24 Ekim 2017 23:38

Ekim Devrimi’nde sanat

Marcelo Andocilla, Ekim Devrimi'nin 100. yılı dolayısıyla sosyalizmin inşası döneminde ulaşılan kültür ve sanata dair bazı gerçekleri yazdı.

Paylaş

Marcelo ANDOCILLA

Sovyet devriminin yüzüncü yılı nedeniyle, Sovyetler Birliği’nde bazı gerici güçlerce, sosyal demokrasi ve sözde sosyalistlerce cahilce, kötü niyetlerle ve karşı devrimci güçlerce sürekli olarak kötülenen; özellikle de Josef Stalin’in önderliğindeki sosyalizmin inşası döneminde ulaşılan ve kendini dünya çapında ortaya koyan kültür alanındaki bazı gerçeklere değinmek istiyorum. Bunlar gerçeğine tam tamına uymayabilir fakat gerçekte ve öykülerinde Rus halkının kolektif zaferini ortaya koyuyor. Bu olaylar ve doğrulukları, gizli Sovyet arşivleri açıldıktan sonra, onlarla ilgili gerçeği kabul etmek zorunda kalan antikomünist kökene sahip olanların da içinde bulunduğu bazı yazarlarca bir araya getirildi. Bu verilerin bazılarının doğruluğu, aralarında Marcou Lilly, (Stalin’in Özel Yaşamı, El Ateneo, Buenos Aires, 2014) Bellami Chris (Mutlak Savaş, B.S. Barselona, 2011), Santos Anselmo’nun da (Büyük İnsan Stalin, Edhasa, İspanya, 2012) bulunduğu yazarlarca kabul ediliyor. 

LENİNGRAD ONURUNA SENFONİ

Bolşoy Orkestrası

1941’de hızlı bir askeri operasyona girişen Alman ordusunun saldırısı başkent Moskova ve devrimin sembolü olan Leningrad (Bu kentin 16 kilometre yakınına kadar geldi) kapılarına ulaştı. Komünist Parti Bürosu ve Stalin, Volga Irmağı kıyısındaki Kuibyshev’in tahliye edilmesi emrini verip olağanüstü hal ilan ettiler. Burası, Moskova’nın düşmesi durumunda resmi olarak olmasa da yedek başkent olarak belirlendi. Devlet ve Parti organları tahliye edildi. Öncelikle kültür dünyasının önemli şahsiyetlerinin kenti terk etmesi gerekiyordu. Moskova’nın en prestijli 4 tiyatrosunun bunu yapmasına karar verildi. Lenin Devlet Tiyatrosu, Gorki Sanat Akademisi Tiyatrosu, Küçük Akademi Tiyatrosu ve Vajtangov Devlet Tiyatrosu. 43 yolcu taşıtı ve 35 yük vagonu bu amaç için organize edildi. Bu sanatçılar arasında, Leningrad onuruna ünlü 7. Senfoni’yi yazan Besteci Shostakovich de vardı. 7. Senfoni daha sonra efsanevi Bolşoy Orkestrası tarafından yorumlandı ve ilk olarak yaşlı Toscanini’nin şefliğinde Londra’da Albert Kraliyet Salonu’nda çalındı.

Stalin’in isteği üzerine her ne pahasına olursa olsun Leningrad’da senfoninin ilk dinletisi gerçekleştirilecekti. Cepheye gitmesi uygun görülmeyen yaşlı müzisyenler bir araya geldiler; 9 Ağustos 1942 tarihinde Leningrad Büyük Flarmoni Salonu’nda çalmak için altı hafta boyunca prova yaparak tüm enerjilerini harcadılar. Senfoniyi tüm Leningrad sakinlerinin dinleyebilmesi için büyük hoparlörlerle güçlendirilerek radyodan yayımlandı. Senfoninin, Almanların, Baltık donanmasındaki zırhlı gemilere yerleştirilmiş 3 bin top fırlattıkları hatlarında da duyulduğu söylenir. Senfoni içindeki üflemeli, vurmalı çalgıların ritmi ve tambur vuruşlarının Almanların top seslerine karışıp bunları epik bir armoni içinde erittiği ve bastırıp susturduğu dile getirilir. Alexander Tvardovsky şiirinde şunları söyler: “Bizimkiler ateş ediyor. Şimdi, perde.” Birinci Leningrad kuşatmasının yarılmasından sonra Şair Olga Berggolts şunları yazar: “Canlarım ve uzaklar, duydunuz mu?/lanet kuşatma yarıldı/ rüya görmüyorum...öyle,öyle olmalı/o çok beklenen an yakın/ancak kızgın silahların küstah kükremeleri susmuş değil: hala savaştayız/ Abluka tam olarak bitmiş değil/ Hoşçakalın canlarım. Ben gidiyorum/ alışılmış, dehşet verici işime/ yeni bir yaşam için Leningrad’a.” 1939’da Shostakovich, sanat, bilim ve edebiyat alanında son beş yılın ilgili yaratımları için 3’den fazla birinci sınıf Stalin ödülü aldı; diğer ödül sahipleri Ve Durgun Akardı Don romanları ile Mikhail Sholokhov; Alexander Nevsky filmi ile Sergei Eisenstein ve I. Petro ile Alexei Tolstoy’dur

STALİN VE DON KİŞOT

Devrimden önce çarlık Rusya zamanında Gogol, Turgenyev, Dostoyevski, Don Kişot’un o zamana kadar yazılan en iyi kitap olduğunu düşünüyorlardı. Bu eser, Sovyet iktidarını inşa etmekte olan Sovyetler Birliği zamanında da güçlülere karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesinin simgesi haline geldi.  Dolayısıyla okullarda zorunlu ders olarak okutuldu.

Anotoly Lunacharski (1875-1933), devrimin başlangıcından 1929’a kadar, Halk Eğitimde Halk Eğitim Komiseriydi (Eğitim Bakanına eş değer); daha sonra Stalin tarafından İspanya elçiliğine atandı. Lunacharski, Bolşevik Devrimi’ni izleyen 5 yılda Özgürlüğüne Kavuşturulan Don Kişot’u yazdı. Eser, o zamanki Rusya’da olan simgeler ve benzetmeler (alegori) üzerine kuruludur: Don Kişot düke karşı yapılan bir ayaklanmada idam cezasına çarptırılan üç kişiyi kurtarır.

Stalin’in, halkını çok iyi tanıdığı söylenir. Ona göre hayalperest ve romantiktirler... Öyle ki onları Cervantes’in, ütopyanın simgesi olan kahramanına, Don Kişot’a benzetiyordu. Tıpkı Dostoyevski’nin Bir Yazarın Günlüğü kitabında Rus aydınları, sanatçıları ve halkı konusunda düşündüğü gibi... O zamanlar Sovyetler Birliği’nde Don Kişot’un 15 resmi dilde binlerce baskısı yapılmıştı. Hatta çocuklar Don Kişot’un dünyayı dolaşan ve haksızlıkları ortadan kaldıran bir Rus şövalye olduğuna inanmaya başlamışlardı. Cervantes, o zamanların Rusya'sında, İspanya da dahil olmak üzere başka herhangi bir ülkeden daha çok okuyucuya sahipti.

SOSYALİZMİN İNŞASINDA MİMARİ

Bir dönem Stalinist bir mimariden söz edilmeye başlandı. Kruşçev iktidara geldiğinde, Stalinistlerle dolu olduğunu düşündüğü Mimarlık Akademisini kapatıp Stalin Ödülü’nü kaldırdı. Leningradskaya otelinin üç mimarını, otelin Stalinist mimari aşırılıklar içerdiğini ileri sürerek Stalin Ödülü’nden mahrum bıraktı. Ancak 1990’lara gelindiğinde Stalin zamanının mimarisine ilgi olağanüstü bir düzeyde arttı.

II. Dünya Savaşı sırasında bin yedi yüz kent yerle bir edildi.  Zaferden çok önce,  işgalciler ülkeyi terk eder terk etmez bu kentlerin yeniden inşasına başlandı. Bu dönemdeki eserler arasında en muhteşem olanları Moskova’da yapılan yedi gökdelen ve Beyaz, Baltık, Hazar, Azak Denizlerini ve Karadeniz’i birleştiren Volga-Don kanalıdır. 

HEYKEL SANATI

Dünyanın diğer yerlerindeki heykel sanatı ile Sovyet heykel sanatı kıyaslanamaz. Stalin eskizleri incelediğinde ve Alexander’in Nevsky’nin Germen şövalyeleri karşısında kazandığı zafere adanan heykelin eskizine bir konuda itiraz etti. Prensin elindeki bayrakta İsa’nın yüzü yoktu; dolayısıyla tarihe saygı duyulması gerektiği konusunda uyarıda bulundu. Aynı eleştiriyi 1380’de Tatarları yenen Dimitri Donskoi onuruna yapılan heykelle ilgili yüzü olmayan İsa nedeniyle yapmıştı. 1812’de Kutosov’da Napolyon’la yapılan Borodin savaşına ilişkin olanda ise Ortodoksların haçlarının olmadığını fark etti. İçinde kendisinin de bulunduğu ve diğerlerine hükmeden bir karakter olarak öne çıktığı eskizi ise ölümsüz olmadığı iddiasıyla reddetti; bu görüntüsünün, atalar, geçmişin kahramanları, azizleri ve prenslerinden üstün görünmesini, onlara tepeden bakan bir havada olmasını desteklemediğini bildirdi. Sıra Reichtag’ın en tepesine yerleştirilecek olan Sovyet Bayrağını taşıyan askerlerin bulunduğu eskize geldiğinde ise, sanatçıya bayrağı işaret ederek “Bunun üzerine Lenin’in yüzünü koyun” dedi.

