14 Nisan 2013 16:19

‘Tarihsel materyalizmin doğum belgesi’

Sevda Aydın

Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde, Hegel sonrası felsefecilerine yönelik eleştirilerini geliştirirken, diğer yandan diyalektik ve tarihsel materyalizmin temellerini oluşturdular. İnsanın toplumsal yaşamında üretim ilişkilerinin belirleyici olduğu tezini ortaya koydular.
Tam metni ilk kez Türkçeye kazandıran çevirmenlerden Tonguç Ok, çalışmalarını halen tutulduğu Kandıra 2 No’lu F Tipi cezaevinde sürdürdü. Marx ve Engels’in yaşarken yayınlatamadıkları, hatta Marx’ın daha sonraları hakkında “farelerin kemirici eleştirisine terk ettik” dediği ‘Alman İdeolojisi’ni, kitabın diğer çevirmeni Olcay Geridönmez’le konuştuk.


 ‘Sohbetimize, Alman İdeolojisi’nin hem yurtdışındaki hem de Türkiye’deki yayınlanma serüveninden bahsederek başlayalım isterseniz.
Kitabın yayınlanma hikâyesi epey karmaşık. Kısa tutmaya çalışacağım.
Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’ni 1845/46’da kaleme alıyorlar; ama el yazmalarını gönderdiklerinde, kitabın finansmanı üstlenecek olan iki kişi, kitabı yayınlamaktan vazgeçiyor. Çünkü söz konusu kişiler “hakiki” sosyalistlere sempati duyuyor ve kitabın ikinci cildi “hakiki” sosyalizmi sert bir şekilde eleştiriyor. 1846/47 yıllarında Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’ne yayıncı bulmayı tekrar tekrar deniyorlar. Ve hem yine bu nedenle, hem de o dönem Almanya’da muhalif kesim üzerinde estirilen polis baskısı nedeniyle yayımcı bulamıyorlar. Sonuçta kitabı, Marx’ın 1859’da “Politik Ekonominin Eleştirisi”nin önsözünde söylediği gibi “farelerin kemirici eleştirisine” terk etmiş oluyorlar.
Marx ve Engels hayattayken kitabın yayınlanan tek bir bölümü var (ikinci cildin, yani “Hakiki Sosyalistler”in 4. bölümü). Ayrıca “Gesellschaftsspiegel” dergisinin (1846’da) iki sayısında yayınlanmış iki makale yer yer Alman İdeolojisi’nin belli bölümleriyle örtüşüyor.
Böylece “Alman İdeolojisi” uzun bir süreliğine kaldırıldığı tozlu raflardaki kaderini yaşıyor.
Engels’in ölümünden sonra el yazmaları Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin eline geçti. 27 yıl boyunca da taslağın yarısından azını yayınladılar. Eduard Bernstein 1903/04’te Stirner eleştirisinden bölümler yayınladı. (Alman İdeolojisinin 1. cildinin 3. bölümü) ve Gustav Mayer, kaleme aldığı kapsamlı “Engels Biyografisi” bağlamında 1921’de “Leipzig Konsili”nden (Aİ’nin 1. cildinin 2. ve 3. bölümlerinden, Bruno Bauer ve Max Stirner eleştirileri) parçalar yayınladı.
Alman İdeolojisi’nin ilk cildinin birinci bölümünü oluşturan Feuerbach bölümü, Marx-Engels Arşivi tarafından 1924’te Rusça, 1926’da da Almanca olarak yayınlanıyor. Tam metin ise ilk kez 1932’de ise Marx-Engels-Lenin Enstitüsü tarafından yayına hazırlanan Marx Engels Tüm Eserler (MEGA1) kapsamında Almanca olarak yayınlanıyor, 1933’te de Rusçası yayınlanıyor.
Doğu Almanya’da Marksizm Leninizm Enstitüsü’nün çıkardığı Marx-Engels Werke (MEW) (Marks-Engels Eserler) Alman İdeolojisi’ni 1958’de yayınladı. Bu basım Sovyetler Birliği Marksizm Leninizm Enstitüsü’nün 1932’deki basımına dayanır.
