10 Ocak 2020 06:25
Son Güncellenme Tarihi: 11 Ocak 2020 07:19

Kanal İstanbul Çalıştayı: Riskler, uyarılar ve raporlar tartışıldı

İBB tarafından düzenlenen Kanal İstanbul Çalıştayı başladı. Çalıştayda çok sayıda bilim insanı projeye ilişkin olumlu ve olumsuz görüşlerini paylaştı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Kanal İstanbul Projesi'nin her yönüyle tartışıldığı Kanal İstanbul Çalıştayı düzenlendi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından düzenlenen "Kanal İstanbul Çalıştayı", CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in de katılımıyla yapıldı. İstanbul Kongre Merkezinde düzenlenen çalıştayın açılış konuşmasını yapan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, "Kanal İstanbul tamamıyla yanlış bir ameliyat. İstanbul'un bazı bölgeleri felç olacak, bazı bölümleri sakat kalacak. İstanbul'a bu denli ölümcül bir ameliyat yapmak isteyenler bunu anlatmak zorundalar. Kanal İstanbul'a itirazımız siyasi değil hayatidir" dedi.

8 BAŞLIK, 40 KONUŞMACI

İBB, kentin geleceğini doğrudan ilgilendiren ve son günlerin en önemli gündem maddelerinden Kanal İstanbul projesini masaya yatırdı. İBB’nin düzenlediği “Kanal İstanbul Çalıştayı”, farklı disiplinlerden bilim insanları, hukukçular ve finans uzmanlarını bir araya getirdi. 4 farklı salon, 8 ayrı panelde, 40 bilim insanı Kanal İstanbul’la ilgili fikirlerini paylaştı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de Kanal İstanbul’un ilk kez kamuoyuna açık bir şekilde tartışıldığı çalıştaya katılanlar arasında yer aldı. CHP ve İYİ Parti’nin grup başkanvekilleri, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, milletvekilleri, siyasi parti temsilcileri, belediye başkanları, siyasi parti temsilcileri, sendika yöneticileri, meslek odaları üyeleri, İBB üst yönetimi ile çok sayıda vatandaş da çalıştaydaki yerini aldı. Yerli ve yabancı medya kuruluşlarının yoğun ilgi gösterdiği çalıştayda, ilk konuşmayı, “Kanal İstanbul’un Dünü Bugünü” başlığıyla, İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Gürkan Akgün yaptı. Akgün, Kanal İstanbul'un dünü bugünü başlığı ile çalıştaya ilişkin bilgi verdi.

Akgün, "Kanal İstanbul Planına göre 1.2 bin ek nüfus anlamına geliyor. 200 bin adet ağaç kaybı yaşanacak; 136 milyon metrekare tarım alanı, 13 milyon metrekare mera alanı, 17 milyon metrekare SİT alanı etkilenecek. Yıllık 33 milyon metreküp su kaybı yaşanacak. Bütün bunları 8 başlıkta 40 konuşmacı ile değerlendireceğiz" dedi.

"KANAL İSTANBUL, İSTANBUL İÇİN ÖLÜMCÜL BİR AMELİYAT"

Çalıştayın açılış konuşmasını İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu gerçekleştirdi. İmamoğlu, sözlerine, çalıştayı izleyen medya mensuplarının “10 Ocak Dünya Çalışan Gazeteciler Günü”nü kutlayarak başladı. “İstanbul öyle kıymetli, öyle eşsiz bir şehirdir ki, ona tek bir kazma vuracak olanın bile çıkıp bunu niye yapmak zorunda olduğunu anlatmak mecburiyeti vardır” diyen İmamoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kanal İstanbul, İstanbul’un coğrafyasını değiştirecek, doğal hayatın ve şehir hayatının bütün boyutlarını ciddi biçimde etkileyecek bir proje. Bu projeyi gündeme getirenlerin, buna neden mecbur olduğumuzu anlatmak ve toplumu ikna etmek zorunlulukları vardır. Kanal İstanbul, mecbur olmadıkça hiç kimsenin asla evet demeyeceği, çok büyük ve çok riskli bir ameliyat.  Tamamıyla yanlış bir ameliyat. İstanbul kesip biçilecek. İstanbul’un hayati sistemleri zarar görecek. İstanbul’un bazı bölgeleri felç olacak. Kimi yerleri sakat kalacak. Bir şehri böyle riskli, böyle ölümcül bir ameliyata sevk edenler, ‘Siz ne derseniz deyin, bu ameliyat yapılacaktır’ diyemezler. Bunu yapmayı kafalarını koymuş olanlar, bu ameliyata neden mecbur olduğumuzu mutlaka anlatmak zorundalar. Hepimiz ama hepimiz, İstanbul’un neden kesilip biçilmek zorunda olduğunu anlamak zorundayız. Bu mecburiyetin sebepleri konusunda, hep birlikte, 16 milyon hatta 82 milyon vatandaşımızla ikna olmalıyız. Hepimiz, İstanbul’a dayatılan bu büyük ameliyatın riskleri konusunda her şeyi bilmek ve her detayı öğrenmek zorundayız. Önce öğreneceğiz. Öğrenmeliyiz. Ondan sonra hep birlikte kararımızı veririz. Bütün bunlar, sağlıklı bir öğrenme ve düşünme süreciyle ortaya çıkabilir ancak. Bu çalıştay, İstanbul’un bağrına batırılacak bıçağın, yani Kanal İstanbul’un bütün risklerini bilimsel olarak ortaya koymayı amaçlıyor"

