22 Mart 2013 13:39

Roma Mitolojisinden Üniversite Sıralarına

Eren Yurt-Utku Özveri

Minerva. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölüm bülteni. Yaklaşık 4 aylık periyotlarla çıkan dergi, son sayısını yakın bir süreçte çıkardı. Biz de Genç Hayat olarak Türkiye ve dünyadaki gelişmeleri ve derginin işleyişini konuştuğumuz güzel bir sohbet gerçekleştirdik arkadaşlarımızla. Herkese keyifli okumalar...
Genç Hayat (G.H) : Derginin ismi Minerva. İlk anda öğrencilerin kafasında bir şey uyandırmayabilir. Minerva ne demek? Buradan başlayalım ilk önce ve bu dergi nasıl oluşuyor, bu ekip nasıl bir araya geldi, böyle devam edelim?
Özgür: İsimden başlayalım. Minerva Roma mitolojisinde bilgelik tanrıçasını temsil ediyor. Aynı zamanda Hegel’in bilgeliği temsil eden ve zor durumlarda ya da karanlıktayken uçan baykuş metaforuyla aynı anlamda. Onun dışında 18 kişilik sabit bir ekibi var derginin. Bu ekipten ayrılanlar oldukça yine bizim bölümden katılımcı arkadaşlar buluyoruz. Onlar aramıza katılıyorlar. Bu ekip derginin bütün aşamalarında birlikte çalışıyor. Maliyetinden tutun yazıların yazılmasına kadar hep birlikte bu derginin oluşturulması sağlanıyor. 2009 yılında bölümde okuyanlarca kuruluyor dergi. O günden bugüne kadar 12 sayı çıkarttık.
G.H: Konular nasıl ve neye göre belirleniyor? Yazıları kimin yazacağına nasıl karar veriliyor? Dünyadaki ve Türkiye’deki gündemler üzerine mi şekilleniyor yazılar?
Kadriye: Dergide herkes istediği konuda, istediği şekilde ama birbiriyle uyumlu olabilecek şekilde  çalışabiliyor. Kimsenin kimseye hükmetmesi gibi bir olay yok burada. Çalışacağımız konular genellikle derginin çıkışından sonraki ilk toplantıda belirleniyor ve birbiriyle uyumlu oluyor genellikle.
G.H: Son sayı Toktamış Ateş’in anısına çıkartılmış bir sayı. Onun ölümü üzerine de denk geldiği için. Derginin girişinde de Toktamış Ateş için; “değişimin dengesini” bize öğretti deniliyor. Ne demek bu “değişimin dengesi”? Yani hem değişim hem denge. Birbirleriyle çelişen şeyler değil mi bunlar?
Kadriye: Toktamış hoca ilk girdiği derste şey demişti bize. Dünya değişiyor çocuklar. İsteseniz de istemeseniz de değişiyor ve bunu açarken de şöyle demişti. Değişim dediğimiz şey ileriye doğru da olabilir geriye doğru da. İleriye doğru olursa devrim olur. Değişimden kastı yani değişimin dengesi derken kastı, devrimin ve ileriye doğru bir değişimin varlığıydı.
G.H: Dergide geniş bir çerçeve çizecek şekilde konular ele alınıyor. İspanya’da azınlıklar, Asya Pasifik’in artan önemi, Ortadoğu’da güvenlik çelişkisi gibi. Bunlar aynı zamanda Türkiye ile doğrudan ya da dolaylı bir şekilde alakalı. Ancak yazıların geneline baktığımızda Türkiye’ye doğrudan doğruya değinmiyor gibi bir izlenim de ediniyoruz. Bunun nedeni nedir?
Fahri: Bu konuya ben değineyim isterseniz. 4-5 sayıdır işin biraz daha geniş boyutuyla ilgilenmeye çalışıyoruz. Kendiliğinden gelişmiş bir süreç belki de. Ama hani uluslararası boyutuyla ilgilenirken Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiren şeyler üzerinde çalışıyoruz. Mesela son sayımızda İspanya’da azınlıklar çalıştık.Ondan önceki sayıda Kuzey İrlanda sorununun çözümü üzerine bir şeyler karaladık. Bunlar bence genel olarak Türkiye’yi direkt olarak etkileyen şeyler. Britanya ana yasasını çalıştık ki bu da Türkiye’deki bu yeni anayasanın yapıldığı döneme denk gelmişti. O yüzden aslında yazdığımız şeyler ülkeyi ilgilendiren şeyler.
