Nur İçözü’ne mektup
Merhaba, çocukluğunu hiç unutmadan yazan arkadaşım.
İzmir kitap fuarında çocuklukla genç kızlık arasındaki çizgideki insanlarımızdan biri, şöyle bir soru sordu: “Çocukları anlatan kitaplar var mı?” Bir an anlayamadık ne istediğini. Büyüklere gençlerle çocukları anlatacak kitaplar istiyormuş. Bize, ilk gençlik diye tanımladığımız yaşların sorunlarını hatırlatıverdi iki cümleyle. Senin kitaplarını anımsadım. Reyhan’ı, Dönemeç’i,Yüreğimin Kıyısında’yı. Gerçi sen “gençlik romanı” yerine “gençlerin romanı” demeyi yeğlersin. “Başrolünde gençlerin rol aldığı” romanlar yazarsın. Bu yüzden kitaplarını anne babalar da okumalı.
Ben seni “Reyhan’ın annesi” diye adlandırmayı seviyorum. Reyhan’a bakış açın romana sahicilik veren bir akrabalık duygusu taşıyor. Romanının kahramanına içten bir bağlılığın var. Reyhan’ı Necdet Neydim’in ne güzel özetlemişti: “Kentte yaşayan; ancak hâlâ feodal geleneklerini sürdüren bir ailede mutlak baba otoritesinin varlığının tanıklığını yapıyor. Bu otoriter ilişkide, karar verici konumunda her zaman baba bulunuyor. (...) kararlarının sorgulanması, karşı çıkılması söz konusu değil. Bunun yanında kent kültürüyle ilişki
içinde bulunan ve kültürel değişime daha yakın duran kadın, etkilendiği kültüre dönük yaşam olanaklarını da araştırıyor.”
Şu günlerde nedense Reyhan’ın babasıyla konuşmasını anımsıyorum:
“Yemekleri bitip de sıra kahve içmeye gelince, Reyhan da konuşma saatinin geldiğine karar verdi.
Babası kahvesini içtikten sonra biriki el tavla oynamak için sokağın başındaki kahveye giderdi. Reyhan acele etmeliydi.
“Baba… Bir şey söyleyeceğim,” diye söze başladı.
Onun böyle doğrudan konuşmaya başlaması ortada önemli bir konu olduğunu gösteriyordu. Babası kaşların çatıp, “Söyle bakalım,” dedi. “Yoksa kötü bir not mu aldın?”
Reyhan sıkıntıyla ellerini ovuşturup, “Tam tersi,” dedi. “Bugün Hasan Bey bize parasız yatılı okul sınavlarından söz etti. Özellikle benim başaracağımdan eminmiş.”
Tam da Reyhan’ın tahmin ettiği gibi öfkeyle ayağa fırladı babası.
“Daha neler! Bir de yatılı okul mu çıkarıyorsun başımıza? Unut bu hayalleri! Kız kısmının öyle okullarda işi yok!”
Annesi de kızının bu cesareti karşısında irkilmişti. Yine de kocasını yumuşatmak için, “Kızma bey,” diye kekeledi. “Çocuk işte… Heves etmiş.”
Reyhan’a okutulmamış, gündelikçi ablası arka çıkacaktır: “Korkma,” dedi. “Ben de babamla konuşurum. Okuyabildiğin kadar oku. Benim hatama düşme.”
Sevgili Nur İçözü,
Öykü kitaplarından Ena Mena Dosi’yi çok sevdim. Beni eski İstanbul’a, Bakırköy’e götürdü. Sokaklarında Rum, Ermeni çocuklarıyla oynadığımız, onlardan “gâvur” diye söz ettiğimizde ağzımıza biber sürülen günlere. Çamaşır makinelerinin olmadığı, maltızlarda çamaşır kaynatılan günler onlar. Senin çocukluk günlerin. Çocukluğunu anlatırken, hatırladıkça yüzümüz kızaran 6–7 Eylül’deki olayları da aktarıyorsun. Ders verir gibi değil, çocuklara araştırma payı tanıyarak, bir iki anıştırmayla. Ne yazık, İstanbul bir daha hiç o kadar renkli olmayacak.
Bir de çamların, amberlerin çiçeklerinden, pürlerinden bunalıp ağaçları boğan İstanbul’un öyküleri var, bugünün İstanbul’u.
Sevgili Nur İçözü, Reyhan’ın sevgili annesi,
Sevdiğim kitapların arasında, kaçıp geldiği İstanbul’u Van’dan farklı bulamayan delikanlı ile İstanbul’un kirli yüzünü de yansıttığın Dönemeç’i, paylaşmanın güzelliğini aktardığın, Dilek Mağarası’nı da anmama izin ver. Seni okurken yeniden gençleşiyorum.
Ellerine, yüreğine sağlık. Hadi bakalım cevap ver: Bugün Ne Cadılık Yaptım?
Evrensel'i Takip Et