1962’de Eduard Bernstein’in bırakıtları arasında Alman İdeolojisi’ne ait üç el yazması sayfa keşfedildi ve sonraki baskılara eklendi. Üzerinden geçilen bir versiyon da 1965’te Moskova’da ve 1966’da Doğu Almanya’da yayınlandı.
Bir de 1965’te Rusya’da kitabın birinci (Feuerbach) bölümü yeni bir düzenlemeyle bir dergide [Voprosy Filosofii (Felsefenin Sorunları)] yayınlanıyor. Bu versiyonun İngilizcesi ilk kez 1969’da Moskova’da yayınlanıyor.
Batı Almanya’da ise Alman İdeolojisi’nin bir tam metni, Marx’ın erken dönem çalışmalarını 1932’ten beri yayınlayan Landshut/Meyer’in bağımsız deşifre çalışmalarına dayanan Hans-Joachim Lieber ve Peter Furth’un gerçekleştirdikleri Marx Eserler basımı çerçevesinde 1971’de yayınlandı.
İkinci cildin (Hakiki Sosyalistler) ikinci ve üçüncü bölümünün el yazmaları ise bugüne kadar gün yüzüne çıkmış değil, kayıp.
Tam metin yurtdışında esas olarak iki versiyon (1932 ve 1965) haliyle dağılmayı böylece sürdürüyor. Tam metin daha çok Marksizm Leninizm Enstitüsü’nün yayınladığı eserler kapsamında okuyucuyla buluşuyor, yaygınlaşıyor ve bildiğim kadarıyla oldukça az çevriliyor.
Kitapçık olarak ise Feuerbach bölümünün her iki versiyonu (1932 ve 1965) daha sıklıkla basılan ve çevrilen metin haline geliyor. Feuerbach bölümü oldukça kısa ve materyalist tarih anlayışına dair temel fikirlerin çoğu burada açıklanıyor, bu bakımdan Feuerbach bölümünün ayrı bir önemi var. Bu yüzden bir kitapçık olarak basılması işlevli görülüyor ve kimi önsözlerde ona, kitabın tümünün okunmasına özendirme niteliği atfediliyor.
Bunda, Engels’in, “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”na 1888’de yazdığı önsözünde söylediklerinin de rolü olduğunu düşünüyorum.
Engels bu önsözde, Feuerbach kitapçığı için (1845/46) el yazmalarına yeniden göz attığını ve onu şimdiki amacı açısından yararlanılabilir bulmadığını belirtir. Bu yarım kalmış çalışmada Feuerbach’ın öğretisinin eleştirisinin bulunmadığını ve ekonomik tarih konusundaki bilgilerinin henüz ne kadar eksik olduğunu tanıtlayan bir materyalist tarih anlayışı açıklamasından ibaret olduğunu söyler. Türkçedeki çeviri hikâyesi işte bu ikinci bağlamda gerçekleşiyor. Türkçede de Alman İdeolojisi’nin Feuerbach bölümü yayınlandı sadece. Bildiğim en eski iki çeviri; 1968’de Fransızcadan Selahattin Hilav çevirisiyle Sosyal Yayınlar ve 1976’da (sonraki basımı 1987 ve1992’de) Fransızcadan Sevim Belli çevrisiyle Sol Yayınları tarafından gerçekleştirildi. Bu arada belirtmek gerekir ki bu çeviriler özet değil, yalnızca ilk bölümün çevirisidir ve buna dair notlar da vardır bu kitaplarda.
Tam metnin niye çevrilmediğine, yayınlanmadığına ilişkin söylenebilecek çok fazla bir şey yok. Zaten dünyaya bu şekilde yayılmış ikili bir durum söz konusu. Ayrıca Türkiye’de Feuerbach bölümü çevirisinin yapıldığı yıllardaki koşulları da gözetmek gerek. Marksizmin külliyatının hızla Türkçeye kazandırıldığı çok değerli bir çalışma yapılıyor. Çevirilerde Marx, Engels, Lenin, Stalin’in temel eserlerine, eserlerinden tematik derlemelere ve yurtdışındaki bu yönlü baskılara odaklanılıyor. Feuerbach bölümü kitapçığı de bunlardan biri. Gayet doğal, dönemin ihtiyaçları da bunu gerektiriyordu. Yani, tam metnin çevrilmesi konusunda niyet mutlaka vardır da koşullar, olanaklar, pratik öncelikler nedeniyle ona sıra gelmemiştir.

