10 Mayıs 2012 12:44

Çalışmıyor muyuz ki biz?

Rakamlar bazen çok şey söyler, bazense hayatımızın gerçekleri karşısında hiçbir şey ifade etmez. Bulamadığımız işin acısını, çalışsak da kendimize yakış-tıramadığımız “işçi olma” hallerinin yorgunluğunu, çalışıp çalışıp alamadığımız ücretlerin derdini, yatırılmayan sigortamızın ipotek

Çalışmıyor muyuz ki biz?
Paylaş
Sevda Karaca

Önce bizi okutmadılar, anne babamıza da kızamadık, “okutacak halleri mi vardı ki” deyip geçiştirdik, önümüze baktık. Biz okutacağız ya kızımızı her ne olursa olsun! Sonra iş aramaya çıkınca “ne niteliğin var senin?​” diye sordular cevaplayamadık, yıkamak-aklamak-paklamak-ütülemek- pişirmek… el emeği isteyen bütün “kadınca” işler “işten” görülmediği için bütün bunları yapmak için başvurduğumuz yerlerde “daha az ücrete” uygun görüldük. “Kadın işi” olan hiçbir işe “nitelikli iş” gözüyle bakmadı kimse, biz de öyle. Başladık çalışmaya, sabahın kör saatinden patronun keyfinin yettiği yere kadar… Uykumuzda ellerimiz işlemeye devam etti, eve geldiğimizde “kadın işi” devam etti, tatil gününde hafta içi biriken her şey üzerimize çullanmaya devam etti… Of çekmeye de, dert yanmaya da vaktimiz de takatimiz de kalmadı. Bir yandan da üretirken ha bire “daha hızlı” diyen, “daha çok” diyen patron, aylık ya da haftalık zamanı geldiğinde krizi, işlerin kesatlığını bahane ederek “daha az” dedi. Biz de sesimizi çıkaramadık, “elden ne gelir”? Bizden patrona patron değil de bir abi, bir baba gözüyle bakmamız istendi, evdeki gibi işte de varsa bir boşluk “kadınca duyarlılığımızla” o açıkları kapatmamız beklendi. Yaptık, “ekmeğimizdir” dedik, “hiç değil kendi paramı kazanıyorum” dedik, “kötü günde yalnız bırakmamalı” dedik… Bekarsak “2 yıl evlenmemek şartıyla” diye kağıt imzalattılar, evliysek “2 yıl doğurmamak”… Regl günlerimizi, tuvalete giriş çıkış dakikalarımızı hesap ettiler, bunlar “özelimiz” olmadı, çocuğumuz hasta olduğunda, ailemize dair bir sorun olduğunda onlar “kişisel sorunlarımız” oldu, “halledeceksin, edemiyorsan kapı orada güle güle” dediler. “Kişisel sorunlarımız”la baş edebilmek için kaynanalarla evi birleştirdik, olmadıysa komşuya rica ettik, kazandığımız üç kuruşun yarısını ona pay ettik, o da olmadıysa okutmak istediğimiz kızımızı aldık okuldan, ne de olsa devlet de düşmüyor okuldan alınan kızların peşine “neden okutmuyorsun, eğitim zorunlu” diye… Hele 4+4+4’ten sonra hiç düşmeyecek! Kimi zaman atölye kapılarında, dolmuş-otobüs duraklarında asılı bir ilan görürüz. “ …. İşinde çalışacak bayan eleman aranıyor. Yol+Yemek+ Sigorta”. Hiç yadırgamaz, bir elimizde öğlen yiyeceğimiz ekmek arası,  koştura koştura giderken sigortamızın yapılıp yapılmadığını bile bilmediğimiz işe en ucuz vasıtalarla, “iyi işmiş” diye düşünüp verilen telefonu aklımızda tutmaya bile çalışırız. Oysa rakamlara “kadın istihdamı” diye geçen “iş”ler, zaten böyle işler değil mi? Yol+Yemek+Sigorta. Yasalarda yazmıyor mu işe aldığı işçisine patronun sağlaması gereken bu “hak”lar? Yazıyor yazmasına da… Var mı bundan daha âlâ bir iş bu dünyada? E o zaman çalışmıyor muyuz ki biz?

BAKIM İŞİ KADIN İŞİ, KADIN DEDİĞİN UCUZ İŞÇİ 

Çocuk oldu, işten çıktık. Koca istedi, işten çıktık. Kriz geldi, işten çıktık. Fabrikada işler kesat, işten çıktık… Önce biz, her seferinde işinden olan önce biz olduk… Çalıştığımız yerin dört duvarı arasından çıkıp evin dört duvarı arasına girince çalışmıyor muyuz ki biz? Koca koca fabrikalardan, küçük küçük atölyelerden gelen işleri bir yandan binlercesi üç kuruşa yetiştirmeye çalışıp eve “katkı” sunmaya çabalarken, bir yandan da hasta olmasın diye gözünün içine baktığımız çocuğumuza hemşire, yaşlımıza bakıcı, engellimize dayanak olmuyor muyuz? Bütün bu “bakım işleri” bizim anneliğimizin, eşliğimizin, evlatlığımızın, iyi insalığımızın nişanesi haline getirilirken, devletin elini eteğini sağlıktan-çocuk bakımından-eğitimden çekmiş olmasının ceremesini biz “hem doktor, hem öğretmen, hem temizlikçi, hem  aşçı, hem terzi, hem şu hem bu” olarak çekmiyor muyuz? Bütün bu işler devletin kadro sağlayarak sosyal hizmet alanında vatandaşlarına hak olarak sunması gereken işlerken bir anda bizim üstümüzde yük haline geliveriyor. Bir de kocaman bir çelişki gelip oturuyor hayatımızın orta yerine; bir yandan bu ihtiyaçlar için daha çok para girmesi gerekiyor eve- çalışmalı yani hangi koşulda olursa olsun-, bir yandan da bütün bu ihtiyaçları biz karşılamak zorunda olduğumuz için kalakalıyoruz evin içinde. Bu “kalakalmışlığımız” işine yarıyor  patronların da, “yol+yemek+sigorta”nın yanından bile geçmeden, evin içinde onlar için ha bire bir şeyler üretip duruyoruz.  Bütün bunların ardından sormak içinizden geçiyor mu sizin de, çalışmıyor muyuz ki biz?

ÇALIŞIYORUZ, HEM DE ÇOK ÇALIŞIYORUZ!

Hem evde hem işte çalışıyoruz, çifte mesai yapıyoruz. Emeğimizin üstüne vurulan “niteliksiz” damgasına mahkum ediliyoruz, ucuzun ucuzu olarak çalışıyoruz. Hiçbir güvencemiz olmadan, yarın ne olacak bilmeden, emeklilik hayali bile kuramadan günde 12-14 saat evin kirasını, çocuğun kreş parasını bile çıkaramadan çalışıyoruz. “Kadın dediğin itaatkardır, uysaldır, şefkatlidir” diye diye, “vur ensesine al lokmasını” diye tanımlana tanımlana, en küçük bir hak talebimizde kadınlığımıza yapılan saldırılara maruz kalarak çalışıyoruz. Hakkımızı istediğimizde kapıyı gösteren, verdiği üç kuruş karşılığında sadece emeğimizi değil, bedenimizi de sömürmek isteyen, Biz kadınlar çok çalışıyoruz… Bu yüzden de; ·    Eşit işe eşit ücret istiyoruz ·    Çocuklarımız için kreş, kadınlar için güvenceli-sağlıklı- tam zamanlı işler, insanca yaşayacak ücret istiyoruz ·    İhtiyaç duyduğumuz tüm sağlık hizmetlerinin kolayca ulaşılabilir ve parasız olmasını istiyoruz. ·     Veli olarak üzerimize yüklenen harcamaların vergilerimizle oluşturulan devlet bütçesinden karşılanmasını, eğitimin her aşamada parasız hale getirilmesini, kız çocuklarının eğitim hakkı için özel önlemler alınmasını istiyoruz. ·    Kadını değersizleştiren, emeğini ucuzlaştıran, sosyal hayata katılmasını engelleyen, çalışmasının önüne set çeken bakım işlerinin toplumsallaştırılmasını, hükümetin sırtımıza yıkmaya çalıştığı sosyal hizmetlerle ilgili sorumluluklarını bir an önce yerine getirmesini istiyoruz.   Unutmayalım! Bu kadar çok çalışıyorken, bu taleplerimizin de yerine getirilmesini istemeye hakkımız var! Keşke “olsun” dediklerimiz oluverseydi! Biliyoruz ki bu haklarımızı elimizden almış olmalarının yarattığı ekomomik “büyüme” ile, “refah” ile övünüyor hükümet de patronlar da… Demek ki kadınlar için, emekçi kadınlar için refahla onların refahı aynı şey değil… Haklarımızı almak için sokak sokak, atölye atölye, fabrika fabrika bir araya gelmezsek, bizi hapsettikleri küçük dünyalarımızdan başımızı çıkarmazsak, kızkardeşlerimizle birlikte “artık yeter” demezsek, bu iş olmayacak… Ama biz kendi hayatlarımızdan biliyoruz ki “küçük adımlar, büyük sonuçlar doğurabilir”. Yeter ki o küçük adımları birlikte atalım!

ÖNCEKİ HABER

Sine Sen: Setlerde ölmek istemiyoruz

SONRAKİ HABER

Ekmek ve Gül sayı 29

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...