13 Mart 2013 11:08

Sevinç Özgüner’e mektup

Merhaba Sevinç Özgüner, Seni son kez bir kadın toplantısında görmüştüm. Barış üstüne konuşuyorduk, Ortadoğu barışı üstüne. Söylediklerin hâlâ kulaklarımda çınlıyor: “İran, Irak, Suriye, Filistin ve Türkiyeli kadınlar, bir masada toplanmalı. Biz iyi anlarız birbirimizi.” Bir kadınlar k

Sevinç  Özgüner’e mektup
Paylaş
Sennur Sezer

Merhaba Sevinç Özgüner, Seni son kez bir kadın toplantısında görmüştüm. Barış üstüne konuşuyorduk, Ortadoğu barışı üstüne. Söylediklerin hâlâ kulaklarımda çınlıyor: “İran, Irak, Suriye, Filistin ve Türkiyeli kadınlar, bir masada toplanmalı. Biz iyi anlarız birbirimizi.” Bir kadınlar konferansıydı önerdiğin.
Ülkemiz de kan içindeydi, coğrafyamız da. Sesinde yakınma yoktu, bir gerçeği açıklamanın zorluğu yalnızca: “Her ölen bir parçamızı götürdü, çoktandır eski Sevinç değilim. İlk delikanlı vurulduğundan beri”.
Sesinin tınısını Şükran Kurdakul tanımlamıştı:
“Son defa nerede konuştu kimbilir/Elinde hangi kitap, hangi dergi vardı./İlk defa nerede konuştu kimbilir/Yüreğiyle Toroslu, sesiyle Adanalı.”
Şükran Kurdakul size yakışır bir şiir adı seçmişti: Sevinç’e Ağıt Yerine... İlk görüşünü hatırlamıyordu, “sürgünler, hapislikler” geçmişti aradan. Son görüşü de partili bir dostun cenazesindeydi kesinlikle. Şükran Ağabey, sizin son anınızı da düşlemişti:”Son defa ne düşündü kimbilir/Yuvarlanır giderken acıların bittiği yere.”
Ölüm “acıların bittiği yer” miydi? Kurdakul’un böyle düşünmesi içimi acıttı. Ne çok acıya katlanmıştı son yıllarda. Ben, kapıyı katillerinize açtığınızda yarı uykulu olduğunuzu düşünmüştüm. Oysa eşiniz Vecdi’nin -Emekçi Parti Genel Sekreteriydi- önüne siper olmanız bilinçliydi. Hiçbir şeyi alışkanlıkla yapanlardan değildiniz.
23 Mayıs 1980’de evinizin kapısını çalarak geldiler sizi ve eşinizi vurmaya. Saat üç buçuk falandı. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesiydiniz.
1927 yılında Tarsus’ta doğmuştunuz. Soyadınız Tanık’tı. 1946 yılında Tıp Fakültesi sınavını kazandınız. 1948’de İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneğine katılarak yöneticilik yaptınız. Üniversitenin paralı olmasına ve Kore’ye asker gönderilmesine karşı başlatılan kampanyalarla, Nâzım Hikmet’e özgürlük kampanyası sık sık tutuklanmanıza yol açtı.
1951’deki “tevkifat”ta iki yıl tutuklu kaldınız. Sizin işkence altında adınızı bile söylememeniz, bir efsane olarak bize kadar geldi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin sekizinci sömestre öğrencisiydiniz, kovuşturmanın kaybettirdiği zamanı telafi etmek için kaydınızı Diş Hekimliği Yüksek Okulu’na aldırdınız.
1980’li yılların başlangıcında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nde görev yaptığınız sırada, hızla büyüyen faşist terörün boy hedeflerinden biriydiniz.
Şimdi her yıl 14 Mart Tıp Haftası etkinlikleri çerçevesinde “Sevinç Özgüner İnsan Hakları, Barış Ve Demokrasi Ödülleri” kazananlarına veriliyor. Kimi zaman muayeneye getirilen hükümlüyü jandarma ve infaz koruma memurları önünde muayene etmeyi reddeden bir doktora, kimi zaman polisin öldürdüğü bir öğrencinin ailesine.
Ben salonda adınızın altında Vecdi Özgüner’in satırlarını görüyorum: “Karanlığın kurşunları Sevinç’i unutturamaz”. Sesini duyuyorum. Ortadoğu Kadınları Barış Konferansı’nın açış konuşmasını yapıyorsunuz.
Sizi ve barışı ne kadar özlediğimi anlıyorum.

ÖNCEKİ HABER

Psikopatın iyisi de olur...

SONRAKİ HABER

Demir Kubbe işe yaramıyor mu?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...