Tam metnin yayınlanmasının bugün açısından önemi nedir?
Bugüne özel bir önem atfetmek gerektiğini sanmıyorum. Tam metnin yayınlanması bugün 40 yıl öncekinden ya da 1932’de orijinal dilinde ilk kez basıldığı zamandan daha önemli veya önemsiz değil. Bilimsel sosyalizmin kuruluşunda temsil ettiği yer bakımından ise özel bir önemi var. Sol Yayınlarının bastığı versiyonun önsözünde Jacques Milhau’nun çok güzel bir nitelemesi var kitapla ilgili. “Tarihsel materyalizmin doğum belgesi” diyor. Gerçekten de öyle, Marksizmin gebelik dönemi bu kitapla sona eriyor. Bir eşiği temsil ediyor, yani bir geçiş eseridir.
Materyalist tarih anlayışının ilk ve en geniş açıklaması burada veriliyor ve Marksizmin felsefi, teorik temellerinin oluşturulmasında önemli bir aşamayı temsil ediyor. Bu kitapta Marx ve Engels, geçmiş felsefi bilinçleriyle son bir hesaplaşma yaşıyorlar.
Tam metin ile ilgili belki bir de şöyle bir notu eklemekte fayda var. Feuerbach bölümü tamamlanmamış, fragmanvari niteliktedir. Bu bölümde ortaya koydukları fikirlerin kitabın ileriki kısımlarında sürdürüldüğünü, açıldığını görüyoruz. Bu bölümde, esas olarak kitabın devamında eleştirdikleri Genç Hegelci filozoflara ilişkin göndermeler de vardır. Ve yalnızca Feuerbach bölümünü okuyan okur, hele de o dönemin Almanya’sının düşünsel hayatına aşina olmayan okur bunları anlamlandırmakta haliyle güçlük çekiyor, çektik hep birlikte. Bunlar, tam metinle birlikte yerli yerine oturuyor.
“Alman İdeolojisi”nin Marksist felsefe açsından önemine işaret ettiniz. Yeni bir materyalizm tanımı burada geliştirilmeye başlandı. Başka hangi yeni düşünceler ve dönüşümlerle karşılaşıyoruz kitapta?
“Alman İdeolojisi” tamamlanmamış olmakla birlikte, çok kapsamlı ve olağanüstü fikir zenginliğine sahip bir çalışma. Bildiğiniz gibi kitabın doğrudan bir parçası olmamakla birlikte kitap, Marx’ın not defterine kaydettiği Feuerbach üzerine 11 tezle başlar. Engels, bu tezleri “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” kitapçığının hazırlıkları için eski el yazmalarını karıştırırken yeniden bulmuştur. Marx bunları 1845’in ilk çeyreğinde yani, “Alman İdeolojisi”nin yazılmaya başlandığı tarihten kısa bir süre önce, geliştirilip işlenmek üzere not etmiş. Engels “Ludwig Feuerbach …” kitapçığının önsözünde (1888) “yeni dünya görüşünün dâhiyane nüvelerinin kaydedildiği ilk belge olması bakımından paha biçilemez” olarak niteliyor bu tezleri.
Marx ve Engels, yeni dünya görüşlerinde, diyalektik ile materyalizmi birbirinden kopmaz bir bütün haline getirdiler. İnsanın toplumsal var oluşunun onun toplumsal bilincini belirlediği tezini ortaya koydular ve açıkladılar. İnsanın toplumsal yaşamının bütününde üretim biçiminin belirleyici rolünü gösterdiler. Üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin en genel nesnel gelişim yasaları ilk kez “Alman İdeolojisinde” karakterize edilmiştir. Toplumun gelişiminin nesnel yasalarını analiz ederek, politik ve ideolojik üst yapının son tahlilde her bir tarihsel gelişim aşamasında var olan ekonomik ilişkiler tarafından belirlendiğini ortaya koyarlar. Devletin rolünü, ekonomik egemenliğe sahip sınıfın iktidar aracı olarak tanımlarlar. Sınıf mücadelesi ve devrimin, tarihsel gelişimin motor güçleri olduğunu gösterirler. Proletaryanın tarihsel rolüne dair, politik iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi görevini ilk kez bu kitapta dillendirirler. Politik ekonominin bir dizi başlangıç tezini formüle ederler.
Genç Hegelcilerin estetik görüşlerini eleştirirken Marksist estetiğin bir takım ana tezlerini ortaya koyup temellendirirler. Sanatın ve sanatçının yaratıcı ruhunun, tarihsel gelişimin her bir somut aşamasındaki toplumun ekonomik ve politik yaşamına bağımlılığını sergilerler.
Kitapta, felsefe tarihi alanında çok sayıdaki kısa incelemeler ve değerlendirmeler vardır. Antik Yunan materyalist felsefesinden, Fransız ve İngiliz ütopik sosyalizmi ve komünizmine dek bir çok konuda eleştirel analizlerde bulunurlar… vs. vs.
Bruno Bauer ve Max Stirner’e yönelik eleştirileriyle Marx ve Engels, Genç Hegelcilerin felsefelerinin tümünü, Hegel felsefesini ve genel olarak idealist felsefeyi eleştirdiler. Sınıflar barışı düşüncesini yaymakta olan Alman “hakiki” sosyalistlerinin küçük burjuva görüşlerinin gerici özünü açığa çıkardılar.

