07 Mayıs 2017 21:29

Referandumda ‘Evet’ diyen işçinin gözünden 1 Mayıs

Referandumda ‘evet’ diyen işçi 1 Mayıs izlenimlerini aktardı: Evet oyu vermem onlara karşı gelmeyeceğim anlamına gelmiyor.

Paylaş

Vedat YALVAÇ
İstanbul

İşçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, referandum sürecinde dozu artan ve sonrasında da devam eden kutuplaştırma siyasetine rağmen, ülke çapında yaygın ve kitlesel olarak kutlandı. Bakırköy’de yapılan 1 Mayıs mitingine katılanlar arasında referandumda ‘evet’ oyu kullanmış bir cam işçisi de vardı. “Değişim” beklentisi ile evet oyu verdiğini söyleyen işçi, “Ama evet oyu vermem onlara karşı gelmeyeceğim anlamına gelmiyor. Kıdem tazminatının gasbına, zorunlu BES’e ben de karşıyım” diyen işçi DİSK’e bağlı Cam Keramik-İş Sendikasında örgütlenme çalışması yürütüyor.

Daha önce de 1 Mayıs’a katılmış; bir işçi derneği ile ve ondan önce başka gruplarla... Ancak “en keyif aldığı” bu 1 Mayıs olmuş. “Çok güzeldi. İmkan buldukça her zaman gitmek isterim” diye söze başlayan işçi, şöyle devam ediyor: “Böyle ortamlara bir grup halinde gitmek lazım. Bu 1 Mayıs’ta Saadet Gıda’da çalışan bir kadın işçi ile karşılaştım orada. Yalnız geldiği için sıkıldı, gitmek istediğini söyledi. Yani grup halinde gitmeyince bir boşluk oluşuyor. O yüzden insan pek bir şey anlamıyor. Bir su ihtiyacı, bir simidi paylaşmak... Bunlar önemli şeyler. Biz işçiyiz. Bunun bir işçi bayramı olduğunu hissedebilmek için de orada birlikte, bir grup halinde bulunulması gerektiğini düşünüyorum. Oraya giden işçinin bir aidiyet duygusu oluşması lazım. Nasıl ki biz bayramlarda akrabalarımızla buluştuğumuzda mutlu oluyorsak o duyguyu hissetmesi lazım. Benimle aynı amaçla gelen işçiler var. Böyle düşünen bir insanın orada mutlu olmaması mümkün değil. Böyle düşünürse bir işçi her yıl davet olmadan kendi isteği ile gelir 1 Mayıs’a ve hatta başka insanları  da davet edip getirir.”

KASITLI ALGI YARATILIYOR

1 Mayıs kutlamalarına ilişkin kasıtlı olarak olumsuz bir yargı oluşturulduğunu düşünen cam işçisi, “Ben 1 Mayıs meydanında herhangi olumsuz bir sorunla karşılaşmadım. Meydana gittik konuşmaları dinledik, oynadık. Gayet güzel geçti. Çalıştığım yerde bazı arkadaşlarım ‘Gidip ortalığı yakıp yıkıyorlar’ diyor. Soruyorsun ‘Sen gidiyor musun?’ Yok! Daha önce gittin mi peki?’ diye soruyorsun ona da “Yok” diyor. O zaman insanlar nasıl öyle bir yargıya varabiliyor? Çünkü bazı televizyonlar ve basın kuruluşları bu korkuyu özellikle yayıyorlar ki insanlar örgütlenmesin, sendikalaşmasın, bir araya gelemesin. Bunun kasıtlı yapıldığını düşünüyorum. Ben kendim gittim, gördüm... Şimdi kalkıp nasıl diyebilirim ki DİSK teröristtir” diyor.

1 Mayıs’a ilişkin tek derdi sendikası Cam Keramik-İş’in kortejinde az sayıda işçinin olması. “Tabi bu da bizim yeterince örgütlenemediğimizi gösteriyor. Daha güzel çalışmalar yapmamız lazım. İşyerlerinde, sokaklarda, mahallelerde...” diyor: “Mesela Cam Keramik-İş’in pankartı görünseydi sosyal medyada, haberlerde, televizyonlarda. 2 Mayıs’ta ben gider fabrikamda arkadaşlarımıza gösterirdim. Ben de buradaydım, bak bu da bizim flamamız, bizim afişimiz diye. Bu da çok büyük bir etki yapardı fabrikada ve onlar da örgütlenmeye yönelirdi.”

