31 Ekim 2022 19:42

DİSK’ten “İşçilerin yüzüncü yıl bildirgesi”

DİSK Yönetim Kurulu Cumhuriyetin 99. yılında “İşçilerin yüzüncü yıl bildirgesi: Emeğin Türkiye’si için demokratik ve sosyal cumhuriyet” diyerek Beşiktaş’taki DİSK Genel Merkezinde bildirge yayımladı.

DİSK’ten “İşçilerin yüzüncü yıl bildirgesi”

Fotoğraf:Murat Uysal/Evrensel

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Yönetim Kurulu Cumhuriyetin 99. yılında “İşçilerin yüzüncü yıl bildirgesi: Emeğin Türkiye’si için demokratik ve sosyal cumhuriyet” diyerek Beşiktaş’taki DİSK Genel Merkezinde bildirge yayımladı.

Düzenlenen basın toplantısında DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu bildirgeden pasajlar okudu. Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğunu ve işçilerin olmadığı bir cumhuriyetin olamayacağını söyleyerek, “Unutulmamalıdır ki hem nüfus olarak nüfusun çoğunluğu olan hem de ülkenin değer ve güzelliklerini üreten milyonların söz sahibi olmadığı bir cumhuriyet ismiyle çelişecektir. Yani işçi sınıfı olmadan cumhuriyet olmaz diyoruz. Bugün Cumhuriyet, önümüzdeki yüzyılda ancak ve ancak Emeğin Türkiye’si olarak var olabilecektir. İnsanca yaşayabilmek ve geleceğe umutla bakabilmek için neoliberalizmin ve otoriter rejimin tahribatlarını ortadan kaldıracak ve harcında eşitlik, özgürlük, demokrasi, sosyal ve ekonomik haklar olan emeğin dünyasını ve Emeğin Türkiye’sini kurmak zorunludur ve mümkündür diyoruz” dedi.

“NASIL BİR CUMHURİYET İSTEDİĞİMİZE KARAR VERECEĞİZ”

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaştığına dikkat çeken Çerkezoğlu, “Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin belki de kader anında ülkemizi hangi cumhurbaşkanının yöneteceğine, hangi parti veya partilerin iktidara geleceğine dair hep beraber elbette bir karar vereceğiz. Ama sadece bir aday, bir parti tercihi yapmayacağız. AKP’nin kökleştirdiği neoliberal dönüşümün bir sonucu olarak işçilerin, emekçilerin, yoksulların, gençlerin, kadınların, halkımızın geniş kesimlerinin siyasetten dışlanmasına, tüm ifade ve katılım kanallarının kapatılmasına, siyasetin demokratik zeminlerden uzaklaşmasına karşı bir yanıt üreteceğiz. Yani sadece nasıl bir cumhurbaşkanı istediğimize değil nasıl bir cumhuriyet istediğimize karar vereceğiz” diye konuştu.

DİSK’in “İşçilerin yüzüncü yıl bildirgesi: Emeğin Türkiye’si için demokratik ve sosyal cumhuriyet” başlığıyla yayımladığı bildirgede öne çıkanlar şöyle:

Cumhuriyet'i halk egemenliğiyle güçlendirmek ve geleceğe taşımak için Cumhuriyet'in tüm dayanaklarını ortadan kaldıran egemen politikayı doğru anlamak gerekmekte:

  • Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu bir yönetim biçimi olarak tarif edilen Cumhuriyet ile otokrasi ve tek adam yönetimi bağdaşmaz.
  • Toplumun yüzde 1'inin, toplumun yüzde 99'unun üzerindeki egemenliğine dayalı bir rejim ile Cumhuriyet taban tabana çelişir.
  • Toplumun büyük çoğunluğu işçilerden oluşurken sermayenin egemenliğini esas alan bir düzen ile Cumhuriyet fikri uyuşmaz.
  • Toplumun yarısını oluşturan kadınların toplumsal yaşamın her alanındaki eşitliğini kabul etmeyen, edemeyen bir anlayış ile Cumhuriyet fikri bağdaşmaz. 

SERMAYE DARBESİNİN TAHRİBATI

Bugün tüm dünyada demokratik kazanımların gerileyerek otoriter, baskıcı, ayrımcı, ırkçı, cinsiyetçi iktidarların yükselişini görüyoruz. Her yerde ve her tarihsel dönemde sendikalar başta olmak üzere emeğin örgütlü gücü zayıfladıkça, işçi sınıfının toplumsal ve siyasi gücü geriletildikçe, genel olarak halkın örgütlülüğü engellendikçe demokrasi de gerilemiştir. Türkiye bu gerilemenin en çarpıcı ve hızlı yaşandığı ülkelerden biridir. Emeği, çevreyi ve kamu yararını esas alan politikalar zayıfladıkça Cumhuriyet fikrine yabancı, demokrasi ve insan haklarına düşman, köktenci, ayrımcı ve baskıcı siyasal akımlar güçlenmektedir.

Ülkemizde de toplumun yüzde 99'unun kendi geleceği, ülkenin geleceği, neyi üreteceği, nasıl üreteceği ve nasıl bölüşeceği üzerinde söz ve karar hakkının olmadığı bir düzeni inşa edenler Cumhuriyet'in içinin boşaltılmasının sorumlularıdır.

Özellikle 1980'deki 24 Ocak kararları ve bu kararların toplumsal tepki olmadan uygulanmasını mümkün kılan 12 Eylül askeri darbesi ile başlayan iktisadi açıdan liberal, siyasal açıdan otoriter ve baskıcı rejim giderek kurumsallaştı. İşçi sınıfı örgütlerinin dağıtıldığı, etkisizleştirildiği; halkın hakkını arayıp soracağı tüm demokratik kanalların ortadan kaldırıldığı darbe koşullarında bugünkü rejimin yol haritası çizildi.

Geleneksel baskıcı yöntemlerin yanı sıra askeri darbe ile önü açılan neoliberal politikalar bugüne kadar neredeyse kesintisiz sürdü. Öncelikle ülke içindeki üretimin amacı bu ülke halkının ihtiyaçları olarak değil ihracat olarak tarif edildi. "Emeği ucuzlatarak rekabet gücü kazanmak” ihracatı artırmanın en kolay yolu olarak belirlendi. Üretimin iç pazar ihtiyaçlarından koparılması, satın alma gücüyle desteklenmiş iç talebin önemini azalttı ve emek gücünün sadece "maliyet kalemi” olarak görülmesine yol açtı. Emeği değersizleştirmeye yönelik politikalar sürekli hale geldi.

12 Eylül ile başlayan bu tahribat AKP döneminde Cumhuriyet'in tüm hukuksal kazanımlarının yok edildiği otoriter bir rejim altında perçinlendi. 1961 Anayasası'ndan beri temel bir ilke olarak Anayasa'da yer alan demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkesi AKP döneminde hem demokrasi, hem laiklik, hem de sosyal ve hukuksal yönüyle tahrip edildi.

Emeğin sadece hakları değil yarattığı tüm birikimler de heba edildi. Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana yaratılan ekonomik değerler, yoksul kentlerin istihdamına destek veren, halkın alım gücüne uygun üretim yapan tesisler, işletmeler tek tek satıldı. Özelleştirmeler ile Türkiye'nin kamusal birikimi yok edildi. Halkın çoğunluğu yoksullaşırken iktidar zenginleri yaratıldı. Kamu ekonomisi özelleştirildi ve kamu hizmetleri ticarileştirildi. Özelleştirmelerin yüzde 80'i AKP döneminde gerçekleştirildi; yani emeğin, halkın birikimine en büyük darbe bu dönemde vuruldu.

İşçi sınıfının kazanımları saldırıya uğradı; sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim alanları başta olmak üzere sosyal haklar zayıflatıldı, kısmen paralı hale getirildi, metalaştırıldı. Çalışma hayatında güvencesizlik arttı. Esneklik uygulamaları ile işçi sınıfının kazanımları ve iş hukukunun temelini oluşturan koruyucu düzenlemeler zayıflatıldı. Çalışma yaşamı sadece güvencesiz değil, güvenliksiz bir hal aldı. Çalışırken ölüm, iş cinayetleri muazzam bilimsel ve teknik gelişmeye rağmen azalmak bir yana, arttı; dini değerler bile çarpıtılarak "kader” olarak sunuldu. Mezarda emekliliği dayatan, vergi dilimleri ile gelirimizi azaltan, kıdem tazminatına göz koyan politikaları yaşama geçirmek için olağanüstü çabalar harcandı.

