk (gemeinwesen) gibi, Fransızca komünün karşılığı olan mükemmel eski bir Almanca sözcüğün kullanılmasını önermekteyiz”2 diye yazar. Ne yazık ki Marksistlerimiz bu uyarıyı dikkate almayarak, proletarya diktatörlüğünü komün ve devrim kavramlarıyla değil devlet kavramıyla ilişki içinde kurmaya devam etmişlerdir. Bu bir krizdir! Bu krizden çıkmak, komünizmi “devlet”in diyalektiği içinde değil komün, komünalizm ve devrim kavramlarının içkinliğinde politik bir oluş olarak düşünmek ile mümkün görünmektedir. Ruhumuzda devleti kişilikleştiren burjuva egemenlik teorisinin içinden çıkmanın zamanı gelmiştir ve geçmektedir. İktidar için dayanışma üzerinden değil “iktidar” kavramına karşı dayanışma üzerine düşünmeliyiz. Sermayenin politik olumlaması devlete karşı, emeğin etik-politikliği komünalizmdir.

KOMÜNİZMİN POLİTİĞİ: SINIFLAŞMAYA KARŞI SINIFSIZLAŞMA

Egemenlik teorisinde politik olan, sınıfsal hükmetme ilişkisidir. Önemli olan, iktidarın hangi sınıfın elinde olup olmadığıdır. Kötü olan burjuvazinin sınıfsal iktidarı, iyi olan ise proletaryanın sınıfsal iktidarıdır. İktidar kavramı ise nötrdür. Oysa Marx, 18. Brumaire’de  “Bütün siyasal devrimler, bu makineyi kıracakları yerde, yetkinleştirmekten başka bir şey yapmadılar. Ardı ardına iktidar uğruna savaşan partiler bu muazzam devlet yapısını ele geçirmeyi, kazananın en birinci ganimeti saydılar”3 diye yazar. Bu bağlamda emeğin politik ontolojisinde ilkesi, iktidarı yetkinleştirmek değil, devlet makinesini kırmaktır.
İktidar kavramı her zaman bir “şey”, bir  “nesne” olarak düşünülmüştür. Oysa “iktidar” kavramı, “nesne” değil tam tersi kurucu bir toplumsal ilişki ve bir sınıf üretme ilişkisidir; iktidar canlı bir organizmadır ve tek taraflı çalışmaz; sınıfların çelişkili çatışmasının ürettiği ilişkisel bir toplumsal güçtür. Bu bağlamda toplumsal bir ilişki olarak iktidar diyalektiktir ve yukardan üretildiği gibi aşağıdan da üretilen bir fabrikadır. Bu bağlamda kapitalizm, sermaye ve ücretli emeğin diyalektiği üzerinden sınıf üretimi ve yeniden üretimidir. Sermaye ve ücretli emek diyalektiğinde sermayeyi ortadan kaldırıp ücretli emeği devam ettirmek, anti-kapitalizmi hiç anlamamaktır. Anti-kapitalizm emeğin sınıflaştırılmış biçimi olan ücretli emeğin ortadan kaldırılmasıdır. Bu bağlamda sermaye ve ücretli emek, kapitalizmin toplumsal ilişkilerini üreten sınıfsal dinamiklerdir. Emeği ücretli emek altında sınıflaştırma ilişkinin üretimi, sermaye ile ücretli emek arasındaki diyalektikte üretilen iktidar üretimidir. İktidar, sınıflar arası diyalektik çalışan bir makinedir. Böylece politik olan, iktidar diyalektiğinin içinden kurulduğunda, doğal olarak “iktidar”ı ele geçirmek, iktidar olmak, iktidarı korumak ve sürdürmek olarak düşünülecektir. Bu ilişkisellik içerisinde, işçi sınıfı iktidarı ele geçirdiğinde emek, ücretli emek altında sınıf olarak kendisini üretmeye devam edecektir. Oysa devrim, komün ve komünizm, sınıflaşmaya karşı sınıfsızlaşmanın politik pratiğidir.  
“Emek” kavramının ücretli emek ve sermaye diyalektiğinin bir sınıf üretme ilişkisi olarak iktidar üretiminden çıkartılması politiktir ve emeğin olumlanmasında politik olan, emeği ücretli emek olarak sınıflaştırmaktan çıkarmaktır. Politik olarak emeğin sınıflaşmaktan çıkması, bir sınıf üretme ilişkisi olarak “iktidar” kavramından çıkmaktır. Emeğin olumlanmasında politik olan, bir sınıf üretme ilişkisi olarak “iktidar”ın parçalanması, yıkılması ve “iktidar” olmayan etik-politik bir düzlemin toplumsal olarak kurulmasıdır. Sermayenin politik olanı ile emeğin politik olanı arasındaki fark antagonisttir. Antagonizma, sınıflaştırmaya karşı sınıfsızlaşmadır. Kapitalizm politik toplum, komünizm ise etik-politik toplumdur. Temsilin, Öznenin ve iktidarın Devrimcileştirilmesinden, demokratikleştirilmesinden, hayatın devrimcileştirilmesi ve demokratikleştirilmesine geçiştir. Özgürlük ve komünizm, ütopik bir cennet değil sürekli etik-politik bir oluştur.  Bu durum yarınların sorunu değil bugüne içkin politik bir pratiktir.
“Herkes”in ve “her şey”in politik olduğu uzamda ve politik teorinin kriz içinde olduğu bir dönemde, “iktidar” kavramının olumlanması üzerinden değil, “iktidar” kavramının emeğin olumlanmasına içkin olarak olumsuzlanması üzerinden, “politik olan üstüne” düşünmeyi yeniden denemenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Sınıfsızlaşmayı politik olanın içinden düşünmek, özgürlüğün politik ontolojisidir.
1 Marx, K. ve Engels, F. (1845). Alman İdeolojisi, Çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, 2004, s. 62.
2 Marx, Engels, seçme yapıtlar III. Sol yayınları, 1979, s:42
3 Marx, Engels, seçme yapıtlar I. Sol yayınları, 1976, s:575

Evrensel'i Takip Et