Bu bakımdan pek çok polemiğin varlığı görülüyor kitapta...
Evet, ilk cildin ilk bölümünün dışında kitabın tamamı polemik niteliği taşıyor.
İlk bölümde geliştirdikleri yeni dünya görüşünün temel tezlerinden hareketle Marx ve Engels, “Kutsal Aile”de başlattıkları Genç Hegelci Bruno Bauer’in idealist görüşlerinin eleştirisini burada tamamlıyorlar. Ardından her türlü kutsallığın eleştirisini yapmasıyla tanınan, anarşizmin ilk ideologlarından sayılan öğretmen Max Stirner’in felsefi, ekonomik ve sosyolojik görüşlerinin küçük burjuva, gerici karakterini açığa çıkarıyorlar. Bauer ve Stirner eleştirilerini içeren “Leipzig Konsili” bölümü kitabın en kapsamlı bölümü ve esas yer Stirner’e ayrılmış durumda. Stirner’in üslubunu taklit ederek alaya alıyorlar, onun kitabındaki (Biricik ve Onun Mülkiyeti) bölüm ve kısımların başlıklarını kullanarak, bunları ironik bir biçimde eğip büküyorlar.
Kitabın ikinci cildi ise Almanya’da kendilerini “hakiki sosyalistler” olarak tanımlayan grubun eleştirisine ayrılmış durumda. Sınıf çelişkisinin giderek keskinleştiği Almanya’da bu grubun yaydığı küçük burjuva, gerici görüşlerini özellikle zararlı görüyorlar. Haliyle onlara karşı da çok sert bir polemik yürütüyorlar. “Alman İdeolojisi” bu niteliğiyle “Kutsal Aile”ye benziyor.
Alıntıların, kelime oyunlarının, göndermelerin havada uçuştuğu, tüm dönemin kültürel, düşünsel malzemesinin, entelektüel birikiminin devreye girdiği kıyasıya bir eleştiri söz konusu olan. Bu da çevirideki en zorlayıcı etken oldu.