"BİLİM NE DİYORSA, ONA KULAK VERECEĞİZ"

Bilim ve bilim insanları ne diyorsa, ona kulak vereceklerini vurgulayan İmamoğlu, “Anlamaya, öğrenmeye ve sorgulamaya çalışacağız. Kanal İstanbul’un yaratabileceği bütün riskleri bileceğiz ve sonra her birimiz kendimize şu soruyu soracağız: Bütün bu riskleri almaya değer mi? Kanal İstanbul’a gerçekten mecbur muyuz? Bize anlatılanlar doğru mu? Bu şehrin ve bu ülkenin bunca sorunu varken, sıkıntıları, dertleri bunun sırası mı şimdi? Bizim Kanal İstanbul’la ilgili tavrımız siyasi değil, hayatidir. Çünkü bu proje, bu şehrin tüm tarihi boyunca karşılaşabileceği en büyük risklerden biridir. Bu projeyi gündeme getirenlerin, ‘Siz ne derseniz deyin, biz bu ameliyatı yapacağız’ diyenlerin iki temel argümanı var: ‘İstanbul Boğazı’ndaki gemi geçişleri dolayısıyla yaşanması muhtemel riskler ve bu projenin Türkiye’ye sözüm ona gelir getirecek olması.’ Gemilerin, özellikle de tehlikeli yük taşıyanların, boğazdan güvenli bir biçimde geçmelerini sağlamak çok önemli bir konudur. Bu konuda elbette hepimiz çok hassas olmalıyız. Boğaz güvenliğini sağlamak adına, hükümetimiz, uluslararası planda hangi adımı atacaksa, hepimiz onun arkasında oluruz ve tam destek sağlarız. Her türlü iş birliğini yapmak zorundayız. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ama büyük ve tehlikeli gemilerin geçiş güzergahını İstanbul’un bir yerinden alıp başka bir yerine taşıdığınızda güvenlik sorununu çözmüş olamazsınız ki. Böyle bir şey yok. Üstelik Kanal İstanbul’un, eni ve derinliği itibariyle zaten büyük gemiler açısından bir alternatif olamayacağını, ayrıca gemileri Boğaz yerine kanaldan geçmeye zorlayamayacağımızı da gayet iyi biliyoruz. Kimse bizi, tabiri caizse, çocuk yerine koymasın! İstanbul’un neresinden geçerse geçsin, risk oluşturan gemiler, Türkiye’nin ortaya koyduğu yüksek güvenlik standartlarına harfiyen uyarak geçmek mecburiyetindedir. Asıl olan, bunu sağlamaktır” dedi.

"KANAL YERİNE, SAMSUN-CEYHAN BORU HATTINI HAYATA GEÇİRİN"

Kanal İstanbul ile İstanbul Boğazı’nın özellikle petrol taşımacılığındaki fonksiyonunu azaltmanın amaçlandığını belirten İmamoğlu, bu durumun da yanlış olduğunu ifade etti. İmamoğlu, “Güzergahı boğazdan alıp kanala çevirmekle bunu sağlayamazsınız. Yapılması gereken, Samsun - Ceyhan Petrol Boru hattı gibi farklı alternatifler geliştirmek ve hayata geçirmektir. Bütün bu boyutları, farklı alternatifleri bir kenara bırakıp, ‘Boğaz güvenliği için, Kanal İstanbul şarttır’ sonucuna ulaşmak doğru değildir, rasyonel değildir, akılcı değildir.  Aksine, bir ‘oldu bitti’ye zemin hazırlamadır, bahane üretmedir. Kanal İstanbul projesinin sahipleri, ikinci olarak bunun Türkiye’ye gelir getireceğini öne sürüyorlar. Bunu neye dayanarak ileri sürüyorlar anlamak mümkün değil. Daha bahsedilen projenin hangi parayla, kimin tarafından, nasıl bir finansman modeliyle yapılacağı bile belli değil. Hatta ne yapılacağı bile değil! İnanın ne yapılacağı belli değil. Günümüzü gecemizi bu işe harcıyoruz. Her gün farklı bir modelden söz ediliyor” diye konuştu.

