19 Şubat 2022 22:45

Ken Loach pedagojisi ve işçi sınıfının tarih yazımı

Oya Yağcı, Ken Loach sinemasının pedagojisi üzerine yazdı.

Fotoğraf: Bruno Chatelin/Flickr

Paylaş

Oya YAĞCI

“Bildiğim tek doğa yasası, insanların eninde sonunda direnecekleridir. Kolları sıvayıp “Artık yeter!” derler.” K.Loach

Çok uluslu kapitalizme taşeronluk dışında işlevi kalmayan ulus devlet, şirketler lehine toplumu gözden çıkarırken Loach’un hatırlattığı yasayı umursamaz görünüyor. Oysa yıktığı toplumun üzerinde ıslık çalarak rahatlıkla dolaşamayacağının da farkında. Son bir ay içinde Trendyol, Migros, Yemeksepeti başta olmak üzere, tekstilden, liman işçiliğine hızla yayılan direnişe tanıklık ediyoruz. Ve direnişin yükselen sesine sesimizi kattığımızda uçurumun derinliği karşısında cesaretimiz artıyor. Atlamaktan ziyade hak edeni asıl yerine yuvarlamak için. O halde sesi bedene kavuşturma vaktidir.

Tam da şimdi, dayanışmanın mumunu hiç söndürmeyen ve birlikte yakabileceğimiz büyük ateşin potansiyelini bize hep hatırlatan Ken Loach’a selam verelim ve hiçbir şeyi olmayan ve her şeyi istemeye hakkı olan direnişçilere katılalım.

AKLIN KÖTÜMSERLİĞİ, İRADENİN İYİMSERLİĞİ…

Gramsci’den bildiğimizi Loach’dan izleyelim o zaman.

“Ken Loach sinemasının alametifarikası nedir?​” diye sorulduğunda aklıma ilk gelendir bu söz. Kısa erimde iyimser olamayacağımızı kabul eder Loach. Yine de şimdinin dışlayıcı şiddetinden payına uçurum hikayeleri düşenlerin, koşulları tersine çevirmek için kendilerinden başka güvenecekleri bir güç olmadığını görüp harekete geçeceklerini de bıkmadan tekrarlar. Tüm filmlerini açık erişime sunan, her zaman “biz” diyen ve sinemayı etikle buluşturma kaygısını terk etmeyen; Auteur, Troçkist, Marksist olmanın ötesinde ezilenlerin sineması için ezilenlerle birlikte düşünen, duyumsayan biri olarak, sinema ve sınıfın tarihinde ayrıksı bir ize sahiptir. Filmlerini sadece sinema izleyicisi olarak değil, gırtlağına çökülmüş ve plebleşmeye zorlanan sınıfın mensubu olarak izlemeyen var mı? Şimdi Ken Loach’un ve öfkenin zamanıdır o halde.

KARŞI KURMACANIN NASILINA DAİR…

Ken Loach üniversite yıllarında edindiği tiyatro tecrübesiyle ve BBC için Tony Garnett’le birlikte yaptığı TV projelerinde, neyin piyasaya bırakılamayacağını ve seyircinin koltuk sayısı ya da izlenme oranı sınırında tutulacak şekilsiz bir yığın olmadığı gerçeğini aklından ve gündeminden düşürmeyen inatçı bir yapıya sahiptir. Sinemanın birlikte öğrenme işlevini önemseyen yönetmen, Brecht’in epik biçiminden kopsa da Brecht pedagojisinin işlevini klasik anlatı formunda etik bir sorumluluk olarak üstlenir. Loach sinemasının karakteristiği anlaşılır olmaktır. Karakterleri seyircinin kavrayışından uzak tutmayacak ama yakınlığı da ihlal etmeyecek bir mesafeye yerleştirir (orta plan çekimler). Aksanlı konuşma ve konuşmanın ritminden yansıyan sınıfsal karakter bir seçimdir. Yerel mekanın dokusunu yansıtan ayrıntıcı bakış, gerçek mekanlar, oyuncu olmayan ve çelişkiyi yaşayan gerçek insanlar (Örgütleyici roller için oyuncu kullanır), ayrıntılı tematik imgeler, mekan ışığı… İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin sinemaya kazandırdıklarını sahiplenen bir sinematografidir Loach’un sinematografisi.

