23 Nisan 2013 08:55

Keşke bu oyunu uyarlayamasaydık

Sevda Aydın

Taylor’un İngiltere’nin Bromley kentinde yaşanan bir patlamayla hikayeleri değişen üç genci anlattığı oyunu ‘Overspill’ı uyarlamak isteyen Tülek’in kafası bunlarla ve yapacağı buluşmayla doluyken, bombanın etkisiyle sarsılır. Bu tesadüf, hem elindeki oyunu daha da anlamlaştırır, hem de hayata dair başka kapılar açmasına vesile olur. Tülek’in yakınında patlayan bombadan 3 yıl sonra ‘Overspill’ın uyarlaması ‘Yüksek’ Dot sahnesinde. Hikayenin gerisini bu ilginç oyunun yönetmeninden, Tuğrul Tülek’ten dinleyelim.

‘Yüksek’ Ali Taylor’un 2008’de yazdığı bir metin. Hikaye İngiltere’nin kenar mahallesi Bromley’de geçiyor. Metnin bizim ülkemizle hayli örtüşüyor olması nasıl okunabilir?

En başından beri bizim bütün hikayelerimizin evrensel bir temadan bahsetmesini istiyoruz ve buna göre oyunlarımızı seçiyoruz. Bu durum Yüksek’te de böyle. Maalesef pek çok metropolde karşımıza çıkabilecek bir hikaye bu, keşke uyarlama şansımız olmasaydı. Ama ne yazık ki çok kolay oldu uyarlamak. Hikayenin özünde hiçbir değişiklik yapmadık hatta; şehir ve kişi isimlerini değiştirdik sadece. Bunu yapmamızın nedeni de seyircinin hayal gücüne çok fazla ihtiyaç duyan bir oyun olması. Dekorumuz yok, fiziksel tiyatro üzerine kurulu bir rejisi var. Dolayısıyla seyircinin mekanlarla, olaylarla daha çabuk bağlantı kurabilmesi için, seyircinin hikayeye daha yakınlaşabilmesi için uyarlamayı tercih ettik. Türkiye’nin siyasi tarihine, toplumsal yaşamına şöyle bir bakıldığında kaosun ve korkunun önemli bir unsur olduğunu görüyoruz. Oyun da merkezine korkunun toplumsal alanda legalleşmesini merkeze alıyor… Evet aynen öyle. Korku toplumu, korkunun legalleşmesi, şiddet, linç kültürü ve paranoya hali…

Oyunun ana karakterleri çok genç üç erkek arkadaş, takılıyorlar, eğleniyorlar... Patlama Taksim’de değil de Halkalı’da olsaydı üç arkadaş bunu bu kadar dert eder miydi?

Etmezdi. Patlamalar oluyor ve onlar gittikleri mekanları kaybediyorlar. Hep gittikleri McDonalds’da oluyor patlama. O yüzden onlar için bu kadar önemli. Oranın kaybolması tabii ki öfkelendiriyor onları. Bu maceranın peşine o yüzden gidiyorlar aslında.

Oyunun şiddetle ilişkisi de burada başlıyor. Öteki değilsen ‘isimsiz’in peşinde olmak daha da kolay…

Evet. Öteki değilsin. Dolayısıyla güvendesin. Bir de şu var; oyun bir hikaye anlatma üzerine kurulu. Yazar bunu o kadar güzel kurmuş ki, çocuklar kendi hikayelerini anlatmak istiyor ama başka bir hikaye onları ele geçiriyor ve onun içinde var olmayı kabul ederlerse onların bir rolü oluyor. Reddederlerse dışlanacaklar ve bize kendi hikayelerini anlatamayacaklar. Bu aslında bizim hayatlarımızla da ilgili olan bir şey. Biz kendi tercihlerimizi yaşamaya devam ettiğimiz sürece, içine doğduğumuz genel gerçekler bizi dışlıyor, ötekileştiriyor.

KORKU HERKESİ BİRBİRİNE DÜŞMANLAŞTIRIR

Baron hem arkadaşları arasında hem de toplumda Kürt olduğunu patlama olana kadar aklına getiremeyecek kadar kimliğinden uzaklaşmış bir Kürt…

Aynen. Baron bir linçle karşı karşıya kaldığında, oklar Baron’u gösterdiğinde, etnik kimliğini hatırlıyor ve o zaman kendini korumaya geçiyor ve o yüzden ötekileştirildiğini fark ediyor, diğerleri de ötekileşiyor. Pek çoğumuz ‘Bunu kesin Kürtler yapmıştır’ diyebileceğimizi düşünmeyiz. Ama orada biri diyor ve Baron durumun farkına varıyor. Tehlikede olduğunu fark ediyor. İnsanlar paranoyanın peşinden giderlerken hep birlikte hareket ediyorlarmış gibi ama aslında öyle değil. Herkes birbirinin düşmanına dönüşüyor bir süre sonra. Bizim gibi her an sarsılmaya müsait toplumlarda korku politikasıyla birlikte paranoya da, linç kültürü de ortaya çıkıyor. En yakın arkadaşlar birbirine düşman olabiliyor.

YÖNETTİĞİM HİKAYE BENİ DE ANLATIR

Bu sizin ikinci yönetmenlik deneyiminiz. Bir eseri anlatmanın bu yanında durmak sizin için ne ifade ediyor?

Bir kere ne olursa olsun bu sizin resminiz oluyor. Ben bir hikaye anlatarak kendinizi anlatmayı çok büyüleyici buluyorum. “Ben şöyle insanım, şunlardan hoşlanırım” diye röportajlar vermek isteyen bir insan değilim. Kendimi yaptığım işlerle anlatmayı seviyorum. Bu oyunun hem enerjisi hem de anlattığı hikaye, benim dünya görüşüm ve fikirlerimle ilgili de bir done veriyor. ‘Öksüzler’ de öyleydi. Bu çok büyüleyici bir şey. Sizin seyirciyle müthiş bir bağ kurmanızı sağlıyor.

İNSANA EN ÇOK BARIŞ YAKIŞIYOR

Türkiye bu kadar şiddeti, savaşı yaşamışken, bugün barışı konuşuyor. Toplumsal akıl üretmeye çalışıyor...

Ne güzel! İnsana en çok barış yakışıyor. Bunu konuşuyor olmak, barış için fikir yürütüyor duruma gelmek çok güzel. Oyunun prömiyerine çok yakın bir zamanda başladı barış konuşmaları. Açıkçası şimdi hikayenin daha da değerlendiğini düşünüyorum. Barışın ne kadar önemli olduğunu gösteren bir hikayeye şimdi daha çok dönüştü ‘Yüksek’. Oyunu bir daha izleyip, kapıdan çıktıktan sonra, gerçek gündemin içinde bu hikayeyi bir daha düşünmek bence çok daha farklı bir kapı açacak artık. Çünkü bende öyle oldu. (İstanbul/EVRENSEL)

Evrensel'i Takip Et