YIKIMIN HEDEFİ: ÖRGÜTSÜZ BİR İŞÇİ SINIFI ve ÖRGÜTSÜZ BİR HALK YARATMAK

Özellikle 1980 askeri darbesiyle başlayan dönemde sendikal haklar ağır baskılarla yüz yüze kaldı. Sendikal haklar hem yasal düzeyde hem uygulamada aşındı. Bunun sonucunda sendikalaşma ve toplu pazarlık kapsamı ciddi biçimde zayıfladı. Sonuçta bugün Türkiye işçi sınıfının yüzde 90'dan fazlası sendikal korumadan yoksun kaldı. İşçi sınıfı, temel haklarını ve demokratik kazanımlarını talep etme konusunda baskı altına alındı. Neoliberal örgütsüzleştirme saldırısı özellikle AKP döneminde hız kazandı ve Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu'nun (ITUC) Küresel İşçi Hakları Endeksi'nde ülkemiz dünyada işçilerin haklarının en kötü olduğu 10 ülke arasına girdi. Bugün 14 milyonu aşan sayıda işçi, yani kayıtlı işçilerin yüzde 90'ı herhangi bir sendikal korumaya sahip değil. Sayısı 15 milyonu aşan işçilerin yüzde 92'si ise toplu iş sözleşmesi hakkı başta olmak üzere sendikal haklarını kullanamıyor.

GREVLERİ YASAKLAYANLARDAN İŞÇİYE DOST OLMAZ

Grev hakkı devlet tarafından yasaklama ve ertelemelerle sistematik biçimde ihlal edilerek kullanılamaz hale getirildi. Yine AKP iktidarı döneminde neredeyse tüm grevler hukuksuz bir şekilde erteleme adı altında yasaklandı. Üstelik ülkemizin Cumhurbaşkanı Anayasal bir hak olan grevleri yasaklamayı yerli ve yabancı sermaye temsilcilerine canlı yayınlarda övünerek anlattı, onlardan alkış aldı. Sadece grev hakkının değil salon toplantılarından yürüyüşlere, imza toplamaktan mahkemede hakkını savunmaya kadar her türlü demokratik hak arayışının keyfi biçimde kısıtlandığı ve engellendiği bir ülke, sermayenin bu coşkulu alkışları arasında adım adım inşa edildi.

SADAKA DEĞİL EMEĞİMİZİN KARŞILIĞINI İSTİYORUZ!

Bu ortam içinde gelir eşitsizliği artarken, ortalama ücretler asgari ücret düzeyine yaklaşmaya başladı. Ağır vergi yükü işçilerin gelirlerini aşındırdı. Bunlara kamusal hakların giderek paralı hale gelmesi eklenince emekçilerin geçim şartları olağanüstü zorlaştı; satın alma gücü düştü ve yoksullaşma arttı. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak işçi sınıfı ve emekçiler finansal araçlar yoluyla daha fazla borçlandırıldı. İktidar yoksullaştırdığı halkı ve işçi sınıfını, bir yandan borçlandırarak bir yandan da "sosyal yardım” bağımlılığı üzerinden yönetmeye başladı. Sosyal yardıma muhtaç insan sayısı her geçen gün arttı, sosyal yardımlar iktidar partilerine yakınlığa göre dağıtıldı.

DEMOKRASİ İŞÇİNİN EKMEĞİDİR

Türkiye hızla ihracata odaklı bir ekonomiye yönelirken, emeğin ucuzlatılması, nüfusun çoğunluğunu oluşturan emekçilerin hakkını arayıp sormasının engellenmesi ancak otoriter bir yönetim ile mümkündü. İşçileşmiş ama uysal bir toplum isteyen sermaye örgütlerinin aktif veya pasif desteğiyle ülkemizde demokrasinin tüm kırıntıları adım adım tahrip edildi. Geçmişte de kalıcılık kazanamayan demokratik haklar bir bir ortadan kaldırıldı. Laikliğin ortadan kaldırılmasına yönelik hızlı adımlar ile işçi sınıfının tepkilerinin önlenmesi ve iktidara boyun eğmesi hedeflendi. İşçi sınıfının birliğinden korkulduğu için ayrımcı politikalar, böl-parçala-yönet politikaları, kutuplaştırıcı nefret söylemleri ivme kazandı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kurumsallaştırılarak, kadınlar bir yandan ucuz ve güvencesiz istihdama veya işsizliğe mahkum edildi. Ailede, toplumda, yaşamın her alanında eşit ve bağımsız görülmeyen kadınlar, diğer yandan da devletin çekildiği tüm "sosyal” görevleri omuzlamak zorunda kalarak hane içi görünmez emeğin artmasıyla yüz yüze kaldı. Tüm bu yaşananların bir sonucu olarak kadına yönelik şiddet giderek tırmandı.

DEMOKRASİ KRİZİ… GELİR DAĞILIMI KRİZİ… CUMHURİYET'İN KRİZİ…

Yüzde 99'un dışlanarak yüzde 1'in sınırsız ve sorumsuz egemenliğine dayalı bir sistem kurma çabaları en sonunda mantıki sonucuna ulaştı ve otoriter bir başkanlık rejimi ülkemize getirildi. Türkiye ağır bir demokrasi krizi içine girdi. Kuvvetler ayrılığı ortadan kalktı, tüm kuvvet tek kişide toplandı, denge ve denetleme mekanizmaları işlemez oldu. Yargı, bağımsızlığını tamamen yitirdi; uluslararası antlaşmalar bir kenara atıldı. Seçme ve seçilme hakkına dahi el uzatıldı. Özetle "yüzde 1'in egemenliği” tek kişide cisimleşti.

YOL AYRIMI: YA TEK ADAM REJİMİ ve SERMAYE EGEMENLİĞİ YA DA DEMOKRATİK ve SOSYAL CUMHURİYET

Hem nicel olarak nüfusun çoğunluğu olan hem de ülkenin tüm değer ve güzelliklerini üreten milyonların söz sahibi olmadığı bir Cumhuriyet, ismiyle çelişecektir. Kısacası işçi sınıfı olmadan Cumhuriyet olmaz. Emek olmadan, halk olmadan çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü temellere dayalı gerçek bir demokrasi olmadan Cumhuriyet olmaz. Cumhuriyet ikinci yüzyıla ancak başta örgütlü işçi sınıfı olmak üzere halk egemenliği ile taşınabilir.

Bugün Cumhuriyet önümüzdeki yüzyılda ancak ve ancak Emeğin Türkiye'si olarak var olabilecektir. İnsanca yaşayabilmek ve geleceğe umutla bakabilmek için neoliberalizmin ve otoriter rejimin tahribatlarını ortadan kaldıracak ve harcında eşitlik, özgürlük, demokrasi, sosyal ve ekonomik haklar olacak emeğin dünyasını ve Türkiye'sini inşa etmek mümkün ve zorunludur.

DEMOKRATİK VE SOSYAL CUMHURİYET ÖRGÜTLÜ İŞÇİ SINIFIYLA MÜMKÜN

Cumhuriyet'in yüzüncü yılı için belirlediğimiz bu hedefler ilk bakışta gerçekleşmesi zor hedefler olarak görülebilir. Çünkü toplumun yüzde 1'i, bizlere, biz toplumun üreten çoğunluğuna tüm bunları gerçekleştirmenin hayal olduğunu söylüyor. Sermaye egemenliğindeki bir dünyayı ve Türkiye'yi akılcı bir seçenek olarak dayatıyor.

"Başka bir alternatif yok” sloganıyla palazlanan neoliberal aklın ülkemizi ve dünyayı getirdiği nokta ortada. Artan eşitsizlikler, savaşlar, yıkımlar, göçler, yağmalanan bir dünya ve sermayenin kâr hırsıyla yok oluşa sürüklenen bir gezegen haline geldik.

Toplumun yüzde 99'u için iyi olan her şey "ütopya” olarak küçümsendi. Dünyanın, ülkenin ve düzenin değiştirilemez olduğuna dair yalanlar söylendi. Bu yalanların etkili olmasının tek koşulu bizim bölünmüşlüğümüz, bizim örgütsüzlülüğümüz. Bu nedenle emeğin Türkiye'si ve dünyası için, demokratik ve sosyal bir Cumhuriyet için mutlaka ve mutlaka örgütlenmeliyiz.(İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)

Evrensel'i Takip Et