05 Mayıs 2018 00:03

Trump, Avrupa’ya kendi gündemini dayatıyor

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta, ABD Başkanı Donald Trump’ın AB’ye yönelik gümrük yaptırımlarında kararlı olması gündemi ön plana çıktı.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, ABD ziyaretlerinden eli boş dönmeleri ve Trump’ın AB’ye yönelik gümrük yaptırımlarında kararlı olması bu hafta da Almanya’nın ana gündemini oluşturdu. Gazeteler Avrupa Birliği’nin ABD Başkanı Donald Trump’a “Ne kadar taviz vereceğini iyi bilmesi gerektiği”ni yazıyor. Die Zeit’teki yorumda ise AB’nin ABD’ye yönelik karşı yaptırımları hayata geçirmesi ve Trump’ın politikasından memnun olmayanlarla kendi müttefik ağını oluşturması tavsiye edildi. 

Bu hafta İngiltere basınında, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun İran’a yönelik suçlamaları ve İran’ın nükleer silah programı hakkında yalan söylediği iddiaları gündemdeydi. The Morning Star gazetesi, İsrail’in İran’a yönelik saldırıyı meşrulaştırmaya çalıştığını belirtti ve süreci Irak’ın işgali öncesine benzetti. 

Fransa’da ise Paris’te ki 1 Mayıs gösterilerinde yaşanan çatışmalar son günlerin önde gelen gündemleri arasında. Yüzlerce otonomcu/anarşist grubun (Black Blocs adını taşıyorlar) “kapitalizmin sembollerine” saldırmaları ve polisin de bunu fırsat bilerek sendika kortejlerine saldırması ve yürüyüşün bitirilmesi tartışılıyor. Cumhurbaşkanı Macron ve hükümet de bu durumu kullanarak sendika ve siyasi partileri karalamaya başladı. Regards dergisinden çevirdiğimiz yazıda bu grupların eylemlerinin kime hizmet ettiği konusu işleniyor. 


ABD ÇÖKMÜŞ FALAN DEĞİL

Michael THUMANN
Die Zeit 

Bağırıyor, çağırıyor, dünyaya kabadayılık yapıyor ama başarılı oluyor. Donald Trump, şantaj politikasıyla herkesi dize getiriyor: Kore’de Kuzey ve Güney Kore devlet başkanları kucaklaşıyor, en güçlü Avrupalılar Merkel ve Macron ticari yaptırımları engellemek ve İran nükleer sözleşmesini kurtarmak için Washington’u ziyaret ediyor. Ülkesinde epey stres yaşayan Trump, dış politikada görmezden gelinemeyecek parlak bir çizgi izliyor. 

Tüm kabalığına rağmen Trump’ın başkalarının zayıf noktalarını keşfedip oradan vurma konusunda başarılı olduğunu kabul etmek zorundayız. İran atom sözleşmesinde, bu sözleşmeyi kendinden önceki ABD Başkanı Obama’nın imzalamış olmasından hiç de rahatsız değil. Obama’nın imzaladığı sözleşmenin belli bir son kullanma tarihi var. İmzalanmasından 10 yıl sonra bazı bölümlerinin üzerine yeniden pazarlık yapılmak zorunda. İşte Trump bu boşluğu yakalayarak ilerliyor. Avrupa ile ticarette de aynı; Trump, aralarında Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) da bulunduğu kurum ve devletler tarafından eleştirilen Almanya’nın ihracat fazlalığına öfkesini kendi tarzında gösteriyor. 

ABD’nin dünya liderliğine veda ettiği söylemleri için daha çok erken. Amerika Birleşik Devletleri, askeri ve ekonomik açıdan en güçlü devlet olarak dünyanın biçimlendirilmesinde belirleyici bir rol oynuyor. Çünkü çok sayıda çok taraflı sözleşmenin yaratıcısı ve garantörü. Çünkü dünyanın en büyük finans sektörüne sahip. Çünkü küresel bağlanmış dünyanın odak noktası. İşte bu nedenle Trump’ın nükleer anlaşma, uluslararası ticaret ve mali yaptırımlarla ilgili olarak savurduğu tehditler yaptırım gücüne sahip. En azından şimdilik...

