30 Mart 2011 10:46

Attığınız taş, ürküttüğünüz kurbağaya değmeli

Japonya’daki depremin ardından meydana gelen tsunami sonucu hasar gören Fukuşima Nükleer Santrali ile ilgili basında birçok haber yer aldı. Ve ülkemize kurulacak olan iki nükleer santrallerle ilgili Tarım Bölümü Başkanı olan ve Ziraat Fakültesi’nde ders veren Prof. Dr. TANER KUMUK hocamızın bu konudaki fikirlerini sorduk. Hocam

Paylaş
Gamze Şener


Japonya’daki deprem hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yakın tarihte gördüğümüz en büyük depremlerden bir tanesidir. Türkiye açısından çok büyük dersler çıkartılması gereken bir deprem. Herkesin bildiği ve haberlerden takip ettiğimiz kadarıyla depremden bina yıkılması ile ölen insan yok. Binaların neredeyse tamamı sapasağlam ayakta duruyor. Ama tsunami felaketi sebebiyle çok sayıda kayıp var. Tsunaminin önüne geçilmesi bugünkü teknolojiyle mümkün değil. İnsanların kaçamamasından dolayı çok sayıda ölüm de meydana geldi. Bu kapsamda nükleer santralde meydana gelen patlamalar ve yangınlar ayrı bir felaket. Japonya gibi dünya devi bir ülkede bile bunlar oluyorsa bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde özellikle nükleer enerji alanında, özellikle de ara kademe elemanlarının olmadığı bir alanda Türkiye’de nükleer santral kurulma konusu gerçekten ciddiyetle düşünülmesi gereken bir konu. Türkiye’de nükleer santral kurulurken bunun çok iyi tartışılması, kamuoyundan, kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak üzerinde iyice düşünülmesi gerekir. Çünkü özellikle az önce de belirttiğim gibi ara kademede çalışacak olan elemanların, teknisyen düzeyindeki elemanların yeteri kadar olduğunu düşünmüyorum. Buradaki teknolojileri kullanmak beceri ve maharet ister. Üst düzeyde eğitim almış insanların çalıştırılması gerekir. Bunların bulunması çok ciddi sorun Türkiye’de. Bu benim düşüncem tabi ki de. Bu ülkede yaşayan bir aydın olarak benim için en büyük problem, nükleer atıkların ne yapılacağı. Çünkü bildiğim okuduğum ve dünya basınından takip ettiğim kadarıyla bugün nükleer atık sorununu, bu enerjiyi kullanan Amerika, Fransa, Almanya, Rusya gibi ülkelerin hiçbirisi çözebilmiş değil. Nükleer, bugün dünyanın başında belki en büyük problemlerden bir tanesi ve nükleeri kullanan ülkeler ne yapacaklarını bilemez konumdalar. Rusya da kabul etmeyecek atıkları bir süre sonra. Atıklar, Avustralya’ya gönderildi, orta kısımlara gömüldü ama Avustralya’da da en sonunda yasakladı. Artık nükleer çöp kabul etmiyor.

Nükleer atık olan yerlerde çok ciddi radyasyon birikimi olduğunu biliyoruz, okuyoruz, takip ediyoruz. Dolayısıyla Türkiye de yenilenebilir enerji kaynakları konusunda ciddi çalışmalar yapmadan, su kaynaklarından, rüzgar kaynaklarından ne kadar enerji üretebileceğimiz hesaplanmadan nükleer santral yapılmamalı. Ama hepsinden önemlisi, Türkiye’nin güneş enerjisi açısından cennet bir ülke olduğunu veriler bize göstermekte. Dolayısıyla Türkiye’nin aslında güneş enerjisine çok ciddi yatırımlar yapması gerekiyor. Bunlar yapılmadan bütün bunlar araştırılmadan ve bir de tabi hiçbir ihale açılmadan doğrudan doğruya Rusya ile anlaşma imzalayıp ve bilmem kilovat saatten şu kadar saat satın alma garantisiyle Rusların nükleer santral teknolojisinin ne düzeyde oldukları konusu tartışılmadan yani, acaba gerçekten en üst teknoloji var mı nükleer santral konusunda bunları bilmeden nükleer santral yapımına başlamak risk taşıyor. Yoksa sadece kuracakları nükleer santral bizi problemlerle karşı karşıya bırakabilir mi?  Bugünkü siyasetçilerin yapacağı en önemli şey, sayın Başbakanın yaptığı benzetmeyle hiç alakası olmayan şey, bugünkü kuşakları değil yarınki kuşakları değil 4., 5., 6. nesil kuşakları ilgilendiren bir konu. Yani bu karar bizlerin, sizlerin, çocuklarınızın çocuklarının çocuklarına kadar etkileyecek bir karar. O yüzden gerçekten üzerine çok düşünülüp çok tartışılıp kamuoyu ikna edildikten sonra ancak eğer gereksinim varsa, diğer enerji kaynakları Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılayamayacak durumdaysa o zaman belki düşünülebilir ama bu aşamada çok riskli olabilir. Özellikle Akdeniz, turizm açısından çok değerli bir bölge. Türkiye’ye gelen 25 milyon turistin büyük bir kısmı Akdeniz’e geliyor; deniz için geliyor, güneş için geliyor. Turistlerin burnunun dibinde nükleer santral kurmaya kalkıyorsunuz.

Nükleer santral alan bakımından çok az yer kaplıyor. Sızıntı veya patlama sonucu oluşturduğu etki hidroelektrik santrallerinkinden daha fazla.  Tarım açısından düşünecek olursak tarımı nasıl etkiler?

Akdeniz bölgemiz, meyve, sebze üretim bölgemizdir ve bunların büyük bir çoğunluğunu başta Rusya olmak üzere bütün Avrupa ve Amerika ülkelerine ihraç etmekteyiz. Ancak en ufak gaz sızıntısında normal değerlerin çok az üstünde bir etki veriyorsa bütün bu ihracat ürünleri geri dönecektir. Türkiye’nin tarımsal ürün ihracatında da çok önemli problemler çıkabilir ilerde. O zaman bir deyim var onu kullanmak lazım ‘attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmeli’ yani çok küçük problemlerde bile turizm açısından büyük kayıplar olabilir, tarımsal ürünün ihracatı açısından çok büyük problem olabilir. O ürünlerin ülke içersinde tüketilmesi durumunda insanlarımızın sağlığı açısından problem olabilir.

Nükleer santral tesislerinin denetimi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bazı kamu kuruluşlarının daha doğrusu KİT (Kamu İktisadi Teşekkülü)‘lerin özelleştirilmesinin verdiği çok ciddi zararlar var. SEK (Süt Endüstrisi Kurumu) bunların en başında gelir. Çünkü bu tip kuruluşların piyasada denetim mekanizması vardı. Bunların özelleştirilmesiyle denetim ortadan tamamen kalktı. Dolayısıyla zaten böyle bir zihniyette olan ya da politikalarını bu şekilde seçen ülkede, bu tip nükleer enerji yatırımları konusunda kim denetleme yapacak? Kim kontrol edecek? Böyle bir denetleme kuruluşu olacak mı? O bölgede deprem veya patlamalar dışında radyasyon sızıntısı olup olmadığı, bu radyasyon sızıntısının o bölgedeki tarım ürünlerine etkisinin, sokaklardaki etkisinin ne olduğu konusunda denetleme yapacak ayrı bir kuruluşun olması gerekir.

Türkiye’de bu denetlemenin yapılması çok zor tabi. Yapılacak olan santralde 4 ayrı reaktör bulunacaktır ve bu reaktörlerin denetlenmemesinden dolayı olabilecek olan en ufak sızıntı en ufak bir ihmâlkârlık bile büyük felakete yol açabilir. Devletin bu sorumluluğu almayacağını, denetleme kuruluşunun da özelleştireceği çok açık.

Sonuç olarak; bu ülkenin bir üyesi olarak bu konunun çok tartışılıp acele edilmemesi gerektiğinin kanısındayım. Türk uzmanların özellikle televizyona çıkıp bu konuları ciddi olarak tartışmaları ve ondan sonra karar alınması gerektiğini düşünüyorum.

ÖNCEKİ HABER

1 Mayıs her yerde kitlesel kutlanacak

SONRAKİ HABER

Sendikalar 3 Nisan'a hazırlanıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...