18 Ekim 1942 tarihinde Moskova’da, gece yarısı, Stalin kenti terk edip etmemesi gerektiğinden emin değildi. Kremlin’in altında hava saldırılarına karşı sığınak yoktu. Dolayısıyla Kirov Caddesi’ndeki Hava Kuvvetleri Karargahına taşınmıştı. Hava saldırısı alarmı geldiğinde Kirov metro istasyonuna inen bir asansörün altına sığınıyordu. Onun bu halini Simon Sebag Montefiore şöyle tarif ediyordu: “Kontrplaktan bir perdenin arkasında, bir metro platformunda uyuyan gücü sınırsız biri, adeta bir külhanbeyi...”. “ Yoldaş Stalin, güvenlik alayını ne zaman Moskova dışına çıkarmak gerekir?​” diye soruyorlardı ona çekinerek. Stalin, “Saldırılara karşı alayı ben yöneteceğim” şeklinde yanıtlıyordu onları. Çok önceleri, 1812’de Savaş ve Barış’ın kurnaz komutanı General Kutusov, Moskova’yı terk edeceği anı sonuna kadar gizli tutmuştu. Stalin Moskova’yı terk etmedi.

Bu, sanatta yaratma yetisi, yalnızca Stalin’in, ya da SSCB’nin Komünist Partisinin erdeminden değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği halklarında gerçek bir devrimi gerçekleştiren dönüşüm ruhundan ve onun, Stalin ve Komünist Partinin yol göstericiliğinde yeni bir yaşam biçiminin kurulmasına doğrudan katkısından gelmektedir.

MOSKOVA METROSU

Moskova Metrosu

Moskova Metrosu, dünyanın en güzel metrolarından biridir. Bu metronun inşasına yönelik ilk çalışmalar 1902’de başladı. Ara verilen çalışma 10 yıl sonra yeniden başladı; ancak bu kez de savaş ve devrim nedeniyle ertelendi. 1931 yılında kazı başladı. 1933’te 36 bin işçi çalışıyordu; altı ay sonra bu rakam iki katına çıktı. Cumartesi günleri yapım işinde çalışmak üzere ülkenin dört bir yanındaki fabrika ve iş yerlerinden gönüllüler geliyordu. 1940 yılına gelindiğinde metroda günde 30 tren ile her yöne saatte bir milyon yolcu taşınıyordu.

Mimarlarıyla görüş alışverişinde bulunan Stalin’in tali-matlarından biri, yedi metreden yüksek tüm düzeylerin yürüyen merdivenlerle iyileştirilmesiydi; ilk istasyonlar için 15 basamak gerekiyordu. Sovyetler Birliği’nin bunu üretmediğini bilen ABD’li OTIS şirketi, dört milyon altın ruble karşılığında bu işi yapmayı teklif etti; ancak Stalin bu teklifi öfkeyle reddetti ve altısı Moskova’daki fabrikalardan birinde, dokuzu Leningrad’da olmak üzere ülke içinde yapılması talimatını verdi. Bu konuda mühendislerin elindeki tek dokümantasyon reklam broşürleri ve teknik dergilerde yayımlanan bazı makale-lerdi. Park Pobedi İstasyonu’ndaki yürüyen merdivenlerin her bir bölümünde 920 basamak olup bu, 126 metrelik bir düzey farkını telafi ediyordu. Bunun dünyanın en iyi yürüyen merdiveni olduğu söylenebilir.

VE DURGUN AKARDI DON 

Ve Durgun Akardı DonBedni, Ehrenburg, Simonov, A. Tolostoi, Fádeiev; Gorki, Mayakovski; Mandelshtam, Bulgakov, Ajmaáova, Pasternak; Zóschenko, Ilf, Petrov gibi yazarların yanı sıra en seçkin yazarlardan biri, Ve Durgun Akardı Don ve eski çar yanlılarının gizlice Bolşeviklerin içine sokulmasını, zenginlerin ve ajanların sabotaj amaçlı Partiye girme çabalarını, emek vererek ve fedakarlıkla inşa ettikleri Sovyet sistemi için ölesiye mücadele eden devrimci işçilerin ve yoksul köylülerin eylemlerini anlatan, tarımın kolektifleşmesine adanmış muhteşem bir edebi eser olan Uyandırılmış Toprak romanlarının yazarı Mijail Sholokhov’dur (1905-1984). Uyandırılmış Topraklar’da insanlar hepsi kahramanlara dönüştürülmüş sıradan insanlardır. Romanda çok sayıda karakterin ortasında, tarımın kolektifleştirilmesi sürecinde köylülüğü biçimlendirmek ve okur yazar kılmak için gösterilen çaba anlatılır. Ve Durgun Akardı Don’da ise, 1917 Ekim Devrimi’nin destansı öyküsü Don ırmağının barışçıl kıyılarına kadar yayılır. Eser, 1941’de Stalin Ödülü, yazar ise 1965’te Nobel Ödülü aldı. 

periodicopcion.tk’den çeviren: Hilal ÜNLÜ

ÖNCEKİ HABER

Almanya'da Türkiye'ye gelen yolcular köpeklerle arandı

SONRAKİ HABER

Van depreminin yaraları 6 yıldır sarılmadı, halk mağdur

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...