"HOCADAN, HOCA FIKRASI"

İmamoğlu, konuşmasında, çalıştayın katılımcılarından Prof. Dr. Derin Orhan’dan dinlediği bir Nasrettin Hoca fıkrasını katılımcılarla paylaştı. “Hoca’dan bir Hoca fıkrası” diyen İmamoğlu, fıkrayı, “Nasrettin Hoca, mektup yazmış. Zarfı uzatmış çocuğa, demiş ki; ‘Bunu adresine yolla.’ Çocuk almış mektubu. Bakmış, ‘Üstünde bir şey yazmıyor, adres boş’ demiş. Hoca da ‘Olsun, içi de boş’ yanıtını vermiş” sözleriyle aktardı. İmamoğlu, “Projenin sürecinin de bana anlattığı bu” dedi. “Kanal İstanbul projesinin sahipleri, maalesef konunun ekonomik boyutuna gerçek bir yatırımcı ciddiyetiyle yaklaşmıyorlar” diyen İmamoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"KANALIN ELLE TUTULUR BİR GEREKÇESİ YOK"

“Söyledikleri şu: ‘Bir kanal açarım, gelen geçenden para alırım, kanalın etrafına binalar dikerim, oradan da para kazanırım!’ Bu, günümüz dünyasına uyan bir yaklaşım değildir. Bu, ekonomik bir yaklaşım da değildir. Bu, akılcı bir yaklaşım değildir. Bu, milletlerarası anlaşmalara uyan, hukuki bir yaklaşım da değildir. İçinde üretim ve ileri teknoloji barındırmayan, ne yazık ki katma değer ve marka üretme perspektifi taşımayan, sadece toprağa, betona ve ranta dayalı bir model. Bu modelle, bugünün dünyasında para kazanamazsınız, ekonomik canlanma ve istihdam yaratamazsınız. Bunda para yok. Raporlar ortada. Türkiye, son yıllarda bunu denedi ve geldiğimiz nokta ortadadır. İşsizliğin ve yoksulluğun düzeyi ortadadır. Son 9 yıldır Kanal İstanbul projesini zaman zaman Türkiye’nin gündemine getirip, zaman zaman da gündemden düşürenlerin dikkate değer, elle tutulur bir gerekçesi yoktur. Bu projeyi, 2011 seçimlerinden önce büyük bir gürültü kopararak açıklayanlar, 2015 genel seçimlerinde ve 2019 İstanbul yerel seçimlerinde konuyu hiç konuşmada, sessizce geçiştirmişlerdi. Şimdi birden konuyu hararetlendiriyor ve bizi bir oldu bittiyle karşı karşıya bırakma gayreti sergiliyorlar. Buradan yeni bir siyasi kampanya üretiyorlar. Gündelik siyasete ve birtakım ticari bağlantılara, rant ilişkilerine dayalı olduğu görüntüsü veren bu proje ve bu proje üzerinden yürütülen bu dalgalı, ne yazık ki bu yanar döner siyasete ihtiyacımız yoktur. Kaybedecek bir anı da yoktur.”

"İSTANBUL’UN MECBURİYETLERİ ÖNCELİĞİMİZ"

Ülkenin birçok önemli ve hayati sorunu olduğunu kaydeden İmamoğlu, “Türkiye, Kanal İstanbul’a mecbur bir ülke değildir. İstanbul, Kanal İstanbul’a mecbur bir şehir değildir. Ama İstanbul, duran metro yatırımlarını başlatmaya, çok daha fazla yeni metro ve kent içi ulaşım alternatifleri için yatırım yapmaya, onlarca yıldır çözülememiş trafik sorununu bütün medeni metropoller gibi çözmeye mecburdur. İstanbul, elinde kalan yeşil alanlarını korumaya, geliştirmeye ve artırmaya mecburdur. İstanbul, elindeki su kaynaklarını titizlikle korumaya, geliştirmeye ve artırmaya mecburdur. İstanbul, gerektiği gibi beslenemeyen, yeterli eğitim alamayan küçücük çocuklarına yiyecek yemek, içecek süt bulmaya, okul öncesi eğitim imkanları sunmaya mecburdur. İstanbul, gençlerine eğitim imkanları sunmaya, burslar sağlamaya ve iş imkanları yaratmaya mecburdur. İstanbul, kadınlara huzur ve güven içerisinde toplumsal hayata katılma imkanı sunmaya mecburdur. İstanbul, işsizlerinin, dar gelirlilerinin ve emeklilerinin hayatlarını kolaylaştırmaya mecburdur. Biz, İstanbul’un bütün bu mecburiyetlerini yerine getirmeyi öncelik olarak görüyor ve onun için çalışıyoruz” şeklinde konuştu.

"HİÇ KİMSE HALKA SESİNİ YÜKSELTMESİN"

İstanbul’un sorunlarının yalnızca kendilerinin değil, merkezi idarenin de büyük oranda sorumluluğunda olduğunu vurgulayan İmamoğlu, “Biz, her alanda hükümetle iş birliği ve uyum içerisinde çalışmaya hazırız ve istekliyiz. Zihnimizde hiçbir soru işareti yok. Yalnız bizim tek bir şartımız var: Hiç kimse, ‘Ben bilirim, ben yaparım’ demesin. Hiç kimse, halka sesini yükseltmesin. Topraklarımızda bu sesler var zaten. Mevlana’yı dinlesin. Bakın ne demiş hazreti Mevlana: ‘Sözünü yükselt; sesini değil. Yağmurdur çiçekleri büyüten; gök gürültüsü değil’. Onun için; hepimiz, halkın, uzmanların ve bilim insanlarının sözlerine gönülden kulak verelim. Ortak aklı bulma ve hakim kılma konusunda istekli, candan ve samimi olalım. Bugünkü çalıştay, bu anlayışın ve çabanın bir ürünüdür. Bugünkü çalıştay, ortak akla ve ortak karara ulaşma çabasının bir ürünüdür. Bugünkü çalıştay, bu aziz şehrin, medeniyetlere beşiklik yapmış bu kadim coğrafyanın gelecek adına korunması çabasının bir ürünüdür. Bugünkü çalıştay, millete emretmek yerine, millete fikrini sorma çabasının bir ürünüdür” dedi.

"ÇALIŞTAY SONUÇLARINI MİLLETLE PAYLAŞACAĞIZ"

Çalıştaydan çıkacak tüm sonuçları millete ve millet adına karar verme sorumluluğu olan tüm makamlara göndereceklerini belirten İmamoğlu, “Böylelikle, biz 16 milyon İstanbulluya ve bu aziz şehre, bu aziz şehrin değerlerine karşı sorumluluğumuzu en üst seviyede yerine getiriyoruz. Hiç kimse konuşmazken, hiç kimse konu hakkında tartışma imkanı bulamamışken, her şey yangından mal kaçırırcasına, oldu bittiye getirilmek istenirken, halkımızın bilgilenmesi için, İBB olarak inisiyatif aldık. Devletimizin ilgili makamlarını sorumluluğa davet ettik. Bilim insanlarının konuşması için platformlar yarattık. Önce su sempozyumunu ve ardından bu çalıştayı organize ettik. Bundan sonra da gerekli tüm hukuki mücadelemizi vermeye devam edeceğiz. Görevlerimizden ve hukuki sorumluluklarımızdan asla geri kalmayacağız” dedi.

"ÇOCUKLARINIZIN, TORUNLARINIZIN GÖZLERİNİN İÇİNE BAKIN"

“Bugün buradan bizi dinleyen herkese, tüm İstanbullulara ve tüm vatandaşlarıma seslenmek istiyorum” diyen İmamoğlu, şunları söyledi:

“Lütfen bugün çocuklarınızın, torunlarınızın karşısına geçin. Onların gözlerinin içine bakın. İyi bakın. Sizce, onların bu projeye ihtiyacı var mı? Sizce, onların geleceği için yapılabilecek en akıllı iş bu mu? Sizce onlar, bugün bu şehri ve bu ülkeyi yönetenlerden daha yeşil, daha yaşanır, daha sorunsuz ve daha medeni bir İstanbul mu bekliyor? Yoksa bu şehre bu denli riskli bir ameliyatın yapılmasını mı istiyor? Biz, emanetçiyiz. Onlara teslim edeceğiz bu ülkeyi. Bizlerin, bu şehirde ve bu ülkede yaşayan hepimizin, bu salonu dolduran her birimizin asıl meselesi budur. Ve bu mesele tamamıyla hayati bir meseledir. Ve bu meseleyi tartışmanın, Kanal İstanbul’la ilgili riskleri anlamaya çalışmanın hiçbir yanı, ama hiçbir yanı siyasi değildir. Bugün buraya gelerek sorumluluk alan her birinize, fikrini söyleyecek olan uzmanlara ve katılan tüm delegelere, buradan çıkan fikirleri paylaşarak toplumun aydınlanmasına yardım edecek olan herkese, tüm siyasi partilere, özellikle Genel Başkanlar’ımıza, sivil toplum örgütlerimizin yöneticilerine, akademisyen ve uzmanlara; sadece 16 milyon İstanbullu adına değil, tüm gelecek nesiller adına, çocuklarımız ve torunlarımız adına çok teşekkür ediyorum"

AKŞENER: BU İSTANBULLUDAN İNTİKAM ALMA PROJESİDİR

Ardından İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener söz aldı. Akşener, "Kanal İstanbul'un 9 senedir üzerinde durulmuyordu, bugün niçin birdenbire önümüze getirildi, anlamak mümkün değil. ‘Ecdat ecdat’ diyenler açısından Fatih Sultan Mehmet'in emaneti açısından bırakılan vasiyete uygun mu? Hayır. Bunlar niye oluyor biliyor musunuz? 31 Mart’ta Ekrem Başkanı seçtiğiniz için. Beyefendinin sinirini bozdunuz. 23 Haziran'da, bütün İstanbullu, 804 bin oy farklıya Ekrem İmamoğlu'nu yeniden seçti. Beyefendinin sinirini iki kere bozdunuz. Bu, İstanbullulara ders verme eylemidir" dedi.

"BU KANAL İŞİ NEREDEN ÇIKTI?"

Akşener şunları söyledi:

"Bu Kanal işi nereden çıktı? Sebebi sensin başkan. Kazanmasaydın, olmayacaktı. Bu bir yönetim anlayışıdır. Yani ne demek istiyorum? Üzgünüm ama, Sayın Erdoğan bu ülkenin babası sayıyor kendini. Bir böyle bir ruh hali olamaz. Seçilmiş, seçimli monarşinin hüküm sürdüğü, sarayların hüküm sürdüğü, ben istiyorum kavramının ortaya çıktığı, Erdoğan babamız bizler de onların sinirini bozan insanlarız. Bu, İstanbulluyu cezalandırmaktır. Bu, ‘Ben bu ülkenin her şeyiyim’ diyen bir bakış açısının tezahürüdür. Bu, ‘Güç benim elimde. Canım isterse, herkesin kafasına o çekici vururum’ demenin tezahürüdür"

"İstanbullu, bu ‘Ben istedim, yapacaksınız’ tavrına hayır diyecek, kaya gibi duracak. Ben, imza vermeye gittim. O sırada duran insanların olgunluğu… İstanbullu, bu ne olduğu belirsiz projeye hayır diyecek ve geçit vermeyecek. Ben buna inanıyorum. İstanbullu, bu cezalandırmanın karşılığını oyuyla karşılık verecek"

KILIÇDAROĞLU: RANT VE PARA HIRSI İÇİN

Akşener'in ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu söz aldı. "Öyle bir noktaya geldik ki üniversite öğrencilerine verilen yemeğe zam yapıyorlar. 15 Temmuz şehitleri yakınlarının ve gazilerinin paralarına göz diktiler. ‘Kanal İstanbul'u yapacağım’ diyorlar" diyen Kılıçdaroğlu, “Neden önceliği insan hayatına vermiyoruz. Çocuklarımızın geleceği için çaba harcamıyoruz. Onları neden deprem riskiyle baş başa bırakıyoruz" diye konuştu.

Devletin önceliklerinin ne olması gerektiğini soran Kılıçdaroğlu, konuşmasında şunları söyledi:

"Büyük sorunlar doğacak bir olayı tartışıyoruz. Neden tartışıyoruz? Hangi gerekçeyle tartışıyoruz? Bir kişinin dayatması üzerine… Bireylerin, ailelerin, bir toplumun öncelikleri vardır. Bir devletin öncelikleri vardır. Bunlar planlarla ilgilidir. Planı kim yapar? O toplumun saygıdeğer bilim insanları, akademisyenleri, mühendisleri, mimarları, ekonomistleri yapar. Yani liyakat erbabı olan kişiler bir toplumun önceliklerini belirler. Peki bu projenin önceliklerini kim belirliyor? Bu ülkenin mimarları mı, mühendisleri mi, jeologları mı, ekonomistleri mi, dış politika uzmanları mı? Hayır. Bir kişi belirliyor. ‘Benim önceliğim budur, ben bunu yapacağım’ diyor. Biz de diyoruz ki; ‘Kusura bakma beyefendi, sen bunu yapamazsın.’ Bunu yapmaya kalkan olursa bir kuruş para dahi vermeyeceğiz Millet İttifakı iktidarında. Kimse yapamaz'

"TOPLUMUN ÖNCELİKLERİ VAR"

"Bir toplumun öncelikleri vardır. Bir devletin öncelikleri vardır. Bunlar planlamayla olur. Planı kim yapar o toplumun insanları, mühendisleri, ekonomistleri ayni liyakat erbabı olan kişiler bir toplumun önceliklerini belirlerler. Peki bu projenin önceliklerini kim belirliyor? Hayır ben bunu yapacağım diyenler belirliyor. Ekrem Bey, konuşmasında ,‘Bu ameliyat mutlaka yapılacaktır’ diyor. Erdoğan böyle bir anlayışla yola çıktı. ‘Bu ameliyat mutlaka yapılacak’ diyen adamın, önce doktor olması lazım. Doktor da değil. Sorunumuz bu zaten. Uzmanı olsa deriz ki; ‘Bu işi biliyor’. O işi de bilmiyor, bilmemesi de gayet normaldir. O işin eğitimini almamış. 21. yüzyılda gelişmenin tanımı da değişmiş. Bir ülke gelişmiş mi gelişmemiş mi ölçü şu: Küçük ayrıntılar da iş bölümüne gitmiş mi gitmemiş mi? Eğer küçük ayrıntılarda iş bölümüne gitmemişseniz siz gelişmiş bir ülke değilsiniz. Her şeyi ben biliyorum mantığıyla yola çıkılan bir ülkede gelişmişlik değil az gelişmişlik konuşulur. Bu şehrin, bu ülkenin bu kadar derdi varken, bu projenin önceliği nedir? Rant, para hırsı, birilerine para verme"

"NEDEN ÖNCELİĞİ İNSAN HAYATINA VERMİYORUZ?"

"Öyle bir noktaya geldik ki üniversite öğrencilerine verilen yemeğe zam yapıyorlar. 15 Temmuz şehitleri yakınlarının ve gazilerinin paralarına göz diktiler. ‘Kanal İstanbul'u yapacağım’ diyorlar. Tarım kanunun 20. maddesine göre çiftçilerin alacağı var. Ne kadar biliyor musunuz? 177 milyar lira O paraya göz diktiler. İstanbul ciddi bir deprem riskiyle karşı karşıya. Milyonlarca insan o riskle karşı karşıya. Eğer bu ülkenin sorunlarıyla, bu kentin sorunlarıyla, bu kadim kentin sorunlarıyla ilgileneceksem, önce insana yardım ederim. Deprem riskiyle karşı karşıya. Kentsel dönüşümü yapalım. Hazır Büyükşehir Belediye Başkanımız. Onun ekipleri, kadroları hazır. İlçe belediyeleri de hazır. Hiçbir siyasi parti farkı gözetmiyor. Belediye başkanımızın bakışı bu. O zaman neden bu sorunu çözmüyoruz. Neden önceliği insan hayatına vermiyoruz. Çocuklarımızın geleceği için çaba harcamıyoruz. Onları neden deprem riskiyle baş başa bırakıyoruz?"

TÜBİTAK RAPORUNA VURGU

TÜBİTAK'ın 14 madde halinde Kanal İstanbul itirazını sıraladığını söyleyen Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

"Erdoğan, şöyle bir cümle kullandı: ‘Kanal İstanbul’a karşı çıkıyorsanız bizi ikna edeceksiniz.’ Güzel bir cümle aslında. Bildiğim kadarıyla İBB Başkanı’mız beyefendiyi davet etti. ‘Ben de dinleyeceğim, siz de dinleyin. Belki bilim insanları sizi ikna ederler’ dedi. Ama gelmedi. Buradaki toplantıları bilmiyorum ama Sayın Erdoğan’a bir tavsiyem var, bir önerim olacak. TÜBİTAK, bizim saygın kuruluşlarımızdan birisidir. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Kurumu. Bu kurumun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verdiği bir rapor var. Raporu hazırlayan, MAM dediğimiz, Marmara Araştırma Merkezi Başkanlığı var. 14 madde halinde bu projenin ne kadar yanlış olduğunu orada sayıyor. 14 madde halinde. 6 sayfa, altında da 6 bilim insanının imzası var. Bana inanmayabilirsin, diğer bilim insanlarına da inanmayabilirsin. Ama sana bağlı bir kurum. TÜBİTAK dediğimiz, Türkiye’nin gözbebeği olan bir kurum. Ona da soruyorlar ne diyorsun diye, Kanal İstanbul’la ilgili. 14 madde halinde tek tek bu projenin ne kadar yanlış olduğunu sayıyor. Tavsiyem; eğer bulamazsan o raporu ben sana göndereceğim. Ama diyorsan ki, ‘Sen gönderdiğin zaman ben inanmıyorum, Putin’e göndereyim o sana göndersin!"

Libya tezkeresine de değinen Kılıçdaroğlu, "Ben Libya konusunda arabulucu olun dedim, 'Bu adam siyaseti bilmiyor' dedi. Sonra Putin geldi, birlikte BM'ye ateşkes çağrısı yaptılar. Ya illa Putin mi söylesin, biz söyledik işte" diye konuştu.

Konuşmaları ardından kısa bir ara verildi, ardından ise oturumlar başladı.

KANAL İSTANBUL TÜM YÖNLERİYLE TARTIŞILIYOR

Kanal İstanbul Çalıştayı'da, 2011 yılında kamuoyuna "Çılgın Proje" olarak tanıtılan Kanal İstanbul Projesi'nin olası tüm etkileri etraflıca değerlendiriliyor. Projenin, şehircilik, ulaşım ve kültürel miras boyutunun yanı sıra, çevresel, toplumsal, hukuki yönleri de ele alınıyor. Kanal İstanbul'un güvenlik, afet riski ve depremsellik konuları da uzmanlarca tartışmaya açılıyor.

Çalıştayda 8 başlıkta 40 konuşmacı yer alıyor. Çalıştaydaki 8 başlık şöyle:

  • Kanal İstanbul’un Ekonomi Politiği
  • Mekânsal Planlama, Şehircilik ve Ulaşım
  • 'Çevresel Boyut, Su ve Ekoloji
  • Toplumsal Boyut ve Katılım
  • Hukuki Çerçeve ve Güvenlik
  • Afet Riski ve Depremsellik
  • Mekânsal Planlama, Şehircilik ve Kültürel Miras
  • Çevresel Boyut, İklim ve Ekoloji

ÇEVRESEL BOYUT, SU VE EKOLOJİ OTURUMU

Kanal İstanbul Çalıştayı’nda “Çevresel Boyut, Su ve Ekoloji” oturumu Marmara denizinin özelliklerinin anlatılmasıyla başladı.