Tam da burada çeviri sürecini sormak istiyorum. “Alman İdeolojisi”nin tam metni, Marx ve Engels’in diğer eserlerine göre çok daha az dile çevrilmiş. Bunun nedeni nedir?
En başta, kitabın yayınlanma sürecinden bahsederken anlattığım nedenler etkili tabii. Feuerbach bölümü, onun felsefi görüşlerinin eleştirisinden ziyade esas olarak Marx ve Engels’in yeni dünya görüşlerinin, tarihsel materyalizm anlayışının ortaya konduğu bölümdür. Orada fragmanvari yer alan düşünceler diğer bölümlerde sürdürülüyor elbette, hatta açıklanıyor, ayrıntılara giriliyor ama bunlar girift diyebileceğim polemiklerin, göndermelerin arasında yer alıyor. Kaldı ki Stirner de Bauer de güncelliklerini hızla yitirmiş, hızla gözden düşmüş Genç Hegelciler. Almanya’da 1848 devrimiyle birlikte unutulmuşlar adeta.
Dünyanın önemli bir bölümünde yeni dünya görüşlerine ciddi bir taraftar kitlesi kazanmış bulunan Marx’ın 1859’da “Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı”nın önsözünde, “asıl amacımıza –kendi kendimizi anlamak– ulaştığımızda elyazmasını bir o kadar gönül rahatlığıyla farelerin kemirici eleştirisine terk ettik” demesi biraz da bu yüzdendir bence.
Tüm bunların etkili olduğunu düşünüyorum Feuerbach bölümünün ayrı basılmasında ve tam metnin çokça dile çevrilmemesinde. Tam olarak kaç dilde yayınlandı tam metin bilmiyorum ama daha çok Marx ve Engels’in tüm eserlerinin basıldığı dillerin dışında bir tek Portekizcesine rastladım ben araştırırken.
Bir de gerçekten çok güç bir metin. Sözünü ettiğim güçlükler, özellikle göndermeler metni çok katmanlı hale getiriyor. İncil’den, Don Kişot’tan alıntılar üzerinden göndermeler mesela…

AYAKLANMALAR, BAŞKALDIRILAR GREVLER DÖNEMİ

Biraz kitabın yazıldığı dönemden bahseder misiniz?
Kitabın kapağında sakalları hayli uzamış, yaşını başını almış iki düşünür görüyoruz. Oysa şöyle bir canlandırma yapmamız gerekir her şeyden önce: 1845/46’da yirmili yaşlarında, farklı yollardan siyasal, düşünsel hayata atılmış iki gençtir Marx (26) ve Engels (24).
Son on yıl içinde Fransa’da ayaklanmalar olmuş, Almanya’da Silezya dokumacıları baş kaldırmış ve İngiltere’de Çartistlerin grevi ise henüz yaşanmıştır. Avrupa büyük bir mayalanma içindedir. Almanya’da gericilik yılları hâkimdir, muhalif düşünceler polis ve sansür baskısıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Tüm bunlar onları, o günkü devleti ve toplumu eleştirmeye, çağlarında yaygın kabul gören fikirleri inceleyip eleştirmeye sevk etmişti. İkisi de Hegelci sistemin büyüklüğü ve ifade gücüne hayrandı ama aynı zamanda da onun dünyayı yalnızca kavram formunda görmesi konusundaki sınırlılığından hoşnutsuzluk içindeydi. Bu nedenle, toplumu ve devleti nesnel koşullardan hareketle değil de hakikat, özgürlük, adalet gibi genel fikir ve kavramlardan hareketle eleştiren Genç Hegelcilerle yollarını ayırmışlardı.
Gazeteci Marx, Paris’te dinamik bir işçi sınıfı hareketiyle karşılaşmış, çağdaş politik durumu açıklayabilmek için 1789 Fransız Devrimi’ni incelemeye koyulmuştu. Hegel’in “Hukuk Felsefesinin Eleştirisi”nde ve Ekonomik Felsefi El Yazmaları”nda insanın kurtuluşunu, özel mülkiyeti alaşağı edecek devrimci proletaryanın kurtarıcı eylemine bağlamıştı.
İş adamı Engels ise çıktığı iş seyahatinde Manchester’de İngiliz işçi hareketiyle ilişki kurmuş, kapitalizmin mekanizmalarını incelemeye koyulmuş, kısa bir makalede, “Bir İktisat Eleştirisinin Ana Hatları”nda bir politik ekonomi anlayışının taslağını çıkarmış, özel mülkiyetin özünü incelemişti.
Aynı yayınlarda ayrı ayrı yazdıkları yazılar üzerinden iki gencin yolları Paris’te kesiştiğinde, tüm teorik alanlarda aynı fikirde olduklarını, aynı sonuçlara vardıklarını görüp kısa zamanda yakın dost oldular. İkisi de politik hareketin ortasına dalmış bulunuyordu ve örgütlü proletaryayla epey bir temas içindeydiler. Etkinlik kazanan görüşlerini açıklığa kavuşturup bilimsel olarak temellendirmek ihtiyacındaydılar.
Marx ve Engels, büyük bir sabırsızlıkla, birlikte çalışmaya karar verdiler. Alman felsefesinin ideolojik anlayışı ile kendi görüşleri arasındaki uzlaşmaz karşıtlıkları ortaya koymaya giriştiler. Bu, Hegel sonrası felsefenin eleştirisi biçiminde gerçekleşti “Kutsal Aile”de. “Alman İdeolojisi”yle de tamamladılar.

