03 Ekim 2012 15:27

Hikayesiz menemen de mahalle de olmaz!

“Hikayesiz menemen bile olmaz” diyor bir Ermeni aşçı. Oysa terk etmek zorunda bırakıldığımız mahallelerimiz, evlerimiz, yaşam kültürümüzle hikayesiz bir toplum haline geliyoruz belki de. Savaş yüzünden, yoksulluk yüzünden, ekmek kavgası, kentsel dönüşüm yüzünden… Altıdan Sonra Tiyatro hikayel

Hikayesiz menemen de mahalle de olmaz!
Paylaş
Ayşen Güven

“Yokuş Aşağı Emanetler”, Alman tiyatro topluluğu Lokstoff! ile Altıdan Sonra Tiyatro’nun birlikte TANDEM kapsamında gerçekleştirdiği ortak bir yapım. Sokakta tiyatronun bu halini deneyimlemenin cazibesi bir yana, sokağa karışmış oyuncularla seyircinin zaman zaman yer değiştirdiği oyun güncel bir meseleye dokunuşuyla çarpıcı ve güçlü bir metine de sahip.
5, 9 ve 12 Ekim tarihlerinde 20.30’da ve 3 Kasımda Galata Perform Görünürlük Projesi kapsamında da saat 14.00’te oyun sergilenecek. Açık havada oynandığı için havaların soğumasıyla beraber “Yokuş Aşağı Emanetler” bir sonraki sezona kadar tatile çıkacak.
Biz bu sezona yetiştik ve hatta yönetmeninden oyuncusuna sokakta tiyatroyu, kentsel dönüşümü, hikayelerimizi konuştuk. Küçük bir tüyo daha, hep beraber türkü tutturmak ciddi bir eylemdir: “Darıldın mı cicim bana/ hiç bakmıyorsun bu yana...” diye mırıldanırken yokuşa tırmanmaya başlayabilirsiniz.

GERÇEK İNSANLARI GÖSTERDİK

Sokakta tiyatro fikri nasıl çıktı ortaya? Oyunculuk ve reji bakımından ne gibi farkları var?
Yaman Ömer Erzurumlu (Oyunun Yönetmeni): Oyunu beraber tasarladığımız Lokstoff! 10 yıldır hep açık alanlarda tiyatro yapıyor. Dolayısıyla onlar bilgi birikimlerini getirdiler buraya biz de Türkiye’deki hikayeleri ve oyunculuklarımızı sunduk. Ve ilk defa İstanbul’un sokaklarına taşıdık bir oyunu. Bu kapalı sahnedeki oyunculuktan çok daha farklı. Oynarken hem seyirciyle hem de şehirle farklı bir etkileşim halinde olmanızı gerektiriyor. Çünkü şehirden soyutlayamadığınız bir sahnedesiniz. Oradan geçen bir yayayı, arabayı, o günkü hava şartlarını, ışığı... Bunların hepsini bir şekilde oyununuza yedirmeniz gerekiyor. Bizim açımızdan en yeni olan tarafı, işte bu etrafa açık olan oyunculuk haliydi.

Almanya’da tiyatro yapan bir toplulukla ortak bir hikaye kurmakta zorlanmadınız mı?
Pek zorlanmadık. Bizdeki kadar dramatik olmasa da Stutgart kenti de bir dönüşüm yaşıyor. Onlarda da yöneticilerin, çok eski binaları yıkıp yerine modern ve yeni binalar yapmak gibi bir takıntıları var. Hatta bu durum bir önceki hükümeti, iktidardan indirdi. Ve beraber masa başına oturduğumuzda hem Stuttgart’ı hem bizi ilgilendiren ortak ne bulabiliriz dediğimizde bu proje ortaya çıktı. Ve biz dedik ki; İstanbul’da bunu çok daha derinden hissediyoruz. Mahalleler, belli yaşam formları yerinden ediliyor… Güncel ve ele almamız gereken bir iki tane konudan biriydi. Hikayemizi oluşturmaya başladığımızda onlar geçmişten karakterler söylüyorlardı, bizimkilerse bugündendi. Eğer hayaletler teması üzerinden gideceksek bizim hayalet gibi davrandığımız ama hâlâ hayatta olan binlerce insan var: kağıtçılar, Tarlabaşındakiler, Sulukule’de mahallelerinden edilip sonra hiç tanımadıkları evlere tekrar geri sokulmaya çalışılan insanlar… Bunu kentsel dönüşümün bir sonucu olarak göstererek dedik ki; bakın siz bu insanları görmüyorsunuz, yokmuş gibi davranıyorsunuz ama onların da en az sizin kadar açık hikayeleri var; aşık oluyorlar, onların da özledikleri şeyler var, onların da kendilerine göre bir hayatları var. Mesela metindeki Ermeni aşçı; o gerçekten Ermeni bir kadının Takui Toymasyan’ın yazmış olduğu bir yemek kitabından alıntı. Bir kağıt toplayıcısı var bu da kağıt toplayıcıların çıkarmış oldukları “Katık” dergisindeki hikayelerden alındı. Bu hikayeler zaten vardı bizim yaptığımız bunları görelim artık demekten başka bir şey olmadı. Üzerine bir de Lokstoff’un gösterim biçimini aldık ve “Yokuş Aşağı Emanetler” çıktı ortaya.

