15 Mayıs 2020 00:40

Yüksel Genç: Kayyum atanan belediyeler salgın sürecinde silik kaldı

Evrensel'e konuşan Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, "Kayyum atanan belediyeler salgın sürecinde silik kaldı" dedi.

Fotoğraf: Fırat Topal/Evrensel

Paylaş

Cengiz Anıl BÖLÜKBAŞ
Diyarbakır

Koronavirüs salgınının Bölge illerindeki etkilerine dair araştırma yapan Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç ile konuştuk. Bölge’deki işsizliğin iki kat arttığını belirten Genç, en büyük kaygının gelecek olduğunu ifade ederek, “Kayyumlu bölge illerinde koruyucu tedbirlere erişimden, kentin virüse karşı korunmasını sağlayacak uygun düzenlemelerden tutun da maddi ve psikolojik desteğe kadar pek çok alanda belediyeler silik kaldı, hatta pek çok yerde varlıklarını insanlar unuttu” dedi.

İŞSİZLİK ARTTI, EN BÜYÜK KAYGI GELECEK

Bölge illeri zaten işsizlik oranının en yüksek olduğu illerin başında geliyor. Koronavirüs salgını süreci bölgedeki işsizlik durumunu nasıl etkiledi?
Pandemi süreci uygulamaları ile aslına bakarsanız Türkiye’nin tüm illerinde işsizlik arttı. Nisan ayı başında kadınların karantina uygulamalarından nasıl etkilendikleri ve karantinanın kadın ve çocuğa şiddete etkisine dair 28 kentte gerçekleşen araştırmamıza katılan kadınların örneğin yüzde 40,7’si hanelerinde en az 1 kişinin bu süreçte işsiz kaldığını söylüyordu. Bu rakamlar pandemi öncesi işsizlik rakamlarının 2 katına yakın! Yine Diyarbakır’da esnaflara ilişkin yaptığımız saha çalışmasına göre de esnafların yarısından fazlası işletmelerinde çalışan en az bir kişinin işine son vermek zorunda kaldıklarını söylüyordu. Salt bu rakamlar bile karantina sonrası Türkiye’de çığ gibi bir işsizlik probleminin yaşanacağını ve kısa vadede bu durumun aşılamayacağını gösteriyor. Öte yandan bu süreçle ilgili yaptığımız 3 araştırmada da insanların en büyük kaygılarının başında “gelecek” kaygısının gelmesi bu durumla oldukça ilgili. Bölge kentleri özgülünde de zaten fazla olan işsizlik, pandemi öncesine göre yaklaşık iki kat artmış görünüyor. Özellikle kent ekonomisini ayakta tutan esnaflığın erimeye ve yoksullaşmaya başlaması bu sonuçta etkili. Yine bölge ekonomisinin en önemli ayaklarından olan tarım sektörünün uzun zamandır zayıflatılmış olması ve bu yıl sağlıklı etkimin yapılamamış olması da büyük sorun. Tüm bunlarla beraber esas rakamları süreç sonrasında göreceğiz. Zira ücretsiz izne ayırma, kısa çalışma ödeneği gibi uygulamalarla çalışanı bir süre daha idare etme tutumu azımsanmayacak oranda. Bu uygulamalar nedeniyle korunuyormuş gibi görünen istihdam dengesi pandemi sonrası bozulacak, pek çok insan yeni işsizler olarak kayda düşecek gibi görünüyor.

“ANKSİYETE HALİ BATI İLLERİNE GÖRE DAHA AZ”

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir ankette en kalabalık hanelerin bölge illerinde olduğu bilgisi vardı. Bu durumun salgın sürecinde etkileri nelerdir?
Kuşkusuz hanelerin kalabalıklığı genel olarak bulaşının yaygınlaşması için ideal bir durumdur. Ancak Bölge kentlerinde, özellikle kent merkezlerinde hızlı biçimde çekirdek aile yapısının geliştiğini, hane sayılarının 10 yıl önceye göre düştüğünü son yıllardaki çalışmalarımız da bize söylüyor. Kalabalık aile yapılarının ağırlıklı olarak kırsal sahada korunduğunu söylemeliyim.

Tüm bunlarla birlikte bölgedeki Kovid-19 hastalarına dair açıklanan rakamlar bize korkulanın olmadığını söylüyor. Bölgede, elbette hastalığın ne kadar yayıldığına dair resmi rakamlara dönük şüpheler hastalıktan daha yaygın olsa da yaygın test uygulaması bölge illerinde yapılmadı, bölge illeri bir nevi kendi haline bırakıldı ise de gözlemlediğimiz kadarıyla hastalık kontrol dışı bir rakama ulaşmadı.

Öte yandan karantina uygulamaları ile yayılan yalnızlık duygusunu bölge kentleri daha sınırlı yaşadı. Yine anksiyete hali batı kentlerinden daha sınırlı yayıldı. Geleneksel sosyal hayatın batıya oranla daha çok korunuyor olması, çekirdek aile olsalar da geniş aileyi temsil edenlerle bağların henüz korunuyor olması kimi psikolojik etkilere dayanmalarında etkili oldu demek mümkün. Ancak batı illerine göre daha az olsa da bölge illerinde de anksiyete, psikolojik rahatsızlık, huzursuzluk, kaygı, depresyon hallerinin geçmişe göre daha fazla yayıldığını söylemek gerekecek.

Ayrıca bölge illerindeki imari yapı genelde  batı illerindeki kadar yeşilden, topraktan yoksun binalar biçiminde değil. Binaların genişliği, site içi bahçelerin yaygınlığı, yine kıra doğru gittikçe bahçeli evlerin varlığı, kır/köy hayatının yakınlığı kuşkusuz karantina ile baş etmede etkili oldu kanımca.

“KADINA ŞİDDET 3 KAT ARTTI”

Virüs süresince erkeklerin de evde olması ile birlikte kadına ve çocuklara yönelik şiddette bir artış meydana geldi. Virüs süreci kadına ve çocuğa yönelik şiddette neleri daha görünür kıldı?
Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi olarak nisan ayının ilk haftasında yaptığımız bir saha araştırması vardı. Kadının karantina sürecinden nasıl etkilendiğine ve kadına ve çocuğa şiddeti bu sürecin e kadar etkilediğine dair bir araştırmaydı. Sonuçlar oldukça çarpıcıydı. Büyük çoğunluğu lise, üniversite ve yüksek lisans mezunu olan katılımcılarımız içinde; karantina sürecinde ev içi iş bölümü yapanların oranı sadece yüzde 34,8’i idi, yüzde 33,1’i kısmen iş bölümü yapabildiklerini söylemişti. yüzde 69,4 gibi büyük bir kısmı karantina sürecinde ev içi tartışmalar yaşarken, yüzde 39,5’i ev içi tartışmaları bu süreçte daha yoğun yaşadığını söylemişti. Yüzde 45,9’u karantina sürecinin kadına ve çocuğa şiddeti tetiklediğine inandığını söylese de;  bu süreç de şiddete maruz kaldığını söyleyen kadınların oranı yüzde 43’dü! Bunların sadece yüzde 15,2’si karantina öncesinde de şiddete maruz kaldığını söylemişti. Yani nerede ise kadına şiddet karantina sürecinde yaklaşık 3 kat artmış görünüyor. Yine eğitim düzeyi ne olursa olsun ev içinde kadınların geleneksel rollere hızla gönderilebildiği, cinsiyetçi uygulamalara daha kolay tabi kılınabildiği bu çalışmada ortaya çıkmıştı.

Bu süreçte şiddeti arttıran faktörler neler?
Kadına ve çocuğa şiddeti kuşkusuz işsizlik, yoksulluk, özel psikolojik gerekçelerle gerekçelendirmek mümkün. Özellikle işsizlik veya anksiyete halinin yayılması iç huzursuzluk ve şiddete yönelimde bir etken olarak görülebilir. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken bir şey var; şiddetin kadına yönelik olarak bu denli hızlı yayılmasındaki ana etkenin toplumsal cinsiyetçiliğe dair rollerin aşılamamış olması, ataerkil davranışların en ufak bir zeminde ya da krizde hızla güncellenebilecek kadar korunmuş olması hakikatidir.