ABD’Yİ GÜÇLÜ KILAN ANLAŞMALARI GEÇERSİZ KILIYOR

Ancak şimdiki bu güç, paradoks olarak geleceğin güçsüzlüğünü doğuruyor. Donald Trump, Amerika’yı güçlü yapan uluslararası sözleşmeleri geçersiz kılarak ülkenin küresel düzlemde odak noktası olmasını riske atıyor. Bağırarak, tehditler savurarak, şantajla belli bir süre daha gücünü koruyabilir ama aynı şekilde devam ederse diğer ülkeler bağışıklık kazanırlar ve fatura ABD’ye kesilir. 

Örneğin Çin, başarılı şekilde, kendini serbest ticaretin ve eşit koşullarda ekonomik ilişkinin kalesi olarak gösteriyor. Tabii ki utanmazca bir yalan bu ama Trump’ın korumacılığı ürküttüğü için etkili oluyor. Ayrıca boş durmuyor, ABD’yi dışlayarak, Avrupalıların da katıldığı Asya Yatırım Bankası gibi uluslararası kurumlar kuruyor. 

Avrupalılar da Trump’ın meydan okumalarına kendi tarzlarıyla cevap vermek zorundalar. Eğer Trump’ın dediği gibi ABD, Avrupa Birliği’ne gümrük cezaları uygularsa Avrupa da ABD’ye karşı acı verecek gümrük cezaları uygulamalı. Buna ek olarak AB, ABD dışındaki ülkelerle kendi müttefik ağını oluşturmalı. Kanada ile serbest ticaret antlaşması hemen imzalanmalı. Japonya, Singapur ve Meksika ile imzalanacak sözleşmeler de bunu izlemeli. 

İran Nükleer Sözleşmesi Ortadoğu’daki nükleer dengeyi sağlıyor. Eğer Trump sözleşmeyi iptal ederse İran’ın karşıtları olan Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye nükleer silahlarıyla silahlanabilirler. Dünyadaki gelişmelerin Amerikasız nasıl olacağı Suriye örneğinde görülüyor;  savaş sonrası düzen Rusya ve İran tarafından belirlenecek, Trump ise en hızlı şekilde bölgeden ayrılanacağını açıkladı.  

ABD’NİN YALITILMASI KOLAY DEĞİL

ABD’nin dünyadan yalıtılması, Pekin ya da Moskova’da hayal edildiği gibi kolay ve mümkün olmayacak. Yalıtılamayacak kadar büyük bir ülke çünkü. Ancak Trump başka ülkelere baskı yapmaya devam ettikçe ülkesi, kendinden önceki başkanların yüzyıllar boyu çaba harcadığı dünya lideri ve ülkeler arası hakem olma fonksiyonunu kaybedecek. 
Trump karşıtlarının problemi, kısa vadeli başarılarının başarısızlıklarının üstünü örtmesi. Kore’de el sıkışmalar, Suriye’de kimyasal silah deposuna atılan bombalar, Kudüs’te Amerikan konsolosluğunun açılmasına karşı Filistinlilerin sessiz kalması... Bu başarılarla hava atan Trump belki bir sonraki seçimleri de kazanacak. Ancak ondan sonra gelen başkanlar, birçok ülke sırtını döndüğü için zayıflamış olan bir ABD’yi yönetmek zorunda kalacaklar. 

(Çeviren: Semra Çelik)


TRUMP VE NETANYAHU’NUN ORTADOĞU’DA SAVAŞ BAŞLATMASINA İZİN VERİLMEMELİ

The Morning Star

ABD’nin iki Kore devletinin barış adımlarını onaylaması, Başkan Donald Trump’ın barış için bir tehlike saçtığı gerçeğini değiştirmiyor.
Trump, “İran yalan söyledi” diye tuhaf bir basın açıklaması gerçekleştiren İsrail Başbakanı Netanyahu için coşkulu bir karşılama gerçekleştirerek Ortadoğu ve merkez Asya halkları için ciddi tehlikeler oluşturduğunu bir kez daha gösterdi. Gerçekler yüzlerine fırlatılsa bile, Trump ve Netanyahu gerçekleri görmemek için büyük çaba içindeler, yanı sıra, İsrail lideri kendisine yönelik yolsuzluk suçlamasını tartışmamak için gündeme olmadık şeyler atıyor.

Netanyahu’nun iddialarına göre, İsrail istihbaratının İran’dan elde ettiği bilgiler, İran’ın nükleer silah programını yeniden uygulayacağını kanıtlıyor. Asıl gerçek ise Tahran’ın bunu yapmadığı ve böyle bir çıkışlarının da olmadığı. İran, ABD, Britanya, Çin, Fransa, Almanya ve Rusya’nın imzaladığı uluslararası antlaşma, ortak bir eylem planı ve (Joint Comprehensive Plan of Action - JCPOA), böyle bir girişimin önünde engel oluşturuyor.
Netanyahu’nun gösterisi, (ABD’nin) Eski Dışişleri Bakanı Colin Powell’in 2003’de Birleşmiş Milletlerde yaptığı konuşmayı hatırlatıyor. İşgalin gerekliliğine ikna etmek için ABD istihbaratı aracılıyla Irak’ın illegal silah programıyla ilgili bilgi vermişti.O zamanlar BM Güvenlik Konseyi ikna olmamıştı, yine de işgal gerçekleşti ve ancak Irak yıkıldıktan, yüz binlerce sivil insan öldükten sonra gerçekler ortaya çıktı; “istihbarat” birisini suçlu göstermek için atılmış bir adımdı. 1964’te benzer bir gelişme gerçekleşmişti. ABD’nin Vietnam’a yönelik daha geniş bir askeri saldırıyı meşrulaştırmak için, Kuzey Vietnam donanma gemisinin, USS Madox gemisine saldırdığını iddia edilmişti.

Netanyahu’nun, Tahran yalan söyledi ve nükleer programını yeniden hayata geçirmek istiyor  iddiası inandırıcılık sınavından geçemiyor.
İran, cansız ekonomisini canlandırmak için ticaret ve yatırıma yönelik yaptırımları kaldırmak için sabırsız. BM Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (International Atomic Energy Agency), nükleer gözlemci kurumuyla ve JCPOA imzacılarıyla arayı açmak, İran için, intihar bazında bir macera olur.

Trump ikna olabilir, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Netanyahu’nun iddiaları konusunda ikna değil. Kurum, 2009’dan itibaren İran’ın nükleer silah için harekete geçtiğine dahil inandırıcı bir kaynak bulunmadığını yineledi.

Washington’un Avrupalı NATO müttefikleri Fransa, Almanya, hatta Britanya Dışişleri Bakanı Boris Johnson, İran nükleer anlaşmasının İran’ın niyetine bağlı olmadığını itiraf etmek zorunda kalmıştı.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu denetleyicileri, İran nükleer programını önceden görülmemiş boyutlarda denetleme hakkına sahip.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel, JCPOA anlaşmasını geçerli kılmak ve İran’la ilgili diğer kaygıları giderebilmek için, geçen hafta ABD başkanını ziyaret etmişlerdi. Trump, Avrupalı müttefiklerine mi, yoksa İran’a savaş açmak isteyenlere (Netanyahu’nun tercihi bu yönde) mi inanmak konusunda halen kararsız görünüyor.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın bölgedeki güçler tarafından silahlandırılan, eğitilen ve maddi destek sunulan cihatçı birliklere karşı yürüttüğü savaşa destek sunan İran güçlerine yönelik İsrail’in hava saldırıları, endişe verici ve tehlikeli kızışmalara neden olabilir.
Paris, Berlin ve Londra’nın, JCPOA’yı desteklemek için birlik olması ve Tel Aviv’in yürüttüğü askeri pervasızlığına dahil olmaması için Washington’u ikna etmesi gerekecek.

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)


PARİS’TE 1 MAYIS: PARAMİLİTER BURKAYA BÜRÜNMÜŞ LÜMPEN GÖSTERİCİ

Guillaume LIEGARD
Regards 

Görüntüler televizyonlarda dönüp dönüp ekranlara getiriliyor: Otobüs durakları paramparça, otomotiv mağazası yağmalanmış, McDonald’s da yangın çıkartılmış. Neden bunları göstermesinler ki? Bu tür görüntülere kesintisiz haber veren kanallar bayılıyor. Siyasi olarak bunların alet edilmesi ve kullanılmasından da öte olaylar, ama gerçek ve göz ardı edilemez; Paris’te bu 1 Mayıs gerçek anlamda “Black Blocs” ve diğer otonomcu hareketler tarafından müsadere edildi. 

Toplumsal hareket, Macron’un siyasetine karşı talepler bir yana atıldı ve yerini çok üzücü ve tamamen karşı kesime hizmet eden bir şehir gerillasına devretti. Tamamen siyahlara bürünmüş, yüzü kapalı, sırtında o vazgeçilmez çantasıyla o anlamlı günün “kahramanları” paramiliter burkaya bürünmüş gibilerdi. 