‘BİRBİRİNİ TANIMAYAN İNSANLAR ÖRGÜTLENEMEZ’

Sendikalar ve örgütlenmeye ilişkin olumsuz yargıların işçilerin birbirilerini daha çok tanımasıyla kırılabileceğine inanıyor. Bu konudaki önerileri şöyle: “Bizim birbirimizi ve birbirimizin ailelerini daha yakından tanımamız lazım. Sosyalleşmemiz lazım. Mahallede, sendikada, fabrikada birbirimizi tanıyıp, daha yakından ilişkili olmamız lazım. Sendikaların da mahallelere gidip aile ziyaretleri, işçi ziyaretleri yapması lazım. Fabrika ziyaretleri yapması lazım. Yakın işyerlerindeki işçi arkadaşların birbirileri ile görüşmesi lazım. Aynı iş kolunda çalışan işçiler bir kahve gibi, bir lokal gibi yerlerde buluşturulabilir. Bir piknik düşünülebilir. Yani insanları sosyal hayata çekmek lazım. Birbirini tanımayan insanlar bir arada olamazlar, örgütlenemezler. Fabrikada selamlaşıyor diye insanlar birbirinin peşinden gitmez. Bu temelde işçilerin birleşeceği nokta belli; aynı ortamda çalışıyorsa, aynı havayı soluyorsa, aynı sosyal ve ekonomik haklara sahipse ve bunları daha ileriye götürmek istiyorsa bu noktada birleşebilir...”

Bu noktada bilgi sahibi olmanın da önemine dikkat çeken işçi, şu örneği veriyor: “Örneğin fabrikamızda bir kadın işçinin ciğerlerinden hastalandığı için işten atıldığını öğrendim.  Hastalığın sebebini soruşturdum. 8 yıldır kimyasalların yoğun olarak kullanıldığı varak denilen bir bölümde çalışıyor, ciğerlerinden rahatsızlanmış. Eğer daha önceden bilgim olsaydı o arkadaşımıza dava açmasını tavsiye ederdim. Hatta şahit olurdum ona. Ama geç öğrendim. Bu tarz bilgileri de işçilere anlatmak lazım.”

SENDİKA DA İŞÇİ DE SORUMLU

İşçilerin çok sorunu olduğu halde işverenin oluşturduğu baskılara karşı bir direniş hareketi olmadığından yakınan cam işçisi, “Mesela çalıştığım fabrika hapishaneye dönmüş durumda. Patron  çatıya çıkarmıyor, bahçeye çıkarmıyor, kimyasallara karşı koruyucu önlemler almıyor” diye anlatıyor. Bu duruma rağmen sendikaların birbiri ile uğraşmaktan başka bir şey yapmadığını, bu nedenle de işçilerin gözünde değerleri kalmadığını söylüyor. “Bu durumun tamir edilmesi lazım. Mesela şu anda biz örgütlenmek istiyoruz, patron diyor ki istiyorsanız benim sendikam var. Yani patron, bir sendikayı diğer sendikaya karşı elinde silah olarak kullanıyor” diyen işçi, sendikaların bunları görmesi, ona göre adım atması gerektiğini ifade ediyor: “Sendikalar, yasaların uygulanmadığı noktalarda yasalarımız da budur, anayasamız da budur diyerek bunun mücadelesini vermesi lazım. Tabi işçilerin de savundukları sendikanın arkasında durması ve sendikalarını denetlemesi lazım. İşçilerin, ‘Bu işyerinden kurtulayım, sendikal tazminat alayım’ gibi ucuz hesapların peşinde olmadan sendikalara üye olması lazım.”

‘MÜCADELE ETMEKTEN VAZGEÇMESİN KİMSE’

Geçtiğimiz aylarda Panoto’da çalışırken Hak-İş’e bağlı Çelik-İş’te örgütlendiği için işten atılan cam işçisi, işçi arkadaşlarına mücadeleden vazgeçmeme çağrısı yaparken, kendi kararlılığını da dile getiriyor: “Bahsettiğimiz sorunlardan kaynaklı işçiler örgütlenmekten vazgeçiyor. Ama kimse mücadele etmekten vazgeçmesin. Ben şu anda yine sendikalaşma mücadelesi veriyorum. Mücadelen başka çaremiz yok. Yenilgi bir tecrübedir benim için. Panoto’da sendikalaşmaya çalıştık, davamızda haklıydık. Panoto’da yapamadığım şeyi yeniden yapacağım. Çünkü ben davamda haklıyım. Bu yüzden de her şeyi göze alarak bu işi yapacağım.”

