Allah kimsenin normalliğine zeval vermesin!
Ailesinin onu “aman başına bir şey gelmesin” diyerek yanına okumaya gönderdikleri dayısının şefkatinden değil ama şehvetinden fazlasıyla nasiplenen Seher (Nilay Erdönmez), karnındaki “yükten” kurtulacağı son günleri geçirmek için fakültesi ve ailesinden uzaklaşarak “kadın başına” otobüs hostesliği yapmaya başlar. Nihat’la Seher’in yollarının kesişeceğini anlamışsınızdır. Altın Koza’da Pelin Esmer’e En İyi Yönetmen, Nilay Erdönmez’e En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini kazandıran Gözetleme Kulesi dün vizyona girdi. Seher rolü için on kilo alan Nilay Erdönmez unutulmaz bir doğum sahnesi kazıyacak izleyenlerin zihnine. Sonra tabii normal normal yaşamlarımıza geri döneceğiz... (İstanbul/EVRENSEL)
Seher taşrada öğrencilik yapan genç bir kadın. Bir başka taşra kasabasında, yalnız başına sırrını saklamak gibi büyük metanet isteyen bir tercihte bulunuyor. Sinemada karşılaşmaya alışkın olmadığımız bir karakter. Onun dünyasına nasıl girdin ve sana neler düşündürttü?
Seher gibi çok zor bir durumda kalan, kendi varlığının peşinde koşan -kadın ya da erkek- herkesin her şeyi yapabileceğini düşünüyorum. İnsanın içinden, cinsiyetinden bağımsız olarak beklemediğin bir güç çıkabilir. Benim işim, böyle bir kızın bu durumda nasıl buna cesaret edebileceğinin cevaplarını bulup altını doldurmaktı. Kızın kaçıp bir yerlere saklanması, kendi mücadelesini vermesi çok da imkânsız değil, en fazla babası çeker vururdu. Ölecekse de zaten kaybedecek bir şey yok. Çekip gidebilirsin yani, bir anlık bir karar bazen.
Filmin düşündürttüğü en önemli meselelerden biri, kadın için hiçbir yerin güvenli olmadığı. Ne evi, ne okulu, ne hosteslik yaptığı otobüs, ne dayısının evi...
En güvende hissettiği yer kule olabilir...
O da çok acayip değil mi, Allahın unuttuğu yerde tanımadığı bir adamın yanında kendini daha güvende hissetmesi?
Filmde olmayan fragmanda olan bir sahne vardı. “Korkmuyor musun?” diyor. İnsan kendini güvensiz hissettiğinde korkar. Tosya’da ormanın içinde kalıyorduk. Köylüler anlatıyordu, amcalar teyzeler, “ayı gelince yere yatıp ölü taklidi yapacaksın” diyorlardı. Ayı bir iki dokunup gerçekten bir şey yapmıyormuş. Hayal ediyordum ben de, ayı geliyor falan, imkânsız bir şey. Doğanın içinde zarar verebilecek çok şey var ama insanın insana yapabileceklerinden fazla değil. Güvensizlik ruhumuza işlemiş. Ben de çok kontrol ederim önce, güvende miyim diye.
EN ÇOK KAPALI TOPLUMDAN KORKACAKSIN
Bir kadın için bu tedirginlik çok daha fazla değil mi?
Çok doğal. Küçükken “sokağa çıkarsan şunu yapma, yabancı biri verirse yeme”... Kız çocuğusun ya, senin daha çok korunman gerekiyor. Korunması gereken, sonra kocasına teslim edilecek bir emanet...
Güvensizlik evin dışında aranır genelde. Ama ensest diye bir şey de va; ev en güvenilmeyecek yer olabiliyor. Üstelik bu gerçeği paylaştığı annesi tarafından da sahip çıkılmıyor Seher’e…
O kutsal aile mantığı zedeleneceği için bir annenin çıkıp bunu söyleyebilmesi ekstrem bir durum. Bizde “Kol kırılır yen içinde kalır”, “Kan kusarsın kızılcık şerbeti içtim dersin” mantığı var. “İnsanlar ne der” bizde çok olduğu için… “Kalamazsın evde” deyince kız da diyor ya, “Ne derler, orospu mu derler”. “O ne der”, bu ne der’le hayat geçmiyor. O zaman içsin 20-30 tane hap, gebertsin kendini. “O ne der” bir şey kalmamış ki hayatında.
Namusla yatıp namusla kalkan bir toplumun, ensestin bu kadar ‘tahammüllü’ olmasına nasıl bakıyorsun?
En çok kapalı toplumlardan korkacaksın. En çok namustan bahseden, namus, namus diye haykıran insanda bir özgüven problemi var. Bir kişi bir şeyi çok dile getiriyorsa onda bir bityeniği vardır, kendisinin de kabullenemediği.
BİLMEK EN BÜYÜK CEZADIR
Sehe,r annesinin dahi ona yardımcı olmayacağını, sorununu kendisinin çözmesi gerektiğini biliyor. Bir kadınlık bilgisiyle mi açıklamalı bu kabullenmişliği?
İnsan büyüdüğü yeri, toplumu, çevreyi bilmez mi! Annesinden ona hayır gelmeyeceğinin farkında. Yine de bir deniyor. Belki yardım istemek için de değil anneye gidişi. Bazen biri daha bilsin istersin ya, bilmek en büyük cezadır. Birini acıtmak ihtiyacı o. Neden tek başıma çekeyim? Anne de seçilebilecek en mantıklı insanlardan biri, o suçluluğu paylaşması için. Bilmek büyük bir yüktür bazen, onu atıyor üstüne. Nihat’a da yapıyor bunu.
Peki ya bütün bu olan biten normal mi? Gözetleme kulesinden ‘Dipsiz göl normal’ diye anons geçiyor ya her gün. Bu normalse anormal olan nedir?
Yok, ne normali, zaten bugün toplumsal olarak da en büyük sıkıntı, her şeyin normalmiş gibi gözükmesi. Yabancılaşma had safhada. Ahlaksızlık dönüyor, dolandırıcılık dönüyor, namussuzluk dönüyor, o dönüyor, bu dönüyor… ama her şey normal! Dünyanın bütün kavramlarının, tanımlarının tersine dönmesi normal artık. Ne normali? Sabah kalktık, kahvaltımızı ettik, sütümüzü de içtik, işte normal. Kapı arkasında bin tane şey dönüyor ama devam edebiliyorsak, kapımız kapalı, kimseye bir zararımız yok, kimse bize bir şey etmiyor, emniyetimizi bozmuyorsa, işte hayat normalmiş gibi oluyor. Allah kimsenin normalliğine zeval vermesin.
HERKES GÜCÜNÜ KENDİ İÇİNDE BARINDIRIR
Bir erkek tarafından mağdur ediliyor Seher. Sonunda da ‘iyi bir adam’ çıkıyor karşısına, hani sonra neler olduğunu bilmiyoruz ama seyirciyi bu son rahatlatacak mutlaka. Erkeksiz bir kurtuluş bu defa da yok sanki. Tersini istermiş gibi görünen kız da seyirciyi ikna edemiyor bence...
Herkes bence kendi gücünü içinde barındırır. Birinden güç alıyorsanız burada bir sıkıntı var. İlk izlenimde evet, dediğin gibi, bir kadın, bir erkek, çocuk, bir de çatı var. “Daha ne istiyorsun işte buldun” bakış açısı var bizim toplumumuzda.
Bir erkek olması içimizi rahatlatıyor. Tecavüzcüyle evlendirmenin rahatlatması gibi... Kızın bir hostes olarak bir başına çalışması bizi rahatlatmıyor ama...
Bu söylediğiniz şöyle de okunabilir; demek ki kızla empati kurulabiliyor, kızın kurtuluşu aranıyor. Adamla empati kuruluyor çünkü adam kızı kurtarabilir gibi geliyor. Yaralı iki insanın birleşmesi belki...
SEHER’İN GÜNLÜĞÜNÜ TUTTUM
Seher’in hayatının muhtemelen en zor dönemine tanık oluyoruz. Seher’in önceki hayatı ile ilgili bir hikâye yarattın mı zihninde?
Seher’in senaryoda genel olarak işime yarayacak anlarını yazdığım bir defter vardı, Seher’in günlüğü gibi bir şey. Üniversiteyi kazandığı an neler hissetmiştir mesela. Üniversiteyi kazandığında nereden bilebilir bunların olacağını. Sonra ne oldu, belki dayısında kalmayı hiç istemedi. Belki yurtta kalmak istedi. Belki bunun kavgası oldu evde. Belki hiç yollamak bile istemediler üniversiteye, anne bir şekilde ikna etti. Kardeşiyle nasıl vakit geçiriyordu gibi şeyler. Onu tanımaya, kendimden ona parçalar koymaya yönelik işime yarayan şeylerdi ama çok da böyle fantastik bir geçmiş yarattığımı söyleyemem.
SUÇLULUK ÖRTBAS EDEREK KURTULUNABİLECEK BİR DUYGU DEĞİL!
Biri çocuklarının ve karısının ölümüne sebep olmuş, suçlu ama aynı zamanda da onları kaybetmiş, mağdur. Kızın başına hiç hak etmediği bir şey geliyor, mağdur, ama bebeğinden kurtulmaya çalışıyor. Anne de mağdur ama kızını savunmak konusunda korkak. Mağdur edildikleri için mi mağdur etmek konusunda tereddütsüz yaklaşıyorlar?
Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u hep elimdeydi Seher’e çalışırken. Sabahattin Ali’nin psikolojik analizleri beni çok çekmişti. Kuyucaklı Yusuf’un suçluluğunu üzerimde hissetmeye çalıştım. Kitabın sonunda, cümleleri tam hatırlamasam da şöyle diyordu, “Yusuf gözlerini karısının yarasına dikti ve belki yarım saat hiç kımıldamadan baktı. Kollarının yeniyle gözlerini sildi. İçindeki bütün yıkıntılara rağmen başını yere eğmek istemiyordu. Matemini ortaya vurmadan yeni bir hayata doğru yürüyecekti”. Yusuf karısını gömdü ama o acı, o yara onun içinde yaşamaya devam edecek. Bazen başka bir şansı olmayabiliyor insanın. Kendi hayatımdan da biliyorum, suçluluk örtbas ederek kurtulunabilecek bir duygu değil. Duyguların kabullenildiği, barışıldığı nokta önemli, yüzleşmek…
Kız istekli görünmüyor yüzleşmeye...
İstemiyor; belki aylarca kurgulamış, alacak, doğuracak, bırakacak, ilk otobüsle kaçacak gibi. En azından kaba hatlarıyla belli. Bunu isterken de bir acı var. Belki gözü kapalı, mekanik bir şekilde hallediyor ama ilk nefesi aldığında, bir durduğunda, ilk şoku atlattığında hiç mi düşünmemiştir, yaptığı şeyi? Mümkün değil. Zaten Nihat’ın yaptığı da bebeği geri getirerek bu çelişen tarafını yüzüne vurmak…
Evrensel'i Takip Et