29 Aralık 2019 00:36

Dünyanın eylemi

Dünya emekçileri, çeşitli savrulmaların bedelini ağır ödedikleri süreçlerden dersler de çıkarıyor…

Fotoğraf: Jonatan Rosas/AA

Paylaş

Nuray SANCAR

2011 yılında Tunus’ta kendini yakan Muhammed Buazizi, 2008 krizinin hasarını ödemekle yükümlü dünya yoksullarının tahammül sınırına geldiğini göstermişti. İşsiz gencin ölümünün tetiklediği isyanlar Tunus ve Mısır’da diktatörler devirerek Arap dünyasında yayılırken Yunanistan, İngiltere, ABD, İspanya gibi ülkelerde de işgal hareketleri ortaya çıktı. Neoliberalizmin özelleştirme, sosyal hakların budanması ve güvencesizlik gibi üç başlık altında toplanacak yeniden düzenleme kriterlerinin şiddetine maruz kalmış halkların başlattığı hareket, 2013’te Türkiye ve Brezilya’ya da sirayet ettikten sonra sönümlenirken örgütsüzlüğe ve programsızlığa çare arayışı, sonradan hareketi yatıştırmaktan başka bir işlevi olmadığı anlaşılan Syriza, Podemos gibi iğreti birliklerle yanıtlanmaya çalışılıyordu. Gelgelelim bunlar halkların, hareketin ilk dalgasında hem nefesleri yetmediği hem de acımasızca bastırıldıkları için geleceğe aktardığı tatmin edilememiş talepler bakiyesini, arasına katmerlenmiş bir örgüt sorununu da ekleyerek büyütmenin ötesinde işlevli olamadılar.

2019 yılının sonbaharında Latin Amerika merkezli başlayan, öte yandan Irak, İran, Sudan, Lübnan, Finlandiya gibi ülkelerdeki, toplamına bakıldığında küreye serpiştirilmiş gibi duran, yönelimleri itibarıyla birbirinden farklı, ama daha en baştan ortak nedenlere dayalı hareketler bu birinci dalga halk hareketlerinin çeşitlenmiş devamı olarak ortaya çıktı. Her ülkenin kendine özgü dinamiklerinin yön ve şekil verdiği eylemler, dünyanın mevcut düzenine karşı, kendisine bir kanal arayarak patlayan birikmiş öfkenin ortak alametlerine sahip.

Irak ve Lübnan’ın sırlarını bölge gericiliklerine dayayan, emperyalizmin iş birlikçisi egemen sınıfları; yolsuzluk, su, elektrik vb. kamu hizmetlerinin yokluğu ve işsizlik, yoksulluk gibi hayati konuların birleştirdiği bir nüfusla karşı karşıya geldiler. Milyonlar örneğin Irak’ta güvenlik güçlerinin ateşi altında çok sayıda insanın ölmesine rağmen meydanları boş bırakmadı. “Mesele mezhep meselesi değil, Irak meselesi” diyerek Şii iktidara karşı sokağa çıkan Şiilerin ya da İran’da olduğu gibi “İslam cumhuriyeti istemiyoruz” diye haykıranların buluştuğu eylem zemini, kurumsal hiyerarşisini ve bölüşüm sistemini mezhep kliklerinin boy ölçüşme biçimine göre oluşturmuş rejimler için ciddi bir tehditti. İşgal, savaş, ambargo, mezhep çatışmalarından yılgın ve yorgun coğrafyadan politik sistemi şiddetle eleştiren kararlı ve bambaşka bir ses yükseldi.

21. YÜZYIL SOSYALİZMİNDEN KALAN

Ortadoğu’da yoksulların Şii ve Sünni iki hilale sıkıştırılıp iki özel talep kümesine bölünmesiyle yürütülen rejimlerin Latin Amerika’daki muadili, halkın iki ayrı hakim sınıfın çekim alanına girmesini kolaylaştıran; ezilen kesimleri kimliklerine göre kendisine hapseden sol ve sağ popülist siyasetlerdir. Ki ara renklerin iki uca doğru açılan iki partide massedildiği siyasi biçim, dünya siyasi sisteminin de genel bir eğilimi haline gelmektedir.

2000’li yılların başında Chavez’in iktidara gelmesiyle başlayan sol iktidarların devri, 2015’ten beri neoliberal politikaları sadakatle uygulayan 21. yüzyıl sosyalizmi liderlerinin yolsuzluk, haksız servet birikimi, rüşvet vb. mekanizmalarının başında olmasının yol açtığı siyasi erozyonla kapanıyor. Liderlerin bazıları hapiste, bazıları darbelere maruz kaldılar. En uç biçiminde ise Brezilya’da 15 yıl önce sırayla Lula ve Dilma Rousseff gibi solcu gerillaların çıktığı sandıktan şimdilerde faşist Bolsonaro’nun çıkmasıdır.