Uzun zamandır bugünü bir çatışma gününe çevirmek istediklerini açıkça ilan etmiş olmalarına rağmen polis bu “Black Blocs”ları önceden hafife mi aldı? Bu soru meşru bir sorudur. Polis olay günü ipi elinden kaçırdı mı yoksa bilerek işin büyümesine göz mü yumdu? Bu konu önemsiz değildir. Zira, Unsa Sendikasının Polis Örgütlenmesinin Ulusal Sekreteri David Michaux “Bir hareketlenme olduğunda derhal müdahale etme emri vardı genel olarak, fakat tam da bu olayda emirler hemen gelmedi” diye belirtiyor ve insanın kafasında her türlü soru işaretleri bırakıyor. Bu tür olayları siyasi iktidarın kullanmaya çalışması daha önce de görülen ve bilinen bir şeydir. Fakat buradan da komplocu bir tavra düşme saçma ve yanlıştır, bu olayların ardında (İçişleri Bakanı) Gerard Collomb değil, genel de “ultra sol” diye adlandırılan bir hareket vardır. Tüm parazitlerde olduğu gibi bu da var olan bir mücadeleye saplandı ve belirtmek gerekir ki sosyal hareketin seyri hiç de onun umurunda değildir.  

Peki bu olaydan hangi sonuç çıkartmak gerekir? Soruyu sormak aslında cevabı da beraberinde vermek anlamına gelir. Ne o, hükümet panikledi mi? Yoksa Wall Street mi devrildi? O da olmadı (patronlar örgütü) Medef korkudan titremeye mi başladı? Kuşkusuz bunların hiçbiri olmadı, hatta tam tersi. Artan bir sayıda insan artık ailece yürüyüşlere katılmaya tereddüt edecektir, ve haklılık payları da yok değil. Uzaktan bakılınca bu nihilist şiddet, insanların var olan toplumsal mücadele ile mesafe koymalarına ve bir düzenin sağlanmasına, yani yeni demokratik saldırıların yürürlüğe koyulmasının istenmesine yol açacaktır. Şu yaptıkları başarıya bakın siz! 

MEŞRU ŞİDDET DEĞİL KÖR ŞİDDET

Devlete karşı şiddetin iyi anlaşılması ve meşru olması gerekir. Yaşanan olayda bunların hiçbiri yoktur, tam tersine kaygı verici bir şekilde kör şiddete yönelik bir hayranlık, hatta 19. yüzyılda Blankizmin temsil ettiği eğilime yönelik kontrolsüz bir yeni eğilim gelişiyor: Bu fikre göre küçük kararlı bir grup, halk kitlelerini ikna etme ve kendisine yaklaştırmaya gerek duymadan, kendi başına belirleyici zaferler elde edebilir. 19. yüzyıldaki Rus Narodniklerden İtalyan Kızıl Tugaylara kadar bu stratejinin çıkmaz bir yol olduğunu uzun yıllardır hepimiz biliyoruz. 
Buna rağmen, kabul etmek gerekir ki (1 Mayıs) yürüyüşünün önünde yürüyen bu kişiler her zamankinden daha kalabalıklardı. Bunu bir yere kadar olup bitenlere meraklı olma, hatta yaşananları izleme isteğiyle açıklanabilir, fakat gençliğin bir kısmında bunların yöntemlerini beğenmeyen fakat polisle çatışmalarından dolayı onlarla araya mesafe koymama eğiliminin olduğunu da görmek lazım. Bu eğilimin gelişmesinde kuşkusuz uzun yıllardır geleneksel mücadele yöntemlerinin sürekli yenilgiyle sonuçlanması ve bir kısım gençlik için öfke ve çaresizliğin büyümesinin rolü büyüktür. Sonuç itibariyle Black Blocklar ile birkaç yıl önce -özellikle de banliyölerde- liselere saldıran çetelerin fonksiyonları tamamen aynıdır: Toplumsal hareketi parçalama. 

Dün olduğu gibi bugün de bu tür eylemlerde, biraz abartılı bir şekilde de olsa  olumlu bir radikalizasyon görenler büyük bir yanılgı içindeler. Lümpen proletaryadan kurtuluş mücadelesi için en azından onun kadar zararlı olan artık lümpen gösterici ile karşı karşıyayız. Gelecek zaferler ancak bunlarla siyasi bir mücadele ve marjinalleştirerek mümkündür. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)

ÖNCEKİ HABER

ODTÜ yönetimi Onur Haftası’nı yasakladı!

SONRAKİ HABER

Çukurova Üniversitesi'nde iletişim kongresi: 'Medya baskı altında'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...