Zira bizim araştırmamız incelendiğinde görülecektir ki; bu süreç erkekten daha fazla kadın işsizliğini tetikledi, kadın ne olursa olsun kriz zamanlarında istihdamda ilk gözden çıkarılacaklar listesinde olduğunu yeniden deneyimledi. Kadında gelecek kaygısı ve anksiyete artışı azımsanmayacak kadar arttı. Yani aynı nedenlerle neden kadın değil de erkek daha çok şiddet uyguluyor meselesini düşünmek gerekecek!

“GÜVENLİKÇİ ANLAYIŞ GÜVENSİZLİK ÜRETTİ”

Hükümet virüs sürecine ilişkin birçok önlem aldığını söylüyor ve açıklamalar yapıyor. Bölge illerinde bu duruma karşı genel tavır ne? Güvenirlilik konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Bu süreç başladığında yaptığımız ilk saha çalışmasında sorduğumuz üç temel soru oldu. Bunlar; Hükümet tedbirlerini nasıl buldukları, hükümetin açıklamalarını güvenilir bulup bulmadıkları, hükümetin Kovid-19 hastalığı ile mücadele politikalarını başarılı bulup bulmadıklarına dairdi. Yüzde 61,3’ü tedbirleri yetersiz buluyordu, yüzde 59,9’u “Sağlık Bakanlığının Veya Hükümet Sözcülerinin Konuya İlişkin Açıklamaların güvenilir/inandırıcı bulmuyordu, yüzde 44,1’i salgınla mücadele politikasını başarısız buluyordu.

Sonraki süreçte bu oranların arttığını gözlemledik. Nitekim Diyarbakır esnafı ile son yaptığımız çalışmaya göre yüzde 71,7’si Hükümetin salgınla mücadele politikasını başarılı bulmuyordu.

Aslına bakarsanız insanlar hafta sonları sokağa çıkma yasağı; kafe, berber, kuaför, özel eğitim kurumları, AVM’ler gibi işletmelerin genelge ile kapatılması; 65 yaş üstü ile 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı gibi genel uygulamalara uysalar da bu süreç de birazda herkes kendi başının çaresine bakmak durumunda hissetti.

Bilindiği üzere bölge kentlerinde genç nüfus yoğun ve çoğunluğu genelge ile kapatılan işletmelerde çalışıyordu. Bu durum işsizlik ve yoksulluğu katladı. Yoksulluğa, artan işsizlik de eklenince karantina sürecinde insanlar bir yandan hastalığa yakalanmamaya çalıştı bir yandan da ekmeğini temin edebilmenin yollarını aradı. Azımsanmayacak bir kesim çok fazla zorlandı. Hükümet tedbirleri insanların yaşayabilmesini kolaylaştıracak maddi içeriklere sahip olmadığı gibi koruyucu malzemeye sahip olmada da kolaylaştırıcı olmadı.

Yine devletin ihtiyacı olana dağıtacağını ilan ettiği yardımlar, kısa çalışma ödenekleri, kredi ve hibelere erişimde oldukça sorunlu oldu ve ihtiyaç sahiplerinin ancak bir kısmı bunlara erişebildi. Başvurularda eskiden yardım dağıtılanların dikkate alındığı diğerlerinin koşulları taşımadıkları iddiası ile;  ihtiyaç sahiplerinin yardımlara erişemediği, süreç içinde işsiz kalanların önemli bir kısmının bir işsizlik ödeneğine sahip olamadığı, artan faturaların ve kiraların ödenmesinde ne yerel ne merkez iktidar tarafından desteklenildiği söylenebilir. Batı kentlerinde belediye çabaları ile oluşan katkıların, yardımlaşma ve dayanışma ağlarının benzerlerine doğrusu bölge kentlerinde rastlanamadı. Sadece HDP’nin yürüttüğü kardeş aile kampanyası etrafında bir dayanışma ağı kuruldu ise de bu ihtiyacı karşılamakta yetersiz.

Bu yüksek güvensizlik oranının sebepleri neler?
Öte yandan resmi verileri dinlerken ekseriyeti o rakamların hep en az iki kat üstünün doğru olduğunu düşündüler. İnsanlar resmi açıklamaları devlet algılarına ait bir süzgeçten geçirip dinlediler. Bölge insanının devlete, devlet kurumlarına, açıklamalarına yönelik genelde bir mesafesi olduğu, şüpheyle karşıladıkları biliniyor. Bu güvensizliğin altında kuşkusuz devletin bölgedeki insanlarla yıllardır kurduğu ilişki biçimi etkili. Bu ilişki biçimi açıkçası güven, açıklık, şeffaflık, kucaklayıcılık üzerine değil; güvenlikçi algılar ve politikalar üzerinde şekillendi ve çoğu kez güvensizlik üretti.

Batıda birçok ilde belediyeler virüs salgınına ilişkin önemli adımlar atıyor. Bölge illerinde çoğu belediyeye kayyum atanmış durumda. Geçenlerde Diyarbakır Belediyesi'nin kullandığı dezenfektanların da sahte olduğu ortaya çıktı. Kayyumlar bu virüs sürecini nasıl yönetiyor?

Devlet ile bölgedeki insanlar arasındaki ilişki böyle iken, bu süreci insanlar birde yerel iradelerine atanmış kayyumlarla karşıladı. Aslında bu tür mücadele dönemlerinde merkezi kararları  önemli olmakla birlikte yerel idarelerin pratik tedbirleri çok daha önem kazanır. Zira gündelik hayata yerel idarelerin dokunması, katılımı çok daha mümkün. Fakat kayyumlu bölge illerinde koruyucu tedbirlere erişimden, kentin virüse karşı korunmasını sağlayacak, kent ve halk sağlığını sürece uygun düzenlemelerden tutun da maddi ve psikolojik desteğe kadar pek çok alanda belediyeler silik kaldı, hatta pek çok yerde varlıklarını insanlar unuttu. Devlet idareleri yasakların uygulanmasında denetleyici ve cezalandırıcı yüzüyle daha çok görünür iken; belediyeler de bu uygulamaların etkisiz uygulayıcısı oldu. Halkın bilinçlendirilmesi, koruyucu maddelere erişimi, sürecin psikolojik ve maddi ihtiyaçlarının teminine dönük faaliyetlerde varlığı hissedilemedi. Yer yer yıkanan yollar birkaç kere yapılan park ve kamusal alan dezenfektesi, camilerden ve araçlardan sokağa çıkılmamasını telkin eden anonslar dışında hayatı üretme ve sağlıklı sürdürme kısmında yerel idareler yoktu.

Diyarbakır örneği bu konuda başka bir probleme de işaret etti. Örneğin basında yer alan “sahte dezenfektan” meselesi ile halk sağlığının daha fazla riske edildiğini düşündü. Dezenfektan  ve koruyucuların temininde belediyenin açtığı ihalelerin hukuk dışı ve bir kesimin çıkar elde etmesine dönük sonuçları olduğuna dair tartışmalar yerel kamuoyunun gündemindeydi. Ancak bu tartışmaları bitirecek nitelikte nasıl bir soruşturma yürütüldü, ne sonuca varıldı bilemiyoruz. Tatmin edici ve ikna edici bir açıklama hâlâ gelmiş değil. O yüzden genel algıda bu sürecin kamu kaynaklarının suiistimali için kullanıldığına dair kanaat yaygın.

Aslına bakarsanız bu sürecin hastalığın denetimi için değil de kitlelerin denetimi, merkezileşme ve otoriterleşmenin yapısallaşmasına vesile yapıldığına dair kanaat son günlerde oldukça yaygınlaştı. Son tahlilde bu süreç aslında önemli oranda insanların kişisel dikkat ve tedbirleri ile aşılmaya çalışılıyor.

ÖNCEKİ HABER

Türkiye'de koronavirüsten yaşamını yitirenlerin sayısı 4 bin 7'ye yükseldi

SONRAKİ HABER

Donbass, mayısın ilk iki haftasını da sakin geçirmedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...