ÇALIŞMA KOŞULLARI ÇOK AĞIR VE SAĞLIKSIZ

Cam işçisi, “Örgütlenerek değiştirmemiz lazım” dediği çalışma koşullarını ise şöyle anlatıyor: “Çok sağlıksız bir ortamda çalışıyoruz. Toz var, boya var... Havalandırma sistemi çalışmıyor. Ağır kimyasallar kullanılıyor. Tiner gibi uçucu maddelerin havalandırma yoluyla dışarı atılması gerekiyor, ancak çalışmadığı için biz tüm o maddeleri soluyoruz. Elektrik faturası yüzünden mi çalıştırmıyorlar yoksa başka nedenlerle mi çalıştırmıyorlar bilmiyoruz.”

Yaklaşık 400 işçinin çalıştığı fabrikada hafta sonları bile günde 10 saat çalışıldığını belirten işçi, bu koşulların işçiler tarafından kanıksandığını söylüyor. Bunun nedenlerini ise şöyle sıralıyor: “9 yıldır çalışan bir işçi 1600 lira ücret alıyor. Asgari ücretin bir tık üstü. Başka bir yere gittiğimde alacağım ücret asgari ücret olacak diyor. En azından asgari ücretin bir tık üstündeyim diyor. Mesailer yüzde yüz veriliyor ancak elden ödeniyor. Burada hakkımız yeniyor. Mesela günde 10 iş çıkması gerekiyorsa adam geliyor ‘hadi, hadi’ diyerek 100 tane iş çıkarıyor. Bu kadar kendimizi hırpalamayalım diyorum. Mesai bile vermeyecek. Mesai ile birlikte bu kadar mal çıkması gerekirken adam normal çalışma saatinde bu kadar iş çıkarıyor. İnsanlar borçlu, kredi ile ev almış, piyasada her yerdeki çalışma şartları aynı. Ben en azından buraya alışmışım, buradaki koşulları az çok biliyorum, başka yere gittiğimde daha düşük ücrete daha kötü koşullarda çalışacağım diye düşünüyorlar.”

OLAYA EMEK MÜCADELESİ GÖZÜYLE BAKMAK GEREKİR

Referandum sürecinde işyerlerinde işçilerin iki kampa ayrıldığını belirten cam işçisi, bu bölünmenin sendikalaşma, hak arama gibi mücadelelere de yansıdığını düşünüyor. “Olaya partizan gözüyle değil emek mücadelesi gözüyle bakmak gerektiğini” belirterek şunları söylüyor: “Ben şu an çalıştığım yerde de bunu anlatmaya çalışıyorum. Adam partizan gözüyle baktığı için sendikalaşmaya da o gözle bakıyor. Hangi partiye oy veriyorsa o partinin gözüyle bakıyor emek mücadelesine de. Ben referandumda evet oyu kullandım. Ama evet oyu vermem onlara karşı gelmeyeceğim anlamına gelmiyor. Kıdem tazminatının fona devredilmesine karşıyım mesela. Ha diğer işçi arkadaşlarım ‘Sen evet verdin. Bu sistem bunu daha rahat getirecek’ diyebilirler. Ama hali hazırdaki sistem de zaten beni savunmuyor ki. Ben o yüzden evet ya da hayır denilmesinin o kadar önemli olduğunu düşünmüyorum. Var olan sistem içerisinde zaten adalet sistemi çalışmıyor. Çalışmadığı için de şu anda bizim Anayasal hakkımız olan sendikal örgütlenmeyi sağlayamıyoruz. İşveren Anayasayı çiğneyecek noktaya gelmiş. Ben o niyetle, yani sistem değişirse yeni gelecek sistemde belki kendimizi daha iyi savunabiliriz düşüncesiyle, evet dedim.”

Bu düşünceyle ‘evet’ oyu vermiş ama yine de ümitli değil. Şöyle diyor: “Yemin ediyor yeminine sadık kalmıyor. Hakim oluyor, savcı oluyor adaleti uygulamıyor. Polis oluyor suçluyu koruyor. Ben Esenyurt’ta oturuyorum. Bir olay olduğunda en kısa zamanda gelmesi gereken polis gelmiyor. Mesela geçtiğimiz günlerde burada genç bir esnafın dükkanına bir madde bağımlısı girmişti. Polisi aradık gelmedi, adam kendi cezasını kendi kesti. Bunun gibi pek çok şey yaşadığımız için evet dedim. Ama sistemi değiştirmek de yeterli bir şey değil.”

ÖNCEKİ HABER

AKP’li eski vekilin fabrikasında sendika düşmanlığı

SONRAKİ HABER

Ermeniler, İzmir’de vardı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...