EKSİK BİR HALKAYI TAMAMLADIK

150 yılı aşkın bir süre sonra Türkçe basılan bu kitap, bugünkü felsefe tartışmalarının neresinde duruyor?
Çokça felsefi metin çevirmiş olmama rağmen günümüz felsefe tartışmalarına çok hâkim olduğumu söyleyemem. Bu yüzden bu sorunun asıl yanıtını ülkemizdeki felsefeciler verecek. Ama kişisel olarak ülkemizde öyle yoğun felsefi tartışmaların yürütüldüğünü de düşünmüyorum. Felsefe yapan bir toplum sayılmayız. Günümüzde dünya genelinde de felsefi tartışmaların zayıf olduğunu düşünüyorum. Görebildiğim kadarıyla günümüz akademi dünyası Marksizmi genellikle asıl kaynaklarından değil, ikincil kaynaklarından öğreniyor. Bu da eleştirel düşüncenin önündeki bir engel.
Ama zaman zaman, özellikle küresel krizlerin patlak verdiği dönemlerde, Marksizm’e bir yönelme, Marksizmi inceleme ihtiyacı gözleniyor. Böylesi dönemlerde burjuva medyada bile “yoksa Marx haklı mıydı?​” sorusunun sorulduğuna tanık olduk.
Özellikle genel bağlamların bilgisine ulaşmak, bütünü kavramak konusundaki gayretlerin azlığını gözlemlediğimi söyleyebilirim. Akademi, genel bağlamları, yasalılıkları ortaya çıkarmaktan çok özgül sorunsallara eğilmeyi tercih ediyor.
Genel bağlamın bilimi –Engels, diyalektik tarihsel materyalizmi böyle tanımlar– nedenlerin, yasalılıkların anlaşılmasını gerektirir. “Nedenlerin anlaşılması, mevcut olana dair kabullenişi değiştirmeye yönelik bir sorgulamaya dönüştürür. Nedenlerin bilgisine varma, bilimsel düşünmedir. Politik ekonominin teorik eleştirisi, ekonominin yol açtığı koşulların pratik eleştirisi haline gelir. Pratik eleştiri, devrimdir. Bilimsel dünya görüşünde teorik eleştiri, politik pratiğe dönüşebilecek şekilde biçimlenir.” Teori ile pratik arasındaki bağı, Alman Marksist düşünür Hans Heinz Holz böyle dile getiriyordu bir makalesinde...
Tam metnin çevrisiyle Türkçe okura Marksizmin gelişim sürecinin bir belgesini daha sunmuş olduk. Eksik bir halkayı tamamladık. Bu çalışmanın, kendilerini özellikle erken dönem Marx’a dayandıran düşünce akımlarının eleştirel bir gözle incelenmesi açısından da, ikincil kaynaklardan değil de asıl kaynağından öğrenmek için bir vesile oluşturacağını umuyorum.

‘BİLİM SARP YOLLARDAN GEÇER’

Genç bir Marksiste ya da Marksizme ilgi duyan birine bu kitabı hangi yönlerinden ötürü önereceksiniz?
Marksizme ilgi duyan biri, Marksizmin doğuşunu da merak eder. Marx ve Engels’in Hegelci felsefeden kopuşunun nasıl gerçekleştiğini, geçmişteki felsefi bilinçleri ile nasıl hesaplaştıklarını, tarihsel materyalizmin ilkelerini ve kavramlarını olgunlaştırırken geçirdikleri süreçleri anlamak isteyecektir. “Kutsal Aile” bu anlamda ilk belgedir. “Alman İdeolojisi” bu sürecin son anını belgeler.
“Alman İdeolojisi” ile Marx ve Engels’in daha sonraki yapıtları arasında, görüşlerini ortaya koyarken kullandıkları kavramlar henüz biçimlenme halinde olsa da temel bir çelişki bulunmaz. Kitapta ileri sürdükleri görüşlerin ve açıklamaların çoğu sonraki eserlerinde benzer biçimde tekrar edilmiştir. Bu bakımdan “Alman İdeolojisi”, arka kapakta söylendiği gibi “Komünist Parti Manifestosu”nu kaleme alacakları olgunluğa ulaştıkları düşünsel birikimi ve teorik bütünleşmeyi ifade eder.
Polemik bölümleri bu bakımdan da önemlidir. Eleştirileri “kendi kendilerini anlamak” çabasının bir izdüşümü olarak da okumak gerekir. O zaman, en ince ayrıntılara kadar gerçekleşen bu hesaplaşma daha anlaşılır hale gelir.
Tüm bu söylenenlerden sonra okur, kendisini, çaba gerektiren bir okuma beklediğini çıkarmıştır zaten. O halde Marx’ın bir sözüyle bitireyim: “Bilim sarp yollardan geçer.”

İki çevirmeni var kitabın, biri siz biri Tonguç Ok. Tonguç Ok’un cezaevinde olduğunu biliyoruz. Zor olmadı mı? Nasıl bir yol izlediniz, nasıl bir işbölümü gerçekleşti aranızda?
Çok uzun bir zamandır gündemimizde olan bu işin altına girmeye bir türlü fırsat bulamadık, çünkü ciddi bir yoğunlaşma gerektiriyordu. Ta ki daha rahat bir zamanı beklemenin –çünkü böyle bir an nasılsa gelmeyecekti– anlamsız olduğuna karar verinceye kadar. Şöyle bir formülde karar kıldık; Tonguç İngilizcesinden çevirecek ben de Almancasından karşılaştırıp redakte edecektim. Tonguç olağanüstü bir performansla 6 ayda bitirdi çeviriyi. Bense 1,5 sene daha süründürdüm. Redaksiyon bir bakıma bir çeviri sürecine dönüştü ister istemez. Ayrıca Tonguç’un araştırma yapma (başvuru kaynakları, internet) olanaklarından mahrum olması faktörünü de dikkate almamışız. Tonguç’la pek sık olamasa da yazıştık. En çok hayıflandığımız şey bu süreçte yan yana çalışamamak, yüz yüze tartışamamak oldu.
Sözünü ettiğim güçlükleri aşma konusunda da yan okumalar yapmak, araştırmak, yardımına başvurabileceğimiz herkese danışmak dışında bir çözüm yok zaten. Biz de öyle yaptık. Türkçenin oturmuş, gelişkin bir felsefe diline sahip olmaması kavram karşılıklarını bulmayı ayrıca güçleştiriyor tabii. Buna eklenen diğer bir zorluk da Marx ve Engels’in eleştirdikleri filozofların üslubunu ve ifade biçimlerini üstelik de ironik bir şekilde eğip bükerek kullanıyor olmalarıydı. Özellikle Stirner’in tumturaklı dili, kendi deyim ve terimleri zaten bir çeviri güçlüğü oluşturuyorken, bir de bunları göndermelerde kullanmaları işte girift dediğim durumları doğurdu. Dolayısıyla başta İncil, Don Kişot ve Stirner’in eseri olmak üzere sözlükler, ansiklopediler, internet elimizin altındaydı sürekli. Özetle uzun ve meşakkatli ama bir o kadar da zevkli bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. (İstanbul/EVRENSEL)