KİŞİSEL OLAN POLİTİKTİR! ÇÜNKÜ…

Klasik anlatı yapısı, hem ana akım gişe sinemasının hem de Toplumcu Gerçekçilik’in niyetlerinin ötesine taşınır. Bu nedenledir ki Loach, lineer tarih anlayışı ve estetik telafiye dayalı bu anlatı formunun devrimci bir sinema ile ne derece örtüşeceği sorusuyla da sık sık karşılaşır. Sinemanın işlevselliğini (Ne işe yarayabilir?), sınıf bilinci kazanmanın pratiğinde ve sınıfın potansiyelinde arayan ama ders vermekten, idealizasyondan, bilinçaltına çalışmaktan kaçınan bir açık uçlulukta arar. Loach’un filmlerinde mutlu son çok nadir, geçici ve kırılgandır. Yıkım gündelik hayatın içinden ve karakterin çıkışsızlığından doğar. Karakter hiçbir zaman toplumsal-tarihsel- nesnel koşulların dışında ve ötesinde değildir; seçimi elinden alınmıştır. Sınıf, karşı ya da minör kahramandır; nesnel, kronolojik ilerlemeci zamanın (ataerkil, sınıflı ve kapitalist tarih) yıkarak tarih dışı bıraktığı, yetenek, zeka, üretkenlik ve insani hiçbir potansiyeli ile değer görmeyen karakterlerdir hikayenin merkezine oturtulanlar.

Kapitalist zaman anlayışının belirleyiciliği içinde çözümsüz bırakılan, aynılığın içinde eritilmek istenen sınıfın bir sureti ve yaşamasına izin verilmeyen bir zamansallığı vardır. Zamansallık böylece Loach anlatısında iç içe geçer. İşçi sınıfı, şimdinin şiddeti içinde çıkışsız bırakılarak hiçbir şeyliğe itilen ama sahip olduğu gücü ve potansiyeli örgütlediğinde tarihi dönüştürecek olandır. Şimdide olmayan gelecekte de kendiliğinden gerçekleşmeyecektir. Hollywoodvari bir mutlu son yoktur Loach’un filmlerinde, organize olmak ve dayanışma içinde sahip olduğu insani gücü diğerine açmak vardır. Meleklerin Payı (2012) sistemin rasyonel körlüğü içinde görünür olmayana şans veren küçük bir müdahalenin yıkıcı zamansallığı nasıl kesintiye uğratarak karşı potansiyeli harekete geçirdiğini hatırlatır bize. Ya da ”Riff Raff (Ayak Takımı-1991)” ve “Raining Stones (Yağan Taşlar-1993)” iş birlikçi sosyal devletin, mafyanın, erişilmez elit yaşamların dışına süpürülenin zekasını, humorunu, yeteneğini örgütleyen mantığı düşünmemizi sağlar. “I, Daniel Blake (2016)” enerjileri, yetenekleri ve hayal güçleri değerlendirilmeyen işsizleri, neomuhafazakarlığın vahşeti karşısında çözümsüz bırakılanı ve insan haysiyetine karşı kurgulanmış bürokratik şirket dilini ifşa eder. “Kes (Kerkenez-1969)”, “It’s a Free World (Özgür Bir Dünya-2007)”, “Bread And Roses (Ekmek ve Güller-2000)”, “Sorry We Missed You (Üzgünüz Size Ulaşamadık-2019)” ve aslında hemen tüm filmlerinde şirketleşen bakışın tembel, asalak, beceriksiz, hırsız, alkolik ve aynı yüze sahip olmakla suçlu çıkardığı, düşmanlaştırdığı emekçileri, sırrı dökülmüş aynadan taşan bir var oluş savaşı içinde konumlandırır. Adaletsiz bir yaşamın içinde var olmaya çalışan, sevişen, aşık olan, isteyen ve her gün değişen kurallarla savaşmak zorunda bırakılan, etiyle kanıyla çelişkisiyle tüm kırılganlığı içinde insandır Loach’ın karşı kahramanları. Kendisi henüz karşı olmasa da sömürenin kabusudur ve kabusu haklı çıkaracak olandır. Kes’in çizgi roman kahramanı Umarsız Dan Amca gibi güçlü ama rakibinin seçtiği alanda savaşa zorlanan ve ayaklarının altına görünmez yağ fışkırtan bir düşman karşısında yenilgiye mahkum bırakılandır. Hileyi kavrayan Dan Amca gibi hileciyi tarihin uçurumuna yuvarlayacak olandır.

Ken Loach iyimser ya da karamsar değildir. Şimdiyi devrimcileştirmenin yolunu arar. Seyirciyi dışta bırakan kapalı dünyalar ve telafi çözümler sunmaz, kolektifin hayal gücüne ve bir arada olma iradesine açar yolu.

14 Ağustos 2021 tarihinde İngiliz İşçi Partisinden ihraç edildiğini duyuran Loach’un cümlesiyle: “Biz çokuz, onlar az. Dayanışmayla…”[1]

[1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-58215782

ÖNCEKİ HABER

Bakan Bilgin, Migros işçilerinin şikayetleriyle ilgili soruşturma başlatıldığını açıkladı

SONRAKİ HABER

Muğla’da Tuzabat halkı madene karşı açtığı davayı kazandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...