Şili halkının başlattığı meydan/sokak eylemleri kısa zamanda kıtaya yayıldı. Uruguay, Haiti, Nikaragua, Ekvador, Meksika ve Kolombiya’da iş, adalet ve hürriyet isteyen milyonlarca insan sokaktaydı. Tam bu sırada Bolivya’da gerçekleşen darbe ile Morales, rakipleri tarafından iktidardan alındı, lider ülkesini terk etti. Halk darbeciler ve Moralesçiler olarak ikiye bölünürken hâlâ en zenginlerle en yoksulların arasındaki uçurumun aynı derinlikte seyrettiği, halkların birbirine karşı kutuplaştırıldığı Bolivya gibi bir ülke üzerinden, kendisi de varlığını bu kutuplaşmaya bağlamış görünen 21. yüzyıl sosyalizmi, vadedecek hiçbir şeyinin kalmadığını ilan ederek miadını dolduruyordu.

Ne var ki kıta emekçilerini sol ve sağ iki egemen sınıfın popülist söylemlerinin peşine takılmaya zorlayan siyasal düzende üçüncü alternatifin; antiemperyalist, antikapitalist, demokratik seçeneğin zayıflığı, emekçilerin beklentilerinin iki seçenek tarafından araçsallaştırılmasını kolaylaştıran bir etken olmuştur. Nihayet rejimin çözemeyip biriktirdiği sorunlar, yeni bir sığınak olarak, eski paslı bir kasap bıçağını, Bolsanaro’ları işaret edebilmektedir.

Halkın birikmiş tepkisinin sağda radikalleşmesi Latin Amerika’da önce Maduro’ya, sonra da Bolivya’da Morales’e yönelik darbenin düzenleyicilerinin hayali değildir sadece. Geçen yıl Fransa’da Sarı Yelekliler eyleminin ilk çağrıcısının Le Pen olması, aşırı sağ partilerin, harekete geçmeye yatkın kesimlerin taleplerini istismar ederek bir kaldıraç haline nasıl getirebildiklerini gösteriyor. Fakat Sarı Yelekliler hareketi sokağa teşvik eden partiye yedeklenmeden, kendi kendini örgütleyen bir hareket olarak yoluna devam etti. Ardından başlayan grevler ve meydan hareketleri başlangıçtaki çağrıdan eser taşımıyordu artık.

Fransa’daki son eylemlerle aralıkta Finlandiya’da 100 bin işçinin greve çıkması popülist liderlere, akımlara, çarpıtılmış talepler üreterek emekçileri kendi faşizan siyasetlerine payanda yapmaya çalışan egemen güçlere karşı; bağımsız bir emekçi hareketinin de bir puslu havada kendine yol aradığını gösteriyor. Ekvador, Haiti, Şili ve Kolombiya’da iktidarlara kısmen geri adım attıran, halk hareketlerinin disiplinli seyrini güvenceye alan iyi kötü bir örgütlülük vardı. Kimi yerde sendikalardan kimi yerde sol eylem birliklerinden, komünist partilerden güç alan eylemler devlet güçlerinin kısmen geri adım atmasını kolaylaştırdı.

Şimdi şu söylenebilir; milenyumun ilk yirmi yılında bir yandan sol ve sağdan gelen ajitasyonlara, onları çeşitli burjuva kliklerle aynı saflarda buluşturabilen kimlik ve mezhep eksenindeki istiflenmeye açık bir profil gösteren dünya emekçileri, çeşitli savrulmaların bedelini ağır ödedikleri süreçlerden dersler de çıkarıyor. Fakat neoliberal saldırı paketlerini uygulamak bakımından sağdan hiç farkı kalmamış düzen solu partilerin peşine takılıp uğradığı hüsrandan, nüfusun, Johnson ve Trump’a oy verme seçeneğini de çıkarabildiği bir süreç bu.

Dünyanın eskisi gibi dönmesinden emekçiler kadar onları sömürenlerin de memnun olmadığı, iki yüzyıllık siyasi sistemin kurumsal bir krize girdiğinin de işareti olan böyle bir tablodan nasıl çıkılacağını her iki kesim için de sokaklar belirleyecek gibi görünüyor. Sokağı fethedenin geleceğin sahibi olacağını idrak ettiğimiz bir eşikte, ilk yirmi yıl için, emekçiler için sağlam bir tecrübe okuluydu denebilir.

ÖNCEKİ HABER

Hamile eşini 9 yerinden bıçaklayan erkek hakim karşısına çıktı

SONRAKİ HABER

Sabah’ın “İBB’nin CHP’li üyeleri Kanal İstanbul lehine oy vermiş” haberi yalan çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa