24 Ağustos 2013 18:52

Mısır’da kanlı günlerin sonu gözükmüyor

Sharif Abdel Kouddous

MODERN MISIR’IN EN KANLI GÜNLERİ

Şiddet konusunda, ordu ve güvenlik güçleri ezici bir avantaja sahipler ve bunu da gözü kara bir acımasızlıkla gösterdiler. 14 Ağustos’ta devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi destekleyen oturma eylemine yapılan baskın, tam 800 ölüyle modern Mısır tarihinin en kanlı günü olarak tarih kitaplarına geçti. Kahire cesetlerle doldu taştı. Saldırıdan sonraki gün el-İman Camisinde 230’dan fazla ceset halen yerde yatıyordu. Ölümün kokusu yaz sıcağında daha güçlü bir şekilde hissedildi. Yanmış pek çok ceset tanınmayacak kadar kömürleşmişti. Hükümet ve polis saldırıyı meşrulaştırabilmek için Mısırlılara ve dünyaya tekrar tekrar aslında ne kadar duruma hakim bir şekilde müdahale ettiklerini söylediler. Ordu Sözcüsü Ahmed Ali’nin sık sık kullandığı kelime “terörizm”di. Ordu destekli hükümet, güvenlik güçleri ve sözüm ona “liberal” elit, toplumun geniş bir kesimini siyasi yaşama uygun olmayan vahşi aşırılar olarak kötülediler. Bu çizgiye uymayanlar şeytanlaştırıldı. Oturma eylemlerine şiddetle müdahale edilmesini protesto ederek başbakan yardımcılığı görevinden istifa eden Nobel Barış Ödülü sahibi Muhammed el Baradey, acımasız bir karalama kampanyasının hedefi oldu. Popüler bir karikatür onu Mısır’ı sırtından bıçaklayan biri gibi resmediyordu. 18 Ağustos Pazar günü gidişi hakkında açıklama yapmayı reddederek Avusturya’ya uçtu. Saldırıya yönelik az da olsa eleştirel bir tutum takınan medya organları hırçın bir söylemin hedefi oldu ve bu da gazetecilere –özellikle yabancılar- yönelik gitgide daha da artan saldırılar olarak kendisini gösterdi. 17 Ağustos’ta Mısır Enformasyon Bakanlığı yabancı gazetecilere yönelik bir açıklama yayınlayarak, uluslararası medyayı Müslüman Kardeşler’in lehine bir yayıncılık yapmak ve gerçekleri çarpıtmakla suçladı. Mısır’da yerel medya, tüm ülkeyi saran bir şoven bir milliyetçiliği ve devlet tapınıcılığını güçlendirmeye yardımcı oldu. Milyonlarca Mısırlı, Mursi’yi devirmek için ordunun ve polis devletinin kollarına düşüncesizce atıldı. Şu anda Mısır’ın çoğunluğu bir aylık bir olağanüstü hal ve geceleri sokağa çıkma yasağıyla yönetiliyor. İçişleri Bakanlığı, polis ya da herhangi bir devlet kurumuna fiili saldırı gerçekleştiren herkese karşı gerçek mermi kullanma yetkisine sahip. Kanlı saldırılardan kurtulabilen, binden fazla İslamcı tutuklandı ve liderlerinin çoğu da cezaevine atıldı. Başbakan, Müslüman Kardeşler’in –artık geriye ne kaldıysa- tamamen kapatılmasını önerdi. Mursi taraftarları da sivilleri, güvenlik görevlilerini öldürerek, hükümet binalarına saldırarak ve Sina’da ufak çaplı bir ayaklanma başlatarak şiddet olaylarında rol oynadılar. Kolluk kuvvetleri gerginliğin artışını sevinçle karşılamış gibi görünüyor. İslamcıları daha radikal taktikler kullanmaları ve şiddete başvurmaları yönünde kasıtlı olarak provoke eder gibiler. Bunun kendi şiddetlerini meşru göstereceğini ve onları da politik hattın sonsuza kadar dışına iteceğine inanıyorlar.

ŞİDDETİN BEDELİNİ HIRİSTİYANLAR ÖDÜYOR

Bu arada Mısır’ın çoğunluğu çaresiz Hıristiyan nüfusu, devletin İslamcılara karşı şiddetinin bedelini ödemeye zorlanıyor. Aylarca Müslüman Kardeşler ve müttefikleri siyasi hedeflerini gerçekleştirebilmek için ayrımcı ve dinci bir retorik kullandı. Bu trend Mursi’nin devrilmesi sonrası Rabia kürsülerinden yapılan öfkeli çağrılarla daha da güçlendi. Oturma eylemleri zorla sona erdirildikten sonra Hıristiyanlara ait düzinelerce kilise, manastır, okul ve kurum binası misilleme adı altında gerçekleştirilen saldırılara uğradı ve yakıldı. Ordu ve polis onları korumak için hiçbir şey yapmadı. Her yeni gün Mısırlıların hiçbir zaman hayal edemeyeceği kadar korkunç sahneleri beraberinde getiriyor. Rahibeler sokaklarda “Savaş esirleri” gibi yürütülüyor. Meskun mahalde muharebe tozu dumana katan motosikletlilerle sürüyor. Yurttaşlar birbirlerine ateş ediyor. İnsanlar, kurşunlardan kaçabilmek için köprülerden atlıyor. Can kayıpları inanılmaz boyutlara vardı ve her iki taraf da gerginliği artıracak söylemlere devam ediyor. Daha kötü günlerin bizi beklediği aşikar. Bugün, ülkenin geçmişteki otoriter rejimlerine karşı mücadele eden –Önce Mübarek, sonra Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, sonra da Müslüman Kardeşler- çok sayıda devrimci şimdi taç çizgisinin dışında. Tüm gövdeleriyle dışarı itildiler ve katliamlar sürerken onları izlemeye mahkum ediliyorlar. 25 Ocak 2011’de patlayan devrimci moment, şimdi tamamen sönme tehlikesi altında bulunan loş bir ışığa dönüştü. “Umutsuzluk ihanettir” sözü son 2.5 yılın zorlu zamanlarında Mısır’da kulaktan kulağa yankılandı durdu. Bugünse insanın kendini bir hain gibi hissetmemesi çok zor. The Nation’dan çeviren: Mithat Fabian Sözmen

Evrensel'i Takip Et