Uğur: İşte Fahri’yle biz bu dergide İspanya’da azınlıkları tartıştık. Türkiye’nin şu anda ana gündemi terör konusu. İmralı görüşmeleri falan filan. Bizim özellikle çalıştığımız konu Türkiye’de de böyle olsun değil “Bakın burada da böyle oluyor, Kuzey İrlanda’da da böyle oluyor.” diye. Yani insanlara daha çok anlatmaya çalıştık.
G.H: Arap dünyasında hareketlenmeler sürüyor 2 yıldan beri. Farklı değerlendirmeler var bu hareketlenmelere ilişkin. Bir bütün olarak Minerva’nın görüşünü almamız mümkün değil belki ama birey olarak ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Özgür: Minerva’nın ortak bir şeyi yok. Biz daha çok sorgulamaya çalışıyoruz. Ama Minerva’daki tahmin ediyorum çoğu insan şunu bilir ki dünyayı ilgilendiren, ülkeyi ilgilendiren mevzunun tek bir nedeni yok. Farklı boyutları vardır bu işin. Halkı ilgilendiren bir çıkış noktası vardır. Tek bir bu şunun oyunudur diyerek kolaya kaçılmaması gerektiğini bilir zaten. Öyle olmasa bu çalışmaları yürütmezdik.
G.H: Farklı dinamikleri var bu işin. Tabi ülkeden ülkeye değişen boyutları da var.                                                                                   Kadriye: Tabi ülkeden ülkeye değişen boyutları var, gelişim aşaması var ama bu sadece o iki taraftan değerledirilemez. Dediğim gibi dünya üzerinda başka devletler var başka ülkeler var bunların etkileri var emperyalist müdahaleler var. Bunların dışında bir de o halkın istedikleri var. Halkların istediğini de göz ardı etmemek gerek. Arap baharı dediğimiz olayda Ortadoğu karıştı bir ton şey oldu. Bugün Suriye zaten her tarafa mülteci olarak yurttaşlarını gönderiyor. Yani bugün Ortadoğu parçalandı. Ve bu parçalanmanın temeli de Arap baharı denilen olaydı. Peki bunun amacı neydi? Diktatörü devirelim, şimdi daha iyi bir konumdalar mı bir de bunu sorgulamak gerekir. Diktatörlük iyi bir şeydir demiyorum burda ama eğer bir hareket başlattıysanız  bunu kurallara uygun bir şekilde yapmanız gerekiyor. Ortadoğu’da başlatılan hareket kurallara uygun gitmedi. Dış müdahaleler oldu, farklı olaylar oldu halk tam bilinçli değildi.
G.H: Dergide bu sayınızda Plaza de Mayo’yu işliyorsunuz. Aynı zamanda geçmiş sayılarda İrlanda’yı, İspanya iç savaşını da işlediğinizi söylediniz. Buralara baktığımızda Türkiye ile benzer sorunları yaşadıklarını görüyoruz. Onlar demokratikleşme anlamında ciddi ilerlemeler sağlayabilmişken Türkiye neden hala aynı sorunlarla boğuşuyor?
Fahri: Özellikle ben Kuzey İrlanda sorunu, çözümü ve diğer azınlıklar için belki bir çözüm olabilir mi diye bu soruyu sormaya çalıştım. Benim orada gördüğüm şey şuydu. Kuzey İrlanda’da bu sorunun çözümü için iki tarafın da birbirlerinin kaygılarını gözetmesi önemli idi. Bu şekilde sorunlar çözülebilir. Askeri olarak çözülemeyeceği zaten belliydi Kuzey İrlanda’nın. Ve bence artık yavaş yavaş da olsa bizim ülkemizde de bu anlaşılmaya başlanıyor. Bu tarz terör olaylarında hiçbir zaman çözüm askeri bir şekilde olmamıştır ve zaten olmasına da imkan yoktur.