İlk sözü alan Prof. Dr. Cemal Saydam, Marmara Denizi ve bu bölgeyi oluşturan özelliklerin anlaşılmadığı takdirde bu bölgedeki etkenlerin değişmesinin ne gibi sorunlara yol açacağı anlaşılamayacağının vurgusuyla konuşmasına başladı. Oturumda Marmara'yı astımlı doğan ve kurtarılması gereken bir çocuğa benzeten Saydam, şu anki haliyle çevresindeki sanayi şehirleri ve çevre denizlerdeki kirliliğin etkisiyle oksijen seviyesinin giderek düştüğünü ve canlılığın öldüğünü belirtti. Bu duruma yönelik acil önlemler alınması gerektiğini de ekleyerek kanalın yapılmasıyla Marmara Denizinin çürük yumurta kokacak bir duruma geleceğini söyledi. Bu duruma Karadeniz'in yapısı gereği Akdeniz'den yüksek oluşu ve buraya giren suyun daralıp hızlanarak Marmara'ya girmesinden dolayı eğer bir kanal daha açılırsa Marmara Denizi'ne girecek olan organik madde miktarının artması, oksijen azaldığı bu durumda çürümeye yol açacağını ve canlılığı bu bölgelerde bitireceğini ekledi. Katılımcıların her biri kendi uzmanlık alanları çerçevesinde oluşabilecek sorunları bilimsel verilere dayanarak aktarırken ortaklaştıkları bir diğer husus yayınlanan ÇED raporunun yanlış bilgiler içermesi ve aslında birçok alanda değinilmesi gereken hususlara değinilmeden hazırlandığıydı.

BİLİMİN DIŞLANDIĞI SÜREÇ

İkinci olarak söz alan Prof. Dr. Doğanay Tolunay kanal güzergahı boyunca çıkacak hafriyatın kanalın kendisi kadar daha belayı İstanbul'un doğası ve İstanbulluların başına getireceğini söyleyerek sözlerine başladı. Hafriyatla oluşturulacak dolgu alanlarının Terkos havzasını olumsuz etkilemesiyle, yine güzergahta bu hafriyat çıkarken kesilecek 400.000 ağaçla ve hafriyatın taşınması sırasındaki tozun yaşamı direkt olarak olumsuz etkileyeceği olmasıyla yaşanacağı belirterek konuşmasını sonlandırdı. Oluşacak ve İstanbul'un geleceği açısından risk oluşturacak verilere dikkat çeken bilim insanları ve dernek başkanları, bilimin dinlenmediği ve eğer dinlenseydi bu projenin yapımında bu kadar ısrarcı olunmayacağının vurgusunu yaparak oturumu kapattılar.

KANAL, ULUSLARARASI SORUNLARIN HABERCİSİ

Kanal İstanbul Çalıştayın'da bir oturum.

Kanal İstanbul Çalıştayı’nda konuşan Hukukçu ve Eski Büyükelçi Av. Rıza Türmen ile Emekli Tuğamiral Türker Ertürk, kurulacak kanalın uluslararası düzeyde yeni sorunlara yol açacağını söyledi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1. Hukuk Müşaviri Eren Sönmez’in yönettiği “Hukuki Çerçeve ve Güvenlik” adlı oturumda; Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Doç. Dr. Ceren Zeynep Pirim, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu, Hukukçu ve Eski Büyükelçi Dr. Rıza Türmen, Emekli Kılavuz Kaptan Saim Oğuzülgen ve Emekli Tuğramiral Türker Ertürk konuştu.

ULUSLARARASI HUKUK AÇISINDAN KANAL İSTANBUL

Oturumda ilk olarak söz alan, Doç. Dr. Ceren Zeynep Pirim, ekonomik ve bilimsel yollarından farklı olarak uluslararası hukuk açısından da incelenmesi gerektiğini söyledi. Pirim, özetle şunları söyledi:

"1936 yılında imzaladığımız Montrö Boğazlar Sözleşmesi sonucunda Boğazlar'da hakimiyetimiz artıyor. Anlaşma, Boğaz’dan geçecek gemiler için 6 farklı unsur koyuyor. Montrö’nün asıl önemi, savaş gemilerinin Türkiye’ye barış zamanında, önceden ihbar ederek belirtmesi gerektiğini şart koşuyor. Bu durum Karadeniz'e kıyısı olan çevre ülkelerin güvenliğini de artırıyor. Anlaşmaya göre, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin gemileri, 21 günden fazla Karadeniz’de kalamıyor.

Montrö, savaş zamanında Boğazları kapatma yetkisi veriyor. Boğazlar, ülkenin içerisinde kalsa dahi uluslararası hukukun kapsamı dahilindedir ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye lehine bir sözleşmedir. Sözleşmenin iptalinde yeni bir ADOK düzenlemesi kabul edilecektir ve sonucu takdirlerinize sunmaktayım. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, sona ermesi halinde Boğazlar iki ayrı su yolu olarak incelenerek, transit geçiş kapsamından çıkarılacaktır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin iptali, savaş uçaklarının Boğazlar’dan geçememe kuralının yok olmasına sonuç açacaktır. Sözleşmenin, riske atılması bir yana yararımıza olduğu açıktır. Türkiye’nin sözleşmeyi bozmadan statükoyu devam ettirmesi gerekiyor.”

RUSYA’NIN TERCİH DEĞİŞİKLİĞİ

Doç. Dr. Ceren Zeynep Pirim’den sonra söz alan hukukçu ve eski büyükelçi Dr. Rıza Türmen, boğazın yanına paralel bir kanal açma girişiminin dünyada eşi benzeri olmadığını ve ilgili kanal açma girişiminin mutlaka insanlara anlatılması gerektiğini söyledi.

Türmen, açıklamalarının devamında şunları dedi:

"Montrö ve Lozan Anlaşmaları Türkiye’nin kurucu anlaşmalarıdır. Türk Boğazları, tıpkı Danimarka Boğazları gibi istisna özelliklere sahiptir. Sözleşmenin iptali bu istisnayı ortadan kaldıracaktır. Geçmişe baktığımızda, Rusya’nın Boğazlar konusunda istikrarlı bir tutumunu görüyoruz. Rusya, Karadeniz’i kapalı bir deniz olarak görmektedir. Montrö’nun ortadan kalkması, Rusya’nın Karadeniz anlayışının değişmesine yol açacaktır.

Boğazdan geçen gemilerden ton başına 0.90 Amerikan Doları servis ücreti alırken kanalın ücreti ton başına 5 Amerikan Doları olarak tanımlanıyor. Daha ucuzu varken gemiler neden daha pahalı ve daha yavaş bir sistemi tercih etsin. Kanal, Rusya’ya bu maliyetlerden ötürü faaliyetlerini Karadeniz’den Baltık Denizi’ne kaydırmasına neden olacaktır. Bütün bu durumlardan sonra Kanal İstanbul’un neden yapılması gerektiğini ben bulamadım."

KANALIN AMERİKA VE İNGİLTERE’YE ETKİSİ

Hukukçu ve büyükelçi Dr. Rıza Türmen’in ardından konuşan Emekli Tuğamiral Türker Ertürk, Kanal İstanbul’un bir ucube olduğunu vurguladı. Kanal İstanbul’un sorunlar yumağı olduğunu kaydeden Emekli Tuğamiral Ertürk, 2011’den beri bu projeyle mücadele ettiğini söyledi. Ertürk, sözlerine şöyle devam etti:

"Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışılması, değiştirilmesi ve hatta iptali, Amerika ve İngiltere gibi 1982 yılında kabul edilen transit geçişe olanak sağlayan anlaşmayı uygulamak isteyen ülkelerin lehine durumda. Kanal, Amerika’nın tüm dünyada rahatça giremediği tek deniz olan Karadeniz’de, hakimiyetini artırma sonucunu doğuruyor. Kanalı ne kadar geniş olursa olsun, kanal ne kadar geniş olsa da olsun İstanbul Boğazı’nın kadar çok imkan sağlayamaz. Kanalın yapılması veya yapılmamasına yönelik kararlar, Genelkurmay gibi ülkenin sahip olduğu kurumların görüşü alınarak yapılmalı."

KENTE KARŞI İŞLENMİŞ BİR SUÇ

İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu, tartışmaların en iyi yayının tüm ulusa Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni öğretmek olduğunu söyledi. Durakoğlu, kanalın kente karşı işlenmiş bir suça teşebbüs aşamasında olduğunu belirterek, “Kenti yönetenler, iktidarın siyasal faaliyetlerine karşı çıkıyor. Bu durum, çokça görülmemesi ile birlikte çok değerli bir önem taşıyor. Avrupa Kentler Şartları’nda yer alan kentli kavramı açısından bakmak istiyorum. Kanal İstanbul projesi, daha önceden imzalanmış olan uluslararası sözleşmelerin karşısında yer alıyor. İnsanların gece yarısına kadar ÇED Raporu’na itiraz için sıralarda beklemesini kentliler unutmamalı. Büyük bir hukuksuzluk hüküm sürüyor. Kanalın yerleşim alanlarını da dahil etmesinin davaları artıracağını öngörüyorum. Baromuz bu konunun takipçisi olacaktır” dedi.

BOĞAZLARDAKİ GEMİLERİN EMNİYETİ

Son konuşmacı emekli kılavuz kaptan Saim Oğuzülgen, Lozan’dan önce bize dayatılan boğazlarla ilgili sözleşmenin 13 yıl ülkemizde hüküm sürdüğünü belirtti. Denizlerdeki bağımsızlığın Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile geldiği söyleyen Oğuzülgen, Boğazlar’ın bazı ülkelerce uluslararası görülmek istendiğini ifade etti.

(İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Aksaray'da işçileri taşıyan servis kaza yaptı: 16 yaralı

SONRAKİ HABER

Yerel mahkeme: İsrail polisi ve İç İstihbarat Servisi işkence uyguluyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...