GENÇ BİR SEYİRCİ KUŞAĞI OLUŞTURDUK

Sizin Almanya’da sokakta tiyatro deneyiminiz daha eski. Salondan çıkıp sokakta oynamak fikri cezbedici mi geldi? Öyleyse neden?
Wilhelm Schneck (Oyunun Yönetmeni): Uzun zamanlar kapalı alanda, sahnede oyunculuk yaptık. Orada tiyatrocuların hep aralarında konuştukları bir şeydi dışarıda oynamak. Bunun sohbeti yapılır ama bu hiç bir zaman gerçekleşmezdi. Ve öyle bir noktaya geldi ki, tiyatroya geldiğimiz zaman sahnenin kokusundan o gün Shakespeare mi var, Moliere mi var, ne oynanacak bunu hissediyorduk. Biraz da gençtik, heyecanlıydık… Sokağa çıktık. Ondan sonra da havalimanları, metro istasyonları, meydanlar her yerde oynamaya başladık. En büyük avantajı, zaten var olan seyirciye ulaşmanın yanı sıra, sokakta gençleri yakalayabilmemiz oldu. Dışarının gerçeğiyle tiyatroyu bir arada görmekten heyecan duydular.  Ve geçen on yıl içinde seyircilerimiz gençleşti, yeni bir seyirci kuşağı oluşturduk.
(İstanbul/EVRENSEL)


SOKAĞA AİT İNSANLAR SOKAKTAN KOVULUYOR

Sizler için sokakta oynamak nasıl bir deneyim? Seyircinin ve sokağın tepkisi nedir?
İsmail Sağır (Oyuncu): Ben Katık Dergisi’nden uyarlanan bir karakteri “kağıtçıyı” oynuyorum. Sokakta oynamanın farkı için şunu söyleyebilirim, biz sahnede baya güvenli yerdeymişiz. Sahnedeyken seyirci karanlıkta biz aydınlıktayız seyirci yerini biliyor biz yerimizi biliyoruz. Ama sokak öyle değil. Sokaktan gelen geçen bir de benim kocaman -kağıtçıların gerçek arabalarından- var ve onu kullanmak aynı anda araçlara yol vermek biraz zor oluyor. Bir o kadar da keyifli. Bizim kendi oyunculuğumuza da yakın galiba bu, orta oyunu düzenine de. Doğaçlamaya çok açık; seyirciyle, yoldan geçenle etkileşim açısından da bizim kültürümüze çok uygun. Bu bir başlangıç oldu eminim bundan sonra da devam edeceğiz.
Gülşah Fırıncıoğlu (Oyuncu): Dudu karakterini canlandırıyorum ben. Oyunculuğunuzu çok zorlayan bir tarz. Hiçbir oyun diğerine benzemiyor hepsi ayrı bir sürpriz oluyor. O yüzden bizim için  çok keyifli. Ekiple olmak da çok güzel.
Sinem Öcalır (Oyuncu): Benim için gerçekten enteresan olan şey dışarıda, sokakta olmak. Ben oyunun girişinde pek de oyuna dahil olduğu anlaşılmayan bir karakterim. Dolayısıyla sokaktan benim karakterime yaklaşımlar çok enteresan. Onu gözlemlemek onu deneyimlemek. Çok enteresan ve her seferinde seyircinin değişmesi belki seyircinin de beşinci oyuncu olarak orada yer almasını sağlıyor.
Selen Şeşen (Oyuncu): Benim oyunda anlattığım bir hikayem yok. Oyunculuk açısından inanılmaz bir deneyim. Aslında sokağa ait biri olarak oynuyorum ve sokaktan kovuluyorum. Ve gerçekten bunu çok insan yaşıyor.


İSTANBUL’DA 24 SAAT NASIL YAŞIYORSUNUZ?

Peki siz İstanbul’la Stutgart sokaklarından tiyatro yapmayı kıyaslarsanız ne
söylersiniz?
Kathrin Hildebrand (Oyuncu):
Stutgart’ta daha fazla evsiz insan var. Oynadığımız yer bir metro istasyonu ve oyun içine çok net oturuyor. Burada öyle değil. Yirmi kat daha fazla insan yirmi kat daha fazla trafik yirmi kat daha fazla gürültü var. 24 saat nasıl yaşıyorsunuz bu kentte nasıl başarıyorsunuz merak ediyoruz? Mesela Almanya’daki insanlar bu tür çalışmalara daha mesafeli. “Ne oluyor orada bir şey mi oluyor” diyorlar sonra “Ya boş ver geç git sen işine” tavrı var. Türklerse hemen orada ne oluyor diye gelip bakıyorlar, yaklaşıyorlar. Buradaki seyircilerle/insanlarla ilişkiye geçmek daha kolay.

ÖNCEKİ HABER

‘Yeni bir yazı biçimi yaratmaya çalışıyorum’

SONRAKİ HABER

Fabrika atıkları halk sağlığını tehdit ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa