24 Eylül 2023 05:02

Dr. Tuğçe Erçetin: Muhalefet toplumun siyaseti etkileme gücünü hatırlamalı

“Tabii yan yanalıktan kastım sadece oy almak için, son iki seçimde olduğu gibi “utangaç” değil daha net olunması. Kürt sorunundan iktidarın kayyum politikalarına karşı bir duruşu da içermesi.”

Dr. Tuğçe Erçetin: Muhalefet toplumun siyaseti etkileme gücünü hatırlamalı

Fotoğraf: DHA

Yerel seçimlere doğru giderken, muhalefet cephesinin çok parçalı ve karmaşık görüntüsü sürüyor. Muhalefetin kapsayıcılık hedefliyorsa ortak dertlere somut çözümler önermesi gerektiğini belirten, İstanbul Bilgi Üniversitesinden Dr. Tuğçe Erçetin, “Çare toplumun demokratik kanallarla siyaseti etkileme gücünü hatırlamasıdır” dedi. Tuğçe Erçetin’in sorularımıza yanıtları şöyle:

Ana muhalefetin gündemi genel kurul. İl kongreleri büyük oranda ‘olaylı’ geçti. İyi Partinin de özellikle Ankara ve İstanbul belediyeleri için CHP Genel Kurulunu beklediği bir gerçek. Ancak diğer yandan yaptığı (örneğin İzmir) hamleler de özellikle CHP karşısında elini güçlendirmeye çalıştığının bir göstergesi. Daha detaylı örneklendirilebilecek bu karmaşık tabloya baktığınızda ‘kuşbakışı’ olarak neler söylenebilir?

Belki en temelini sorarak başlamak lazım. CHP çizgisi;  Kemal Kılıçdaroğlu’nun 14 Mayıs öncesinde kurduğu; muhafazakarlardan Kürtlere “hellalleşme-birlikte olma’ dilini muhafaza mı edecek? Yoksa 14 Mayıs sonrası giderek sağa kayan, devletin kırmızı çizgileriyle örtüşmeye başlayan noktaya geri mi çekilecek? Genel başkanlığın diğer adayı Özgür Özel’in açıkladığı tutum belgesinde, yaptığı söyleşilerde, Ekrem İmamoğlu’nun bir süredir yazdığı yazılarda “sol-emek” vurgusu giderek daha yoğun yer alıyor. Ancak bunun daha anlaşılabilir, kitlelere ulaştırılabilir yapıya kavuşması lazım. Tabii bu konudaki samimiyet de önemli.

Yani CHP’nin olası ittifakları konuşmaya başlamadan önce genel başkanını seçmesi, seçimlerdeki yenilginin ardından, toplumun taleplerini de dikkate alan yeni siyasi çizgisini ortaya koyması gerekiyor. İyi Parti ile ittifak konusu ise bana göre her geçen gün biraz daha zora giriyor. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in bir süredir ana merkezi CHP olan eleştirilerini görüyoruz. Hatta iktidardan çok CHP’yi konu edinmesi başka tartışmaları da gündeme taşıyor. Partinin kimi yöneticileri medyaya yansıyan şekilde “Biz elbette tek adam rejimine karşıyız, kendi bakış açımızla halka kendimizi anlatmak, ülkedeki yeniliği başlatmak istiyoruz” deseler de siyasal sistem ittifakları zorluyor.

Önümüzdeki yerel seçimlerde iktidarın başta İstanbul büyükşehirlere yoğunlaşacağı belli. İyi Parti İzmir’de aynı zamanda partinin İzmir Milletvekili Ümit Özlale’yi aday olarak açıkladı. Açıklama sırasında Akşener “Adayları kazanırsa İzmir’i kokudan kurtaracaklarını” söyledi. Yani CHP’li başkanın ‘Yapamadığını ileri sürdüğünü’ yapacaklarını. Elbette siyaset sürprizlere açıktır ama “İzmir’in kokusu” tanımı İstanbul ve Ankara’yı da kapsar, bir arada olmayı zorlaştırır. İktidarın “CHP’li belediyelerin başarısız olduğunu söyleyeceği” metne-konuşmalara, eğer İstanbul ya da Ankara’da İyi Parti ile CHP ortak aday çıkartırsa içeriden bir eleştiri olarak bu kullanılacaktır.

CHP 5 Kasım sonrası ortaya çıkacak tablo ile olasılıklara bakacaktır. Ama Kemal Kılıçdaroğlu kazanırsa ya da Özel seçilirse elbette farklı olasılıklar gündeme gelir. Yerel seçimlerde TİP de Yeşil Sol’da özellikle büyükşehirlerde CHP için yan yana durulduğu takdirde seçimi kazanma noktasında önemli katkı sağlar. Tabii yan yanalıktan kastım sadece oy almak için, son iki seçimde olduğu gibi “utangaç” değil daha net olunması. Kürt sorunundan iktidarın kayyum politikalarına karşı bir duruşu da içermesi. 28 Mayıs sonrası büyük bir şok yaşayan muhalefet seçmeninin sandıklara gitmesi de önemli. Şu ana kadar muhalefet partilerinin iç kavgaları ve birbirlerini suçlamaları seçmeni iyice siyasetten uzaklaştırdı. Bunu da düşünüp yeniden motivasyonu sağlamak da işleri arasında olacaktır. Yoksa martta katılım az olur. Başta İstanbul, Ankara muhalefetin çok adayla gideceği seçimler 1994’ün benzeri olabilir.   

MUHALEFET SOMUT ÖNERİLER ORTAYA KOYMALI

Yerel seçimlere giderken yapılan tartışmalar ortadaki bir pastanın nasıl dilimleneceğini anımsatıyor. Başkanlıklar, belediye meclisleri pay ediliyor. Yerel politikalar, belediyecilik, halkın yararına yerel yönetim tartışması zaten yok. Bu gürültüye karşı ne yapmalı?

Adaletli bir şekilde paylaşılması gereken en önemli konu gelir. Türkiye’de ekonomi anlamında adeta yoksullaştırma ve sonra yoksulluğu yönetme politikaları uygulanıyor. Servet transferi yapılıyor. Milyonlarca çocuğun beslenme sorunu yaşadığı bir ülkede siyasette makam-koltuk tartışmak nereden bakarsanız sorunlu. Her gürültüyü bastırması gereken bir sorun yoksulluk. Ülkede hukuktan gelir eşitsizliğine yaşanan sorunları parçalara ayırarak değil bir bütün olarak ele almalısınız. İstanbul, İzmir’i konuşurken Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki kayyum hukuksuzluğunu konuşmazsanız, Merkez Bankasının her ay yayımladığı faiz oranları bir öğün yemek sıkıntısı yaşayanlar kadar ilgi çekmezse, AİHM kararına rağmen hapisteki siyasetçiler günlük siyaset dedikodularından daha az gündemse sorun var demektir. Çare toplumun demokratik kanallarla siyaseti etkileme gücünü hatırlamasıdır. Sandığa küsmek, siyasete ilgisini kaybetmek, ülkenin yarınlarına küsmek anlamına da gelir. Yerel seçimlerde yeni bir tartışma başlatılmak isteniyor veya 2019’da hedefe konulanlar için süreklilik bekleniyor ise kapsayıcılık, halkın katılımı, bir arada yaşam, sağduyu ve ortak dertlerin ortak çözümleri somut bir şekilde yansıtılmalı.

‘ALANIN DARALTILDIĞI VE KORKUTULDUĞU SİSTEMİ BİLMELİYİZ’

TÜRKİYE’de aslında iktidarın ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ni halkın önüne koyarken en temel gerekçesi bu sistemle koalisyonlara son verileceği iddiasıydı. Ancak şimdi neredeyse birbirine göbekten bağlı partiler var. Ve sistem partileri içindeki çıkar odaklarının sert ‘kapışmalarına’ sahne oluyor. Bu durum koalisyonlara mahkumiyetle mi oldu, yoksa bunu ayyuka çıkaran şey daha mı derinlerde?

İktidar Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini; halkın daha önceki dönemlerde koalisyonlara bağlı istikrarsızlık, bunun sonucunda oluşan kaos dönemlerinin mağduriyetlerini hatırlatarak kabul ettirdi. Referandum sürecinde müesses nizam ve seçkin karşıtlığı çerçevesinde, ekonomiden insan haklarına bir dizi olumlu gelişme yaşanacağı, “Ver yetkiyi gör etkiyi” sloganıyla vadedildi. İktidar müesses nizam temsilcilerinin halkın dertlerini unuttuklarını vurgulayarak koalisyonlarla daha çok istikrarsızlığın meydana geldiğini ve bunun yükünü halkın çektiğini popülist bir söylemle aktardı. Yani geçmiş “istikrarsız ve kaos” günlerine dönmemek için halkın duygularına yaşanmış kriz ve potansiyel belirsizlikler aracılığıyla başvurarak bu sistem meşru kılınmaya çalışıldı. Yeni sistemde halk tarafından seçilen kişinin hükümet kurması kolektif hafızadan hatırlatılan “karmaşıklığa veya istikrarsızlığa” bir çözüm olarak sunuldu ve en önemlisi halkın iradesi ile öne çıkarıldı. Ancak 2017’den bugüne yaşanan süreçte AKP; başta MHP destekçileriyle birlikte kendi müesses nizamını yarattı. Son dönemde bir ayağı iktidarda bir dönem önemli görevler almış isimlere, hatta yüksek yargıdaki kimi yerlere uzandığına dair haberler çıkan Ayhan Bora Kaplan vakası ‘Kurumların da yok edildiğinin tartışıldığı sistemde’ önemli bir örnek. İçişlerinden ekonomiye değişiklikler yapılarak “Makula dönülmeye çalışıldığı” izlenimi verilme çabası var. Ama sistemin tamamı değişmeden isimlerle ya da seçime odaklı hesapla bir noktaya varılması mümkün değil. Bütün bunları beraber düşündüğümüzde sizin bahsetmiş olduğunuz sorun derinleşiyor. Son seçimlerde de gördük ki siyasi partilerden daha önde ittifak tartışmaları söz konusu, çünkü Türkiye’nin sistemi ile muhalefetin güçlü bir iktidara karşı etkin olabilmesi ittifakla mümkün olabiliyor. Birbirinden farklı partileri bir araya getiren bu yöntemin sonucunda birbiriyle aynı masaya “Oturmak zorunda kalmış” partiler seçim sonrası birbirleriyle uzlaşmacı tavrını bırakıp birbirlerine karşı daha agresif söylemlere geçiş yaptı. Bu durum eşit, kapsayıcı ve adil olmayan hamlelerin muhalefete yansımasıyla derinleşti. Muhalefetin nerede hata yaptığını ve bugünkü dağınıklığa gelinmesindeki sorumluluklarını uzunca konuşabiliriz, fakat muhalefet partilerinin, sivil toplumun, medyanın, akademinin, sokağın… alanının daraltıldığı ve korkutulduğu süreci/sistemi öncelikle bilmeliyiz.

Evrensel'i Takip Et