Özgür: Güncel siyasi sorunların neden çözülemediği ile ilgili sorunuza ilişkin, Türkiye’de bu sorunların çözülmesi için ortaya bir irade koyulması lazım. Bu sadece mevcut iktidar ya da bir önceki iktidarla ilgili olan bir şey değildir. Siyasi kültürle ilgili bir şeydir. Türkiye’deki siyasi kültür o sorunları kendine malzeme eden bir kültür sadece. Çözüme ulaştırma gibi bir çabası yok.
Ödül: Ben şöyle bir ekleme yapmak istiyorum. Özgür’ün de dediği gibi irade noksanlığı. Ben daha önce Arjantin’de Peron hükümeti üzerine çalıştım ve orada gerçekten Peronist harekete en azından benim edindiğim kaynaklarda çok güçlü bir halk desteği var. Yani halk tamamen hükümetin arkasında ve onu destekliyor; ki Arjantin tarihinde yaklaşık 46 darbe geçirmiş bir ülke. Diğer taraftan Peronist hükümetin devrilmesi ve askeri cuntanın devralması ve orada otuz bine yakın insanın kaybolması kıyamet gibi bir şey esasında. Ve bu noktada oradaki insanlar mücadelelerinin 3. haftasında 300 kişiyi bulabilmişlerdi Mayo de Plaza’daki anneler Ancak şimdi Türkiye’deki cumartesi annelerinin 417. haftasındayız ama gittiğinizde orada alanda 300 kişiyi görebiliyor musunuz? Ben gittiğimde orada 300 kişi kesinlikle yoktu.  Orada 3. haftadan itibaren 300 kişi vardı ve bu mücadele orada çok net bir şekilde net bir tavırla devam etmiş oldu.
G.H: Az önce Uğur da gelinen süreçten bahsetti. Bugün iktidar çatışmaların sona ermesi barışın olması adına ortak bir fikriyata kavuşmuş mu sence? Bu anlamda siyasi iktidara destek olunuyor mu? Burada iktidarın desteğe rağmen (varsa) yetersiz kalması mı sorun yoksa başka bir sorun mu var?
Kadriye: Türkiye’nin açmazı demokrasi inancını yerleştirememesi. Türkiye’de demokrasi şöyle tanımlanıyor. “Çoğunluğun kararı”. Bunu son seçimlerde de gördük, siyasilerin tartışmalarında da gördük. Demokrasi dediğimiz şey, ya da her türlü yenilik bir süreçten geçmek zorunda. Avrupa bu süreci yaşadı. Türkiye’de hareketin kitleselleşememesinin sebebi bence bu.
Özgür: Şöyle bir durum yok tabi. Avrupa bu süreci yaşarken doğuda herhangi bir süreç yaşanmadı değil. Bugün Avrupa’da da bir sürü demokratik anlamda sorun var. Ancak tabi Kadriye’nin söylediği gibi biz bi sürecin içindeyiz. Ama şuraya sıkıştırmamak gerekiyor bunu; tamam bir çözüm süreci oldu. Daha önce de demokratik açılım da olmuştu. Bu süreçlere sıkıştırılacak şeyler değil.
G.H: İspanya’da bu sorunun tartışılmasında anayasa süreci çok etkili oldu. Anayasada farklı milliyetlerin tanımından tutalım da kolektif hakların tanınmasına kadar pek çok madde yer buldu. Türkiye’de de bir anayasa süreci işliyor. Peki bu anayasa bu sorunun çözümüne ne kadar katkı sağlar?
Fahri: İspanya anayasası 1978 yılında hazırlandı. Bu gayet demokratik bir anayasaydı. Azınlıklara çok geniş haklar tanıyan bir anayasaydı. Ancak bu İspanya’da tam anlamıyla çözlümüş bir sorun değil. Bizde anayasa süreci daha yeni başladı. Türkiye’de de hemen çözülecek bir iş değil.  
Ödül: Mesela bugün İngiltere’nin yazılı bir anayasası yok. Demek ki yazılı bir şey olma zorunluluğu da yok. Demokrasi sorunuyla ilgili her madde tek tek açıklanmak zorunda mı? Halk arasında bir yerde mutlaka bir uzlaşı olacaktır.

Evrensel'i Takip Et